Yazıyı da hayatı da adım adım yürümeye benzetiyorum. Bazen öylece durduğumuz, etrafı izlediğimiz, yavaşlayıp hızlandığımız bir yol üzerinde gidip geliyoruz. Herkes bir şekilde gittiğinin farkında. Beni, gidememeler ilgilendiriyor. Aksayan işlerimizde, zorlanan iç motivasyonumuzda, yapmak istemediğimiz güzel işlerde bizi engelleyen şeyleri kurcalamak istiyorum. İnsanın en çok kendiyle derdi olduğunu kabullenmiş biri olarak, kendimle uğraşıyorum. Burada yaptığım, kısmetse yapacağım, biraz sesli düşünmeye benziyor/benzeyecek. Edebî herhangi bir kaygı gütmeden, konuşur, dertleşir gibi yazacağım. Kendinizde karşılık bulursanız, çoğalacağız beraber. Bazen sadece yalnız olmadığımızı hissedip bununla teselli bulacağız.

Örneğin bugün kitap okurken, bir hikâyede, haksızlığa uğramış kahramanın hakkını aradıktan sonra üzüldüğünü görüyorum. Rahatlamak için söyledikleri daha çok rahatsız ediyor kendisini. Aklıma her kavgadan, her ayrılıktan, her tartışmadan sonra hissettiğim/hissettiğimiz o kötü his geliyor. Haklı olduğumuzda, doğru söylediğimizde, olması gerekeni yaptığımızda bile rahat edemediğimiz o vakitleri anlamlandırmaya çalışıyorum. Egoya, kibre bulaşmadan bunun fıtratla ilgili bir mesele olduğunu düşünüyorum: Bazılarımız, kötülük yapmak şöyle dursun, kötülüğü anamıyor bile. Hakkın teslim edilmesi gereken hassas bir değer olduğunu bildiğimiz için, kendi hakkımızı aramaktan ar ediyoruz. Nefsimiz intikam isterken ruhumuz elde edilen başarıdan muzdarip. Nefsimiz ezilen egonun davasında iken ruhumuz bir yanağına tokat yiyince ötekini uzatmak istiyor. Çünkü ancak bizden gidince iyi hissediyoruz. Ancak bizim hakkımız yendiğinde, üzüldüğümüzde, ilişkinin karşı tarafı olmadığımız için yaşamaya devam edebiliyoruz. Fakat karışığız çok. Nefis ve ruh diye bahsettiğim en az iki parçaya bölünmüşüz. Pişmanlıkla, kırgınlıkla, üzüntüyle doluyuz.

Edebiyat “insanın en büyük savaşı kendisi iledir” diyor. İslam, esas cihatın nefse karşı olduğunu söylüyor. Başkaları, ben, birileri; kendi kendimizle kavga edip kendi kendimizi didiklemekten yorgun, “iyi insan nasıl olunur” sorusundan kafası çatlamış, üzüntüleri alıp sevince çevirecek bir gücün peşinde, yaşamaya çalışıyoruz. Yaşamaya çalışıyoruz çünkü başlı başına yaşamak koca bir sorumluluk. İç içe geçmiş bunca hayatı göz önünde bulundurduğumuzda, hesap kitap hepten karışıyor. Bu yüzden kulağımıza küpe, kalbimize mühür olacak bir duaya bağlamak istiyorum her şeyi: Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın, bize “iyi” desinler.


Volkan Zamanoğlu'ın Yazısı.