M. Yavuz Yılmaz

Kafkas notlarımın üçüncüsü olan ve bu safer ki durağımız olan Tiflis`ten bahsetmeye çalışacağım bu yazımda. Kafkas İslam Ordusunun izini aradığımız bu yollarda artık asıl istikamet yerimiz olan ve aynı zamanda mücadelenin başladığı yer olan Azerbaycan`a az bir yolumuz kalmıştı. Ama bunun öncesinde Tiflis`te biraz vakit geçirecek ve böylelikle şehri akşamda olsa biraz tanıma şansı bulacaktık. Bu vesileyle Tiflis`in merkezi denilebilecek bir yerde otobüsümüz durdu. Kırk Genç Gönüllü arkadaşımla Eski Tiflis`in sokaklarını adımlamaya buradan başlayacaktık. Durduğumuz bu yer Kura nehrinin yanı başı ve Riyis parkından başka bir yer değildi. Bir tarafta Kura nehri bir tarafta kafanızı kaldırmanızla görmenizin bir olduğu kocaman yüksek heykeller ve arkanızda yüksekte tüm asaletiyle kendini göstermeye çalışan kale surları, tarihi yapılar ki en önemli olanları arasında kiliselerdir, hepsini görebilmeniz mümkün oluyor.

Tiflis`i İlk Olarak Hz. Osman Fethetti

Tarih boyunca sürekli olarak hâkimiyet altına alınmak istenen bir şehir olan Tiflis, Müslümanlar tarafından ilk defa 643 yılında Hz. Osman döneminde fethedildi. Bu tarihten sonra bölgeye düzenli olarak Müslümanlar yerleştirilmeye başlandı. Fakat bu durum 852 yılında Türk kumandanı Boğa El Kebir-i’nin Tiflis’i ele geçirmesiyle durakladı. Şehirde varlığını pek sağlayamayan Türk kumandanın etkinliği azalınca sonradan Abbasi halifesi adına para bastırarak şehri yöneten Tiflis emiri, Emir Cafer’de fazla tutunamayıp şehri anlaşmalı olarak ıv. Bağrat’a bırakmak zorunda kaldı. 1063 yılında şehri Selçuklu sultanı Alparslan fetheder. Fakat kısa sürede kış aylarının da zorluğu sebebiyle şehri terk etmek zorunda kalır. Alparslan şehri terk ederken yönetimi devrin Gence sultanı Fazlun’a bırakarak çekilir. Fakat ordusuyla birlikte geri dönüp Fazlun’u yenen Bağrat şehri tekrar ele geçirir. Bağrat şehirde durmak istemez fakat vergiye bağlar. Daha sonra Tiflis, 1072’de tekrar Selçuklu hâkimiyetine girdi. Fakat bu durum ıı. David’in 45.000 Kıpçak ailesiyle görüşerek onları Gürcistan’a getirdi ve onların yardımıyla Selçukluları şehirden çıkardı. Daha sonra Celalettin Harzemşah şehri ele geçirdiyse de fazla tutunamadı. Ardından Moğollar Tiflis’i ele geçirdi. Sonrasında İlhanlılar geldi. Fakat onlar sonradan şehri Gürcülere bıraktılar.

1386 yılında Timur, 1413’TE I. Alexandre, 1440 yılında Karakoyunlu Cihan Şah, 1521’de Şah İsmail şehri ele geçirir. Şah İsmail öldükten sonra Gürcüler şehri geri aldı. Fakat Safevi devleti sonradan şehri tekrar ele geçirdi ve bu durum Osmanlı ordusunun 1578’de yaptığı sefere kadar böyle sürdü. 1603’te Safeviler tekrar hâkimiyet kurdular. 1723’te Rusların Kafkasya’ya asker göndermesiyle Osmanlı yine şehre girdi. Ardından burası Tiflis beylerbeyi olarak yeniden yapılandırıldı. Bu tarihten itibaren bölgede varlığını Ruslarda sürdürmeye başladı.  fakat onlarda etkili bir nüfuz kuramadılar ta ki 1801’e kadar. Ruslar o dönemde şehri ilhak ettiler ve durum 1917’e kadar böyle sürdü. Ardından Tiflis 1922-1936 yılları arasında Trans Kafkas Sovyet Federe Sosyalist Cumhuriyeti’nin başşehriydi. Sonradan bu cumhuriyet dağıtıldı ve SSCB kuruldu. Gürcistan’ın 1991 yılında bağımsızlığını ilân etmesiyle Tiflis yeni Gürcistan’ın başşehri oldu. Kısaca tarihinden bahsetmek istediğim Tiflis’i eminim kültür çeşitliğinin nedenini şimdi daha iyi anlayabileceğiz. Gördüğümüz gibi şehir oldukça büyük savaşlar görerek günümüze ulaşıyor. Ayrıca konu hakkında daha iyi bir bilgiye sahip olmak isteyen arkadaşlar benimde bu bilgileri sizlere sunmamda yararlandığım TDV İslam Ansiklopedisindeki müellifi Mustafa Aydın olan yazıya bakabilirler.

 
 
Yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ederken, Kafkasların içinden kıvrım kıvrım dolaşan yolları takip ederek artık Gürcistan`ın başkenti ve en büyük şehri olan Tiflis`e merhaba demiştik. Bu arada Tiflis’e geldiğimizde artık beşinci kitabımı okuyordum. Dostoyevski’den Beyaz Geceleri, Reşat Nuri Güntekin`in Acımak adlı kitabını okuyup bitirmiştim bile. İşte böylece zaman geçmiş ikindi namazı vakti bile gelip geçiyordu. Tiflis`e geldiğimiz de ilk olarak yaptığımız şey aç olan karınlarımızı doyurmak oldu. Sonrasında ise Eski Tiflis bölgesini ve Riyis Parkını gezerek Cuma mescidine gidip burada akşam namazını arkadaşlarımızla birlikte eda ettik. Tiflis`in tek camisi olan Cuma mescidi, Kura nehrinin kıyısından uzanan yamanca inşa edilmiş olan eski şehrin dik yokuşlu mahallerinden birisinde, verandalı ahşap evlerin arasından kendisini bizlere göstermişti. Verandalı ahşap binaları gördükçe aslında kültürümüze hiçte yabancı olmadığını gördüğümüz Tiflis, mimarisiyle bende güzel bir izlenim bırakmıştı. Anadolu`da Osmanlı döneminden kalmış dediğimiz evlerin ve sarayların mimarisiyle hemen hemen aynı olan bu yapılar şehrin görüntüsünü görsel bir Anadolu şehri şölenine dönüştürüyordu. Cuma mescidi ise aynı şekilde birazda tuğla kullanılarak inşa edilmiş bir yapı. Mimarisi ise yine ahşaptan ve tuğladan yapılmış çok zarif bir görüntü sunuyordu. Eski şehir yerleşiminde hamamların olduğu bölgeye yakın bir yerde, iki mihrabı olan bir cami. Hala faal ve ibadete açık. Vakit kaybı olarak görmeyeceğiniz bir yer olan Cuma mescidi bulunduğu konumla da sizlere Eski Tiflis`in dik yokuşlarıyla ve verandalı ahşap evleriyle kendini göstererek şehri daha iyi anlamanıza vesile olacaktır. Minaresini görünce kolaylıkla fark edebileceğiniz bir yerde olan, dediğim gibi görüntüsü çok orijinal ve hoş olan bu camiyi yolunuz Tiflis`e düşerse eğer, mutlaka görmenizi tavsiye ediyorum.
 
Cuma mescidine gelmeden önce şehri yukarıda dediğim az bir zaman zarfı içinde gezerek tanıma şansı bulmuştuk. Şimdi sırasıyla Cuma mescidine uğramadan önce gördüğümüz yerleri aktarmaya çalışacağım. Modern mimariyle eski şehrin doğal yapısı iç içe girmiş bir meydana ve ardından Kura nehrine doğru giderken bizi ilk karşılayan şey Kura nehri üzerinde modern mimariyle inşa edilmiş çelikten bir köprüydü. Tiflis şehrini sadece yaya olarak bir yamaçtan diğerine Kura Nehrinin üzerinden bağlayan bu köprü akşam karanlığının da etkisiyle üzerinde kurulan aydınlatma ve ışıklandırma ile misafirlerini ağırlıyordu.
 
Tiflis`te Akşam Oluyor
 
Dağların ardındaki kızıllık bile daha kaybolmamıştı. Bu bize çok daha güzel bir manzara sunuyordu. Şehir Kura nehrinin iki yamacına kurulmuştu. Dolayısıyla bizler Kura nehrinin tam kenarında olduğumuz için bulunduğumuz yer iki yamacında gölgesi altında kaldığından sanki gece vaktiymiş gibi bir karanlıktaydı. Ama başınızı az kaldırdığınızda batı yamacının ardından son demlerini yaşayarak kendini göstermeye çalışan gün ışığının ve onunla birlikte kızıla boyanmış kale surları, kiliseler ve diğer tarihi yapıların muhteşem görüntüsüyle göz göze gelerek kendinizi bu manzaraya hayran olmaktan alıkoyamıyorsunuz. Taş yapıyla yamacın en dik olduğu tepeye, uçurumun kıyısına cetvelle çizilmiş bir çizgi kadar kusursuz bir şekilde mükemmel bir mimariyle inşa edilmiş olan kale surları ve ardında ki tarihi yapılar gerçekten de tam bu vakitte görülmesi gereken bir manzara olarak karşımıza çıkıyor. Bir müddet durup etrafıma bakındım. Karşımda akşamın olmasıyla birlikte ışıl ışıl yeniden doğan bir şehir duruyordu. Surların ve diğer yapıların kenarına köşesine koyulmuş olan aydınlatmalarla beraber tüm asaletini gece boyu da göstermeyi başaran bu yapılara, bu vakitlerde gündüz olduğundan daha bir dikkatle bakıyor ve görüyorsunuz. Tahmini dördüncü yüzyıldan günümüze kadar varlığını koruyabilmiş ender yapılardan birisi olan ve kalede diyebileceğimiz bir yapıya sahip olan Narikala Hisarı, pek çok millet ve devlet tarafından günümüze dek çok sayıda hasar görmüş olmasına rağmen bugün hala ziyaretçilerini etkilemeyi başarıyor. Riyis parkından baktığınızda yukarıda dediğim gibi muhteşem bir görüntü olarak karşımıza çıkan Narikala Hisarını özellikle tarihi yapılara ve bilahare tarihe ilgi duyanların görmeleri gereken bir yer olduğunu düşünüyorum.
 
Hava gittikçe kararmaya başlamıştı...
 
Bizler Riyis parkında biraz daha oyalana duruyorduk. Grup halinde gezerken az sonra küçük gruplar halinde birbirimizden ayrılmaya başlamıştık. Fakat farklı yerlere gitme gibi bir durumuz yoktu. Park ileride görünen büyük heykelin aşağısındaki yoldan itibaren bitiyordu. Bizlerde nihayetinde hepimiz bu yolu takip ederek az önce geçmiş olduğumuz köprüden çok farklı olan ve aynı zamanda araçlarla da geçilebilen bir köprüden karşıya geçerek akşam gezmesini bitirecektik. Bu sebepten dolayı arkadaşlarımız kimileri önde kimileri ise arkada belirlenen konuma doğru etrafını saran tarihi ve modern yapıların etkileyici görsel sunumuyla yoluna devam ediyordu. Parkın içinden geçerken dikkatimi çeken iki şeyden burada bahsetmek istiyorum. İlki demir ya da çelik tam olarak ham maddesinin ne olduğunu bilmediğim küçük küçük heykellerin sürekli olarak etrafımızda bizimle birlikte olmasıydı. Bu heykeller bazen elinde bir çocuk ile anne veya bir aileyi andıran heykellerdi. Tabi heykel deyimi ne kadar doğru bilmiyorum. Açıkçası bu konuda pek bir bilgimde yok. Ama dikkatimi çekmeyi başaran şeyin demirden ya da çelikten olmasıydı. Bunu yanında hemen hemen her yerde varlığını hissettiğimiz şeyler olmalarıydı. Bu küçük şeylerin yanında birde ikinci olarak parkta bizler yola doğru ilerlerken karşımıza çıkan ve yine çelikten yapılmış olan bir ağaçtı. Bu ağaç figürünün anlamı neydi ya da ne anlatılmak istenmiş şuan bile emin değilim. Ama o akşam ilgi odağımız olmayı başarmıştı. Sarı ışıkların gövdesinden dallarına kadar uzandığı ve çeşitli yerlerinde günümüzde hala insanların köylerde kullandığı eşyaların kabartmalarının gösterildiği küçük dallarında kuşların ve kuş yuvalarının gösterilmeye çalışıldığı bir tür sanatsal çalışmaydı. Tabi her ikisinin de ortak yönü demirden ya da dediğim çelikten yapılmış olmasıydı. Bunların örneğini Batum`da bile görmemiz mümkün. Hatta Ali ve Nino`nun aşk heykelinde bile böyle bir madde kullanılmış, üzerinden geçtiğimiz köprü bile yine çelikten yapılmıştı. Bütün bunları göz önünde bulundururarak Gürcülerin bu işi yapmalarında ki ustalığını ve ilgilerinin varlığını ortaya koyabilmemiz mümkün oluyor.
 
Riyis parkındaki gezintimiz yalnızca bunlarla sınırlı kalmadı. Parkın çeşitli yerlerindeki sokak sanatçıları sanatlarını icra ediyorlardı. Özellikle akordeon çalan bir gencin o yöreye has olduğu tüm çıplaklığıyla belli olan hoş melodi hala kulaklarımda çalınıyor gibi hissediyorum, Tiflis’i her hatırladığımda. Tiflis halkı ya da turist mi tam olarak bilmediğim ama tek tükte olsa dans eden birkaç insanı görebiliyorduk. Müzik var ama ortada kelimenin tam manasıyla bir eğlence ya da bir mutluluk söz konusu değildi. Bu sessizlik nedeni bilmiyorum ama az sonra bir kaç arkadaşımız kol kola girip halay çekmeye başladılar. Belki de bu yolculukların en güzel tarafı daha önce tanımadığın biriyle hemen tanıştıktan sonra bu denli kaynaşmak ve arkadaş olmaktı. Neşe dolu arkadaşlarımın bu denli sıcak hareketleri karşısında yerinizde durmakta zorlanıyorsunuz. Bende haliyle katıldım ama az sonra Karadenizli birkaç arkadaşımız normal halaydan horona geçince haliyle bir Besni`li olarak ayak uyduramadığım için geri çekildim. İzlemesi bile büyük keyifti. Vatandan yüzlerce kilometre uzaklıkta başka bir ülkede, başka bir milletin içinde böylesine kendimizi kültürümüze yakın hissettiğim için büyük bir memnuniyet sevinci vardı içimde.
 
Az sonra hep birlikte köprüye doğru ilerledik. Tabi artık Riyis Parkı arkamızda kalmıştı. Önümüzde sakin ve durgun akmaya devam eden Kura nehri ve yanı başımızdaki tepelerde yükseklikleri hayli çok olan heykeller vardı. Kura nehrinin kıyısından yükselen dik bir uçurumun kenarına inşa edilmiş bir heykel çok dikkatimi çekmişti. Neredeyse bütün bir Tiflis’ten görünecek kadar büyüktü. At üzerinde bir adamın gösterildiği heykelin hemen yanındaki kilisede akşam gözüyle bakıldığında çok güzel bir görüntü veriyordu ziyaretçilerine. Karşı yamacın en yüksek noktasında Narikala Hisarının surlarına, nehrin kenarındaki eski hamamlara ve üzerinden ikinci kez geçtiğimiz Kura nehrine son kez bakarak Eski şehrin yokuş yukarı çıkılan dar sokaklarına sokulmaya başladık. Burada en başında dediğim gibi Cuma mescidini uğrayarak Tiflis`ten ayrılacaktık.
 
 
Bir akşamüzeri kırk Genç Gönüllü arkadaşımla birlikte uğradığımız Tiflis ziyaretimiz burada sona eriyordu. Artık Kafkas İslam Ordusunun izini aradığımız bu yollarda seferin asıl başlangıç noktası olan, kardeş Azerbaycan topraklarına ayak basmaya az kalmıştı. Yolculuğumuzun bir sonraki şehri Azerbaycan`ın Gence reyonuydu. Gence mücadele fitilinin yakıldığı yer ve Nuri Paşa’nın da bir zaman ikamet ettiği şehir. Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle.  


GENÇ'ın Yazısı.