Eski-Yeni Geriliminde Bir Moda İkonu Şehir: Milano
Ebubekir Şimşek
“Sürekli geçmişin donuk hatıralarıyla yaşamak tehlikeli bir tavırdır. Ancak kesin olmayan ve hiç denenmemiş geleceğe yönelmek de aynı derecede risklidir. İki başlı kartalda olduğu gibi; fikir almak için geçmişe, ideallerimizi belirlemek için de geleceğe bakmamız gereklidir.”
Şehir, geçmişimiz ile geleceğimiz arasında birbiri ile ilişikli bugünümüzü yaşamamıza imkan veren, bize ev sahipliği yapan en geniş yapılı çevremizdir. Yine şehir sürekli bir gelişim ve dönüşümde bulunma halidir. Ve yine şehir tıpkı bir insan vücudu gibi bir çok komplike bilgiye haiz en büyük organizmadır. Bir çok organ birleşerek tek bir bütünde organize olarak yaşamaktadırlar. Ayrı ayrıdırlar, fonksiyonları farklıdır ama hedef tek vücut olmaktır. Organlar görev bilincindedirler, kimse kimseden rol çalmaya çalışmaz ve ideali, dengeyi, olması gerekeni yerine getirirler.
İnsan ve birey olma özelinden başlıyor ve bir mekan tariflemeden bir barınma dürtüsünden bahsediyoruz. Ve de bunun sonucu olarak yapılı çevre oluşturma gayretinden bahsediyor, birey mevzuundan bağımsız olarak yola çıkarak şehri konuşuyoruz.
Birey, yaşadığı çevre ile -ki biz ona şehir diyeceğiz- sürekli bir alışveriş ve etkilim halindedir. Şehir, insanların zamanını, enerjisini, parasını, sağlıklarını alırken; aynı zamanda onlara bu kazanımlarından elde edilen imkanları da geri verir. İnsana barınma, güvenlik, sosyalleşme gibi temel ihtiyaçların yanında; sanat ve kültür ile iştigal olma fırsatını, şehirli olma haklarını da verir. İnsanı besler, kollar, korur, yetiştirir, sosyalleştirir, eğitir. Peki bu karşılıklı alışveriş her birey-şehir ilişkisinde hep mutualist bir zeminde mi gerçekleşir. Elbette ki hayır. Birey nasıl ki rahmani ya da şeytani sıfatlar ile taraf oluyor ise ona göre yaşıyor, sınıflandırılıyor ise; aynı yargı şehirler için de geçerlidir.
Bir yaratılış hikayesi olan rahman-şeytan kutuplaşması; İyi ile kötünün savaşıdır. Güzel şehirler için, güzel insanlara; güzel insanlar için de güzel şehirlere ihtiyacımız vardır. Gelecekten miras olarak gelmiş karakteristik, genetik akraba özelliklerimiz gibi şehirlerin de bizlere miras olarak gelmiş kültür, medeniyet, sanat gibi pek çok fotoğrafları mevcuttur. Bu ilişkide birey konusuna girmeden şehre bakıyor olacağız.
Evrensel değerleri destekleyen rahmani kavramların, bizim yapılı çevremizde sağlıklı bir şekilde doğmuş, gelişiyor ve yaşıyor olması bizi olması lazım gelen önce bireye sonra da şehre götürür. İyi insan olmanın, iyi şehir olmanın; tek vücutta evrenselleşmenin tek yolu bu bilinçli benliktir. Bireyden şehre; şehirden bireye. Bu Rahmani bir yoldur. Aksinde ise şehirlerimiz büyük bir makine olmaktan öteye gidemezken, bizler de sistemin içerisindeki basit birer dişli olmaktan öteye gidemeyiz. Bu da şeytani bir durumdur. Her yapacağınız iş belirlenmiş, tanımlanmıştır ve hareket kabiliyetiniz, iradeniz yoktur. Statik bir durumdur ve hastalıklıdır.
Şehrin oluşumuna etki eden geçmişten miras olarak gelmiş kültür, medeniyet, iklim, yapı malzemesi gibi pek çok başlık varken bir de geleceğin teknoloji ve bilişim dünyasında nasıl bir yerde durmak gereklidir?
Günümüz mimarlık dünyasının geleneksel-modern gerilimini, eski-yeni kafa karışıklığını bu minvalde düşününce konu daha da karmaşık bir hal almaktadır. Sadece mimarların değil, her bireyin, şehirlinin içerisinde bulunduğu, bulunması gerektiği bu gerilimi; pek bilinmeyen lakin harika bir bilge olan Pakistanlı mimar ve düşünür Gülzar Haydar’ın şu cümlesi ile akledecek olursak;
“Sürekli geçmişin donuk hatıralarıyla yaşamak tehlikeli bir tavırdır. Ancak kesin olmayan ve hiç denenmemiş geleceğe yönelmek de aynı derecede risklidir. İki başlı kartalda olduğu gibi; fikir almak için geçmişe, ideallerimizi belirlemek için de geleceğe bakmamız gereklidir.”
Konu eksen kayması yaşamasın diye üzerinde somutlama yapabileceğimiz bir örnek şehre geçerek birey-şehir bağlamında bir okuma yapalım; Milano.
Milano, tarihi yolculuk sürecinde çok uzaklardan geliyor. Lakin günümüzde eski ve yeniyi beraber yaşamak yerine; eskiyi yeniye dekor ve bir pazarlama takviyesi olarak kullanarak yeniyi tercih etmiş bir şehir. Yeniden kurgulanan şehrin hikayesi modern sanat, moda, alışveriş gibi tüketim merkezli çağın bir çok taleplerine göre yazılmış. Şehrin eski dokusu o denli yok olmuş ve eski anıt eserleri öyle bir hal almış ki sadece vitrine konmuş birer biblo gibi kalmışlar. Mesela en meşhur ziyaretgahları olan Duomo Meydanı’nda (Piazza di Milano) bulunan ve sadece İtalya’nın değil, Tüm Avrupa’nın belki en büyük, en meşhur katedrallerinden birisi Duomo Katedrali’ne (Duomo di Milano) bakalım. O artık şehrin bir parçası değil. Şehirlinin hizmetinde yaşayan bir yapı olmaktan ziyade modern tüketim şehrinin bir dekoru. Bir süs eşyası gibi tozu alınan, vitrinde duran, okşanan, önünde fotoğraf çekinilen bir cazibe merkezi. Oysa ki mimarlık, din ve sanat tarihi için muazzam bir yapı.
Mesela şehir ikonlarından ve de oldukça beğendiğim Sforzesco Şatosu’nun (Castello Sforzesco) bir alışveriş merkezi olan Galleria Vittorio Emanuele II kadar popüler olmadığını da bu şekilde açıklayabiliriz.
Yine konunun dağılmasına izin vermeden bu iddiayı destekler bir örnek vermiş olalım. Milano’da son zamanların mimarlık ortamında oldukça tartışılan, hatta uluslararası basında da oldukça yer bulan bir yapı inşa edildi. İtalyan mimar ve aynı zamanda şehir plancısı olduğunu öğrendiğimiz arkadaşımız Stefano Boeri sözüm ona dünyanın ilk dikey ormanını Bosco Verticale Projesinde tasarlayarak inşa etmiş.
Tasarımcılarına göre proje; kentsel konutlar ile ağaçları bir araya getirerek size şehir merkezinde etrafı bitkilerle çevrelenmiş bir yaşam alanı sunuyor imiş. Biri 76, diğeri 110 metre olan iki kule yaklaşık 900 ağaca ve 2000 çeşitli bitki türüne ev sahipliği yapıyor imiş. Sürdürülebilir konutlar ve kentsel çevre için yeni bir model olarak görülen projede, kulelerin her cephesindeki balkonlara küçüklü büyüklü birçok bitki yerleştiriliyor ve yeni bir yaşam alanı oluşturuluyor imiş. Hatta mimari raporu yazanlar hızlarını alamamışlar bu iki gökdelen kardeşlerin havadaki kirliliğin etkisini azaltacağını da iddia ediyorlar imiş. Aynı zamanda gürültü kirliliğine bir set olabilecek ve aşırı güneş ışığını gölgelerken oksijen üreten mikroklimatik bir ortam yaratacak imiş.
Yani gökdelen arkadaşlar modern şehir pazarlama hastalığı olan aspirin gibi her derde deva olma güzellemelerinde bulunuyorlar. Konu için teknik ve akademik argümanlara gerek dahi duyulmadığı her vicdan sahibi rahmani birey ve şehirli için geçerlidir.
Üst ölçekte şehir, alt ölçekte birey için bu yapı bir problemdir. Ve bu problem, cepheye zavallı ağaçları asmakla giderilmiyor, tam tersi büyüyor. Tasarım; şehirle, ölçekle, kimlikle, dokuyla, kültürle, yatırım maliyetiyle, işletme maliyetiyle yani her mesele ile sorunlu. Tıpkı Duomo Katedraline biçilen rol gibi pazarlama canavarları, zavallı ağaçlara da figüranlık yaptırıyorlar.
Bir turist olarak gittiğiniz Milano’da Duomo’yu bir ibadet yapısı bir sanat harikası olarak izlemeli ve meselenin kültür turizmi kısmında kalmalısınız. Yoksa Galleria Vittorio Emanuele II içerisinde cam tonozlu örtüsünün altında alış veriş yapıyorsanız meselenin pazarlama turizmi cenahında kalırsınız ki bu da sizi büyük makina sisteminin bir dişlisi yapar.
Birey olarak bizlere düşen iyi insan olarak ve rahmanın safında yer alarak rahmani şehirler inşa etmektir. Bunun aksi bizi kötü insan yapar, şeytanın safında tutar ve şeytani şehirlerde yaşamayı dayatır. Önce iyiyi bilmeli, iyi olmalı, kötüyü bilmeli ve kötüyü iyiden ayırt edebilmeliyiz. Ki iyi olamıyorsak, kötü ile mücadele edemiyorsak bari kötüye razı olmayalım.
GENÇ'ın Yazısı.