Gıpta
İdrak deryânızın az dibine doğru dalınca, insanların size karşı olan tüm inceleme ve hislerinin, tamâmen gıpta orjininde olduğunu fark etmeniz hiç de zor olmuyor.
Özellikle karayolu ile yaptığınız uzun yolculuklar, Afrika’yı daha iyi tanımanız, daha iyi anlamanız için geniş imkânlar ortaya koyuyor.
Ekvator çizgisine yakın, yemyeşil tropikal yerlerden, kuzeye, Çad Çölü’nün kuraklığına doğru olan Kamerun içi seyahatte, iklim, kültür, tabiat ve bunlara bağlı olarak insanlar, karakterler, yeme içme ürünleri, her şey değişiyor.
Gidiş-gelişli dar ve yetersiz yollarda, derin asfalt çukurları, kimi yerlerde aracınızı 3’üncü viteste kullanım hakkı vermiyor. 280 km’lik güzergâhı, ancak 7 saatte 1-2 defa gidip gelince, Türkiye’deki 90 km’ye 1 saat verme alışkanlığınızı böylelikle çarçabuk unutup gidiyorsunuz.
Seyahatler, şehir merkezlerinden uzaklığı, köy, orman hattâ çöl hayatlarını gözünüzün önüne koyduğu için gerçek Afrika’yı seyretmenin hem doyumuna ulaşıyor hem de hüznünü yaşıyorsunuz.
Akşam ezanı vaktinden 20-30 dakika sonra iyiden iyiye kararan havadan dolayı, günlük hareketlerin tamamen sona erdiği, elektriksiz bir hayattan söz ediyorum. Artık birbirlerinin sîmâlarını seçemeyen insanların, sabaha doğru saat 3-4 gibi uyanacakları uykuya, ya bir hasır üzerinde ya da bambudan yapılmış ahşap bir zeminde, akşamın 7’sinde, 8’inde daldıkları bir hayattan...
Bahsettiğim böyle seyahatlerde gördüğünüz evler, genel olarak, içinde sâdece gecelerin geçirileceği mekânlar olarak kullanılıyor. Hep dışarıda yaşıyor Afrika insanı. Zâten ekmeği-aşı kendisi emek vererek temin edeceği için hep dışarıda olması ve hep çalışması gerekiyor.
Karayolunun kenarındaki 60-70 santim genişliğindeki patikayı yaya yolu olarak kullanan insanlar, uzun mesafeleri, ellerinde ve başlarının üzerinde yükler taşıyarak katediyorlar.
Sırtında bağlı bebeği, sol elinde 5 litrelik bir bidon su, kafasında bohçalanmış bir tencere, sağ tarafında, başında içi tahıl dolu bir kova taşıyan 8-9 yaşlarındaki diğer evlâdıyla, yakıcı güneşin altında ilerleyen bir anneyi tefekkür edebilir misiniz? Arkalarından, elindeki 1,5 litrelik şişede su taşımayı yeni öğrenen ve düşe kalka âilesini takip etmeye çalışan 2 yaşındaki yavrucağı da unutmadan...
Yakıt, dinlenme, WC-lavabo, alışveriş gibi bir ihtiyaç oluyor; bir noktada duruyorsunuz. Evvelâ uzaktan dikkatlice size odaklanan bakışlar, ardından samimice yaptığınız selâmlaşmalarla etrâfınıza doluşan insanlar...
İdrak deryânızın az dibine doğru dalınca, insanların size karşı olan tüm inceleme ve hislerinin, tamâmen gıpta orjininde olduğunu fark etmeniz hiç de zor olmuyor.
Gıpta edilmek.. Hem de çevrenizdeki, karşılaştığınız, tanıdığınız-tanımadığınız her 10 kişiden 8-9’unun size gıpta ettiği, sizin gibi olmayı hayâl ya da hayâl ötesi gördüğü bir dünyâda yaşamak...
Bana sorarsanız Afrika’da yaşamanın -neredeyse- hiçbir zorluğu yok; bu ağırlığın altında her dem eziliyor olmanın dışında...
Sâdece üzerinizdeki kıyafetlerin tutarının, selâm verip tokalaştığınız her bir insanın, binbir emekle çalışıp elde ettiği bir aylık gelirinden daha fazla tutabileceğini hissettiğinizde, târifsiz duygular eşliğinde, utanç ve şükür karışımlı bir tencerede fokur fokur kaynayıp duruyorsunuz.
Afrika’nın, Müslümanı ayrı, Gayr-i Müslimi ayrı bir tefekküre boğuyor insanı.. Hadi, diyorsunuz, şunlar Müslüman... İnşallah bu dünyâda sıkıntıdaysa da âhirette mutlu-mesut olabilir... Ya şu diğerleri?
Kendisini selâmladığınızda, hele hele tokalaşıp hâl hatır sorduğunuzda mutluluğunu pınar edip gözlerinize akıtan, kandırılmış, zavallı bedbahtlar? Hesâba alındığını, insan yerine konulduğunu hissedince size âdetâ eski dost muamelesi yapan zavallılar?
Yanmasınlar yâ Rabbi!.. Sonsuz azâba uğramasınlar!.. Hidâyet bahşeyle!.. Hidâyet bahşeyle!..diye içinizden haykıra haykıra duâlar ediyorsunuz.. Takdir ve nasip kapısı, Âlemlerin Rabbi Hazret-i Allah’a yalvarıyor da yalvarıyorsunuz...
Yaa... İşte öyle... Gıpta edilmek... Ne kadar ağır bir duygu. Aslında, çoğumuz, belki hepimiz, dünyâ üzerindeki yüzbinlerin, milyonların gıpta ettiği bir hayâtı yaşıyoruz da farkında değiliz...
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.