Kaybetmemek Kazanmaktır
Muteber bir şahsiyet olma yolunda ödenmiş nice bedeller vardır. Fakat kişiliğini uzun süre korumuş insan ne kadar da azdır. Para kazanma, bir makam elde etme, bir menfaate kavuşma adına kendini ve değerlerini satan ve sonunda beş paralık hale gelip bir kenara itiliveren çok kimselere şahit olmuşuzdur.
Kazanmak ve kaybetmek, fert ve toplumun her an karşı karşıya kaldığı bir vakıadır. Kimi zaman yeni şeyler kazanmak uğruna kazanılan nice değerleri kaybettiğimiz olur. Kazandıklarımız da her zaman kaybettiklerimizden daha önemli değildir. “Her yeni lezzetlidir” diye bir söz vardır; fakat öyle lezzetler vardır ki sonunda insana hayatı zehir eder. Lezzetin çekiciliğine değil, kıymetlerin korunmasına odaklanmak, elbette akıl ister, sabır ister, firâset ve basiret ister.
Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de “İpliğini iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın” (Nahl; 92) buyurur. Yaptığını yıkmak, her işe yeniden yeniden başlamak, akıllılık değil, plansızlık, hedefsizlik ve hamakat nişanıdır.
Kur’an’da yapıp işlediği güzel amelleri iptal eden ve boşa çıkaran kimselerden bahsedilir. Evet, güzel ve sâlih bir amel/iş ortaya koymak zordur. Bundan daha zor olanı ise o güzelliği kaybetmemektir.
Muteber bir şahsiyet olma yolunda ödenmiş nice bedeller vardır. Fakat kişiliğini uzun süre korumuş insan ne kadar da azdır. Para kazanma, bir makam elde etme, bir menfaate kavuşma adına kendini ve değerlerini satan ve sonunda beş paralık hale gelip bir kenara itiliveren çok kimselere şahit olmuşuzdur.
Aile huzuru, insanın dünyadaki cennetlerinden birisidir. Bu huzuru kaybettirecek her türlü kazanç, hakikatte kazanç değil kayıptır. İnsanı ülfet ettiği sâlih/saliha eşinden, göz aydınlığı evlatlarından koparan hangi dünyevî menfaat kazanç sayılabilir ki?
Sıhhat de Rabbimizin ne büyük bir lütfudur. Böyle bir nimet hangi menfaate değiştirilebilir? Gel gör ki, nice kimseler, geçici zevkleri ya da daha fazla kazanç uğruna sıhhatlerini kaybetmeyi bile göze alabilmektedirler.
Zengin olmak, refah seviyesini yükseltmek ve bu yolla itibar kazanmak isteyen kimseler de az değildir. Evet, zenginlik kötü değildir; fakat zenginlik yolunda kaybolan daha kıymetli değerler olacaksa, sonunda zengin olan kimse kazanmış sayılabilir mi? Sâhibu’l-vefâ Mûsâ Efendi’nin böyleleri hakkında yaptığı şu tespitler ne güzel uyarılardır:
“Servet sahibi oldukları halde, işlerini genişletmek hususunda ifrata giden bir sınıf vardır. Halbuki fazla hırsa kapılıp, huzuru kaybetmek suretiyle haram helâl demeyip çok büyük yükler altına girmek uygun değildir. Bu altından kalkılamayacak borçlar dolayısıyla çok büyük şirketlerin eriyip gittiğine şahit oluyoruz.
Zengin olan kimse ölçüsünü kaçırıp da sırf para kazanmak kastı ile evine, ailesinin yanına muntazam bir surette güler bir yüzle gelemiyor ve terbiyesi ile meşgul olması icap eden yavruları ile yakından meşgul olamıyor ise bu ne biçim zenginliktir?
Bu zengin kimsenin, mal yığmak gayesiyle bütün ömrü yabancı memleketlerde geçiyor ise evini, barkını, ailesini, çocukları ihmal ediyorsa bu ne biçim zenginliktir?
Bu zenginlik hırsı, insanı sıhhatinden, neşesinden, huzurundan hulâsa her türlü rahatından ederse bu ne biçim zenginliktir?
Bu zenginlik kişiye can sıkıntısı veriyor, dolayısıyla kumar, kadın, içki gibi sefâhat yollarına sevk ediyorsa bu ne biçim zenginliktir?
Bu kısma girenler en zavallı bedbahtlardır. Fazla zenginlik iftihar, öğünme vesilesi değildir. Cenâb-ı Hak Hristiyan, Yahudi ve Mecusilere daha fazlasını vermektedir. Asıl zenginlik Allah Teâlâ’nın bahşetmiş olduğu o dünyevî varlığı hüsn-i isti’mal etmek, verenin Hak -celle ve âlâ- hazretlerinin olduğunu bilmek ve yerli yerinde kullanmaktır.”
Sâdık dostlar, samimi arkadaşlar insan için paha biçilmez kazanımlardır. Başka başka mülahazalarla, farklı menfaat beklentileriyle, uzun bir zaman diliminde elde edilen bu değerleri kaybetmek, karşılığında ne kazanılırsa kazanılsın elbette hiçbir zaman kazanç değil kayıptır.
Dava yolunda çilekeş ve sâdık dava erlerini hiçbir zaman ikinci plana itmemek de son derece mühimdir. Hele hele maddî değerler ve görüntüler adına böylesi tercihlerde bulunmak, Rabbimizin rahmetini değil gazabını çekecektir.
Müşriklerin zenginleri, fakirlerle birlikte oturmaya tenezzül etmiyor, kendisiyle oturup konuşmaları için Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-den fakirlerin bulunmadığı hususi meclisler ayırmasını istiyorlardı. Bunun üzerine şu âyet-i kerime indirildi:
“Sabah akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte ol. Dünya hayatının zînetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme.” (Kehf; 28)
Rivâyete göre bu âyet inince, Rasûlullâh Efendimiz hemen kalkıp, o fakir sahâbîlerini aramaya koyuldu ve onları mescidin arka taraflarında Allah’ı zikrederken buldu. Bunun üzerine; “Canımı almadan önce, ümmetimden bu insanlarla berâber bulunmaya sabretmemi emreden Allah’a hamdolsun! Artık hayâtım da ölümüm de sizinle berâberdir” buyurdu.
Dünyayı alıp da âhireti kaybedenler de damlayı deryayı değişenlerdir ki böyleleri de neyi kaybettiklerini mahşer sabahında çok acı bir şekilde göreceklerdir.
Her yeni kazanımın bir bedel istemesi tabiidir. Dikkat edilmesi gereken, ödenen bedelin kazanımlardan daha kıymetli olmamasıdır.
Adem Ergül 'ın Yazısı.