Neredeyse her güne tatsız ve acı haberlerle başlıyoruz. Kutsal değerlerimize yani mukaddeseta karşı, gerek dünyanın çeşitli ülkelerinde gerekse Türkiye’de, birilerinin göstermiş olduğu edepsizlikler ve nefret karşısında kimi zaman üzülerek kimi zaman da öfkelenerek duruş sergileyemeye çalışıyoruz. Müslüman izzetli insandır, dinini canından aziz bilir, tüm zalimlere karşı ebedî bir düşmanlık taşır yüreğinde. Allah ve Rasulü’nün sevdiğini severiz, Allah ve Rasulü’nün hoşlanmadığından, buğzettiğin de uzak dururuz. Bu manada sevgi kadar “buğz” da hayatımızın içindedir. GENÇ’te bu ay kapağımıza ve dosya çalışmamıza “buğuz” meselesini taşıdık. Zira “Müslümanın buğzu olmalı” derken neden ve nasılını öğrenmek, cevap aradığımız soruları sizlerle de paylaşmak istedik. Öfkenin hayatımızdaki yeri, insanın kime/kimlere karşı, hangi ölçüler ve ilkeler bazında daima buğz içinde olması gerektiği ve kızdığımızda gerçekten Allah için kızabiliyor muyuz, yoksa dünyaya kendi kabalığımızı, anlayışsızlığımızı mı yansıtıyoruz soruları üzerine “anlama ve anlamlandırma çabası” olarak dosyamızı şekillendirdik. Kıymetli hocalarımızın yorumları, ustaların hassas tespitleri ve gençlerin buğuz etmek hakkındaki düşünceleriyle de zengin bir içerik oluştu. İstifadesi bol olsun.

İslam’ın Yanlış Dediğine Buğzederiz

Murat Kaya / İslami İlimler Fakültesi, Dr. Öğretim Üyesi

Müslüman daha çok yanlış işlere karşı buğuz besler. Yanlışların insanlardan sıyrılması için çalışır. Ancak bazı insanlar bilerek ve isteyerek hataları yapmaya devam ederlerse o zaman o kimselere de buğzeder. Yine de onlardan ümidini kesmez. Zira çıkmadık canda ümit vardır. Yanlış ve doğruyu belirleyen de Allah ve Rasulü’dür. Biz İslâm’ın yanlış dediğine buğzederiz. Küfre, şirke, isyana ve günaha buğzederiz.

Bir insan, Müslüman için “ebedî düşman” olamaz. Çünkü son nefese kadar iman etme ihtimali vardır. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in, amcası Ebu Talib’e yaptığı gibi insanlara son nefeslerine kadar tebliğ ederiz. Basiretle güzel güzel anlatırız. İmansız bir şekilde can verdiğini kesin olarak bilirsek o artık bizim ebedî düşmanımız olabilir. Kendisi zaten sahneden çekilmiştir ama onun fikirleri ve eserleriyle mücadele etmek gerekir. Yeryüzü Allah’a asi gelmekle yani günah işlemekle fesada uğrar, Allah’a itaat etmekle ıslah olur. Dünyanın ıslahı için çalışanlar Allah’a itaati artırmaya gayret etmelidirler. Dünyanın bozulmasını istemeyenler de günahları azaltmanın derdinde olmalıdırlar.


Sevmek ve Buğzetmek İmanın Tezahürüdür

Veysel Akkaya / Eğitimci Yazar, Dr. Öğretim Üyesi

Buğzetmek, sevmekle ilgilidir. İkisi birbirinin olmazsa olmazıdır. Sevebilen kimse aynı zamanda buğzedebilen kimse demektir. Her insanın sevdikleri ve buğzettikleri var. Sevgide sebep ve ölçüler değişik olduğu gibi, buğuzda da değişiktir. İslamda sevgi ve buğuz –eğer şartları yerine getirilirse- ameller içerisinde en kıymetlisi olarak karşımıza çıkar.

Bir gün Peygamber Efendimiz, içlerinde Ebû Zer (r.a) ve Abdullah b. Abbas (r.a.)’nın da bulunduğu bir grup sahabinin yanına gelerek şöyle bir soru sorar: “Allah katında hangi amel daha sevimlidir, bilir misiniz?” Bu soruyu namaz, zekat ve cihad diye cevaplayanlar olur. Efendimiz ise şu karşılığı verir: “Allah katında en sevimli amel, Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, kin tutmaktır.” Ebû Zer (r.a.) en sevimli amel rivayetini yaparken, İbn Abbas (r.a.) Allah için sevmek ve buğzetmenin imanın tezahürü olduğu rivayetini yapar. [1]

Sahabiler sevgi ve buğzun nasıl olması gerektiği konusunda Nebevî talimden geçiyorlar. Hadiste, sebebi sadece “Allah için” olacak bir sevgi ummanı olmak kadar, yine bunun karşılığı sadece “Allah için” olacak buğzun gerekliliği belirtilmekteydi. Allah’ın sevdiği Peygamberler ve salihleri sevmek; kafir, fasık, zalimlere buğzetmek îman ile alakalı temel bir husustur. Mü’min şahsiyet sadece Allah için seven bir kimse değildir. Aynı zamanda Allah için kötülüklere buğzederek, tepkisini gücü ölçüsünde ortaya koyan, hiç olmazsa kalben buğzu elden bırakmayan kimsedir.[2] Toplumda kötülüklerin yayılmasında, kötülüklere duyarsız kalmak da önemli rol oynar.

Günümüzde hoşgörü adına her şeyi olduğu gibi kabul etmek gibi bir algı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Hoş görmek karşısında buğzetmek kötü bir şey olarak gösteriliyor. Halbuki hoş görmek hata, kusurla alakalıdır. Buğuz ise Allah’a isyan ile alakalıdır. Mukaddes değerlerin hiçe sayılması durumunda hoş görmek kötü bir ameldir, bunun yerine buğzederek gereğini yeri ve zamanına uygun ortaya koymalıyız.

Sevgi ve buğzun başkaları ile ilgili boyutunun yanında bir de kendimiz ile ilgili boyutu var. Hatta buğzederken kendimize bakmalıyız. Başkalarında gördüğümüz kötü haller bizde varsa, önce nefsimize buğzedip onlardan kurtulmalıyız. Ebu Zer (r.a.)’ya Rasûlüllah Efendimiz nasihat ederken bu hususa şöyle dikkat çeker: “Sende bulunan ayıplardan dolayı başkalarına atıp tutma. Senin işlediklerini işleyenlere buğzetme. Çünkü sende bulunan ayıpları görmeyip de aynı ayıplardan dolayı başkalarını kötülemen, işlediğin bir suçtan dolayı başkalarına kızman ayıp olarak sana kafidir.” [3]

[1] Ahmed b. Hanbel, V, 146; Mecmeu’z-zevaid, l, 90 5.

[2] Müslim, İman 80.

[3] Münzirî, Terğib III/47.


İnsan Önce Kendisinin Farkında Olmalı

Alanur Ceylan İç Mimar ve Çevre Tasarımcısı

Buğzetmek deyince İslami bir duruşla naifçe kızmak geliyor aklıma. Kızdığım, öfkelendiğim, içim içime sığamadığım durumlara buğzediyorum. Yaşadığım şehrin sokaklarında 18 yaşındaki genç bıçaklanırken herkesin susmasına, yaşlı bir teyzemin elindeki eşyaları taşımasına yardım etmeyen duyarsız yaşıtlarıma, Fırat’ın kenarındaki kuzudan kendini mesul tutan Hz. Ömer’in kardeşi olan bizlerin dünyadaki zulme ve haksızlığa kör ve sağır kalmasına buğzediyorum...

İnsanlık olarak ortak ahlaki değerlerimiz ve bizi özel kılan İslami değerlerimiz var. Bu değerlere saygısızlık eden, onu yok etmeye çalışan her şeye ve herkese buğzetmeye çalışıyorum… Gönlümün huzurlu olmadığı her şey buğzetmeye değerdir…

Kendime buğzettiğim dönemler de oldu tabi, mesela her şeyden soyutlanıp kendimde kaybolduğum döneme oldukça buğzediyorum... Bu dünyaya herkes gibi standart ritüelleri yaşamak için gelmedik. İslam’ı yaşayan bir aileye sahip olmak, böylesi ortamlarda büyümek aslında bir nimetken aynı zamanda büyük bir mesuliyet ve bunun gereği olarak artık uzaklığın kalmadığı günümüz dünyasında herkes ve her şey yakınken yapılan zulme, haksızlıklara, yanlışlara duyarsız kalmamam. Gereğince ettiğim buğuzları Rabbim için edip yine bunun gereğince da elimden gelen çabayı göstermeye çalışıyorum.

En çok buğzettiğim zaman sanırım kendimeydi... İnsan önce kendisinin farkında olmalı; farkındalıkları yüksek bir kişi ancak çevresinin farkına varır ve gereğini yapar... Herkesin duyarsızlaşıp kendinde boğulduğu ahir zamanda birinci öncelik farkındalıklarımızın farkında olmak diye düşünüyorum. Çünkü bunun bilincinde olan birisi buğzetmeyi de bilir buğzettiğine gereğini yapmayı da.


Kibriyle Var Olanlara Muhabbet Beslemem

Hatice Kübra Pekkırbızlı / İslam Hukuku Yüksek Lisans Öğrencisi

Fiili müdahaleye gücümün yetmediği insanlara karşı buğzederim. Bunun yanı sıra cehaletinin farkında olmayan, bilgiye kapalı olmasına ek olarak doğruyu bulmaya çalışan insanları hor görenlere de buğzederim.

Elinde bulundurduğu gücü her şeyden önemli gören ve bunu kötüye kullanan, kibriyle var olmaya çalışan insanlara muhabbet beslemem ve kalben onlardan uzak dururum.

İlahiyat Fakültesi’nde öğrenci olduğum esnada aile meclisinde dini bir konuda tartışma ortamı açılmıştı. Dini birikimi olmayan, bu konuda araştırma yapmadığını bildiğim insanlar birçok usuli konuyu değersiz ve önemsiz görerek kendi fikirlerinin daha doğru olduğunu iddia ediyorlardı. Neyi bilmediğinin bile farkında olmadıklarını anladığım anda ne kadar konuşsam da, doğrusunu anlatmaya çalışsam da boşuna olduğunu anladım. Hakikati bilmeden, bilmeye çalışmadan her söylediğinin doğru olduğunu iddia eden insanlar öncelikle kendileri doğruyu aramaya başlamalı.


Şeytani Nefse Buğz Ederim

Sevdenur Varlık / Din Psikolojisi Yüksek Lisans Mezunu

Şirke, zulme ve şeytani nefse buğz ederim. Dilimin yetersiz, elimin çaresiz kaldığı zamanlarda Müslümanca bir vazife olduğuna inandığım için buğz etmekten alıkoyamam gönlümü. Kişinin nefsani olarak Allah`ın emirlerine karşı fiillerinde ısrarcı olmasına ve savaşla gelen zulüme kalben buğzederim.


Dürüst Olmak En Önemli Erdemdir

Elif Yelgeç Ekici / Coğrafya Yüksek Lisans öğrencisi

İkiyüzlülüğüne şahit olduğum birine buğzederim. Bunun ille de bana karşı yapılmış olması gerekmez. Çünkü dürüst olmayı en önemli erdemlerden birisi olarak görüyorum.

Çok dindar gördüğüm fakat kanunda boşluk arayan avukatlar gibi bazı ayetleri kendince yorumlayıp İslam’ı kendi kolayına geldiği şekilde yaşayan insanları gördüğümde buğzediyorum. 


Öfkesiz Fikir Yahut Fikirsiz Öfke

“İnsan başını sıçan kafasından ayıran tek hassa! Ha tüfeği olmayan asker, ha öfkesi olmayan fikir. Fikir öfkesi, düşünüş tarzlarının, asabi cihazın, manivelası, icra müessiridir. Zihin onun sayesinde dinamizmaya kavuşur, yıldırımlaşır, enerjiye erer, cansız bir ölçü kalıbı olmaktan kurtulur. Tek kelimeyle fikir öfkesi, kıymet hükümlerimizin hamle ve irade kaynağıdır.

Öfkesiz fikir duvarda veya sandıkta, evde veya dükkanda, kalabalıkta veya tenhada, ikide bir ötmekten başka hikmeti olmayan abdal bir guguklu saattir.

Öfkesiz fikir ne kadar acıklı bir manzaraysa, fikirsiz öfke de o nisbette merhamete layık bir levha… Ruhi teessürlerini herhangi bir görüş sistemine irca edemeden bağıran çağıran, kıran döken, tepinen döğünen bünyelere, haklı olarak hasta der geçeriz. Harikulade muvazene, öfkesiz fikirle fikirsiz öfkenin arasında yerini bulan, müşterek bir akıl ve sinir nakiliyetinde…”

Çerçeve 1, Necip Fazıl Kısakürek, s. 68-69


Her Teklif Herkese Yapılmaz

“Mütareke yıllarında İngiliz komutan General Harrington bir gün gümrükte gezerken, kendisine Zenci Musa’yı göstererek ‘Hani İngilizlerden üç yüz bin altın kaçırmıştı ya, işte bu odur’ derler. Bunun üzerine Komutan, ‘Bizimle çalışırsan seni altına boğarım.’ diyerek Musa’ya bir teklif yapar. Zenci Musa ise şu cevabı verir: ‘Her teklif herkese yapılmaz. Bu teklif beni rencide eder. Benim devletim Osmanlıdır. Bayrağım ay yıldızlı bayraktır. Komutanım Eşref Bey’dir. Bu iş bitmedi. Sizinle mücadelemiz devam edecek.”


Her Şeyi Yakan Ateş

“Bir cemiyette kulübe ve apartmanlar; mağara ve gökdelenler, aşırı beslenmeden mide fesadı ile gıdasızlıktan zafiyet bir arada bulunursa, işte o zaman kin ve buğuz, kalblerde yaş ve kuru her ne varsa hepsini yakan ateşi tutuşturur.”

Fakirlik Problemi Karşısında İslam, Yusuf el-Karadavi, s. 28


Sözünde Duran Adam

“Akif, verdiği söze bağlı olmayanlara insan gözüyle bakmazdı. Aramızda geçen bir olayı anlatayım: Ben Vaniköy’de oturuyordum. Kendisi de Beylerbeyi’nde. Bir gün öğlen yemeğini bende yemeyi, sonra da oturup sohbet etmeyi kararlaştırdık. O gün, öyle yağmurlu, boralı bir hava oldu ki her taraf sele boğuldu. Havanın bu haliyle karadan gelemeyeceğini tabii gördüm. Yakın komşulardan birine gittim. Yağmur, bütün şiddetiyle devam ediyordu. Eve döndüğümde ne işiteyim, bu arada. Mehmet Akif Bey sırılsıklam bir vaziyette gelmiş. Beni bulamayınca, evdekilerin bütün ısrarlarına rağmen içeri girmemiş. “Selam söyleyin” demiş ve o yağmurlu havada dönmüş gitmiş! Ertesi gün, kendisinden özür dilemek istedim. “Bir söz, ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir.” dedi ve benimle altı ay dargın kaldı.”

Mehmet Akif’in yakın dostlarından “Fatih Gökmen” anlatıyor


Hakkı Ayakta Tutmak

Döneminde büyük çilelere maruz kalan Ahmet İbn Hanbel hazretlerine:

“Tehdit altındasınız, kalbinizle imanınızda sabit kalarak, yalnız dilinizle onların istediklerini söyleseniz olmaz mı?” dediklerinde, Büyük İmam:

“Hayır, olamaz. Alimler hakkı söylemekten kaçarsa, cahiller ne yapar? Böyle olursa hakkı ayakta tutmak nasıl mümkün olabilir” cevabını verir.”

Medeniyet Öncülerimizden 365 Lider Davranış, Adem Ergül, Genç Kitaplığı, s. 100


Dinle, Ey Genç Adam!

“Genç adam! Senin için bir mefkûre inşa ediyoruz. Ellerimizde baltalar, kazmalar, topuzlar; ve cetveller, pergeller, şakûller… Habire kesmek, habire yıkamak habire ezmek; ve habire ölçmek, habire biçmek, habire ayarlamak borcundayız. Tükürükle çimentolaşmış yalancı direkler kesilir, pamuk ipliğine bağlı sahte çatılar yıkılır, (galvaniz)li tezekten uydurma mabutlar ezilirken, çıkan toz duman içinde bir ân yapıcılığımız göze görünmeyebilir. Yahut, planın karşısında, gözleri ölü gözü gibi, donmuş kalmış bir mühendise de benzeyebilir, yapıcılık hummasından başka bir şey düşünmeyen bir tecride de mıhlanabiliriz. Aldanma! Mutlaka yapmak için yıkmanın ve mutlaka yıkmak için yapmanın ne demek olduğunu, Allah isterse sana göstereceğiz.”

Çerçeve 3, Necip Fazıl Kısakürek, s. 26


İmanın En Sağlam Bağı Allah İçin Buğzetmek

“Rasulullah ‘İslam’ın hangi esası daha sağlam?’ diye sordu. Oradakiler ‘Namaz’ dediler. ‘Güzel, ama o değil’ buyurdu. ‘Öyleyse, Ramazan orucu’ dediler. ‘Güzel, ama o da değil’ buyurdu. ‘O da değilse, cihattır’ diye karşılık verdiler. ‘O da iyidir fakat değildir’ buyurdu ve devamla: ‘İmanın en sağlam bağı Allah için sevip Allah için buğzetmek’ dedi.

Bu hadisi şeriften anlamamız gereken şey, benim kanaatimce, Müslüman bir zihniyete sahip olmadan bizim yapacağımız şeylerin yerine oturmasının mümkün olamayacağıdır. Eğer biz, sadece Allah için sevip Allah için buğzedersek, yani bazı şeyleri reddetmiş olursak, bir hayati alan açmış oluruz kendimize. Namaz kılmak, oruç tutmak, cihat etmek tarzında yaptıklarımız ancak bu hayatî alan içinde anlamlı olur. Eğer biz kendimize İslami bir zihin çerçevesi, İslami bir gönül alanı temin edememişsek bizim ibadet maksadıyla yaptığımız diğer şeyler, farkına varmadan yaptığımız şeyler haline gelmeye başlar. Eğer biz, imanın en sağlam bağını kurmadıysak; namaz kılmamızda, oruç tutmamızda ve cihat etmemizde bize en faydalı olan gıdayı almaktan mahrum kalmış oluruz. Demek ki, imanın en sağlam bağına sahip olduğumuz zaman, Müslüman faaliyetlerin hepsinin verimi ancak alınabiliyor…”

Kırk Hadis, İsmet Özel


Arafat’a Manifesto Yazılmaya Gidilmez!

“Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı iken Sezai Karakoç’u ziyarete gittim. ‘Üstadım, Diyanet olarak sizi hacca davet ediyoruz.’ dedim. Sezai Bey, ‘Bana hac henüz farz olmadı. Farz olduğu zaman giderim inşallah’ dedi.

Ben tekraren, ‘Efendim, Diyanet olarak sizi biz hacca götürmek istiyoruz’ deyince ‘Ben milletin parası ile hacca gitmem’ diye cevap verdi.

Bunun üzerine ben kendisine tekraren, ‘Üstadım! Bu ümmeti bir Arafat manifestosundan niçin mahrum ediyorsunuz’ deyince Sezai Bey: ‘Hoca! Arafat’a manifesto yazılmaya gidilmez, Vakfe’ye durmaya gidilir’ dedi.”

Dönemin Diyanet İşleri Eski Başkanı Mehmet Görmez ile Sezai Karakoç arasında geçen diyalog


Türk Bayrağını Kendi Elimle İndiremem

“Fahreddin Paşa elinde kalan az sayıdaki kuvvetle hem çöl yolunu hem de Medine’yi müdafaaya devam etti. Fakat Hicaz demiryolunun Medine’ye yakın olan Tebük-Medâin arasındaki Müdevvere İstasyonu’nun düşman eline geçmesinden sonra Medine Kalesi isyancılar tarafından kuşatıldı. Hiçbir yerden yardım alamaz duruma gelen şehirde kalmış olan halk ve asker arasında açlık ve hastalık hüküm sürmeye başladı. Bu güç şartlara rağmen Fahreddin Paşa şehrin müdafaasını sürdürdü. Hatta kuşatmadan önce kaleyi tahliye etmesini teklif eden İstanbul hükümetine, “Medine Kalesi’nden Türk bayrağını ben kendi elimle indiremem, eğer mutlaka tahliye edecekseniz buraya başka bir kumandan gönderin” cevabını vermişti. Fahreddin Paşa, “Takdîr-i ilâhî, rızâ-yı peygamberî ve irâde-i pâdişâhî şeref-müteallik oluncaya kadar Medine müdafaası devam edecektir” diyordu; İngilizler’le Araplar’a teslim olmaktansa Hz. Peygamber’in merkadini havaya uçurarak kendisini feda edeceğine dair yemin ediyordu.”

İslam Ansiklopedisi, Fahreddin Paşa mad.


GENÇ'ın Yazısı.