İmkânsız Kolay
Yazıda, sözde, düşüncede ve edebiyatta yol almaya gayret eden herkesin önünde, ‘sehl-i mümteni’ diye bir hedef vardır. Çünkü derdini veya düşüncesini ifadenin zirve noktası odur. Sehl-i mümteniyi, ‘imkânsız kolay’ diye ifade etmek de mümkün. Bir söz ki, işittiğimizde ve okuduğumuzda bize çok yalın, çok sade, çok basit gelir; “Bunu ben de söylerim” veya “Ben de böyle yazabilirdim” duygusu bizde uyanır. Ama sadeliği içinde çok derin mânâlar barındıran o sözü söylemek için, nice yıllar sözlerin, kelimelerin, düşüncelerin içerisinde yolculuk etmiş, pişmiş olmak gerekir.
Sehl-i mümteni, böyledir; dinleyene ve okuyana söylemesi veya yazması kolay gelir; lâkin, ancak söz ve düşünce ustaları bu kolayı söylemeyi başarabilir.
Bu, sadece yazıyla ilgili de değil. Nobel sahibi fizikçi Richard Feynman, bilim için de benzer bir durumun geçerli olduğunu ısrarla vurgular. Onun belirttiği üzere, bir bilim adamı bir konuyu basitçe açıklayamıyorsa, o konuyu anlama ve açıklamada henüz nihai kıvama ulaşamamış demektir. Herkesin anlayabileceği şekilde açıklamak, kıvama tam kavuşulduğunu gösterir.
Benzer bir durumu, sanatın değişik dallarında da tecrübe ederiz. Meselâ ressam Kazimir Maleviç’in Siyah Kare isimli tablosunu gördüğümde böyle bir hissi yaşamıştım. İngiliz Müslüman âlim Abdülhakim Murad’a göre, modern sanatın zirvesi olan ve son tahlilde bir mü’mine hayatın merkezi olarak Kâbe’yi ve ibadeti hatırlatan bu resim, tuvalın ortasında simsiyah boyanmış bir kareden ibarettir. Siyah bir kare. Gördüğünde herkesin söylediği şey, aynıdır. “Bunu ben bile yapabilirdim.” Doğrudur, elde cetvel ve kurşunkalemle bir kare çizip onu tastamam siyaha boyamak herkesin yapacağı bir şeydir; ama içerdiği çağrışımlarla birlikte böyle bir resmi ilk kez düşünüp yapmak, ancak büyük bir ustanın eseridir.
“Basit gerçekler, basittirler; ama gerçektirler” der Oscar Wilde. Yazıda da basitlik, zayıflık değil; kudret alâmetidir. Zoru kolayca anlatmak, ilk kez söylenmesi imkânsız derecede zor gözüken bir düşünceyi herkesin anlayabileceği bir sadelikte anlatmak, bu işin zirvesidir ve ustalık nişanesidir. Ama bu kıvama ulaşmak, herşeyden önce, yazı yolculuğunda hedefimizi doğru belirlemiş olmayı gerektirir. Yazık ki, bazan yazıyı sözü süslemek, uzun ve detaylı açıklamalar yapmak yahut önemsiz bir şeyi köpürtüp büyütmek gibi anlayanlara rastlıyoruz. Yahut, herkesin anlayabileceği şekilde yazmamayı, herkesçe anlaşılmayan sözler etmeyi maharet ve meziyet olarak görenleri…
Böylesi örnekler yazı yolculuğunda bizi yanıltmamalı. Sözde ve yazıda, edebiyatta ve düşüncede hedef, sehl-i mümtenidir. Zoru kolayca söylemek; derin mânâları sadelikle ifade etmek; az bir söze çok mânâyı taşıtmak; hakikati, anlama düzeyleri farklı da olsa herkesçe anlaşılır şekilde dile getirmek.
Yazıda hedefimiz bu olmalı.
Hedefi böyle belirleyince, sözlerimize eklediğimiz süsler, kullandığımız mecazlar, kelime oyunları, söz sanatları hepsi bu hedefe ve amaca hizmeti ölçüsünde değer kazanıyor.
Hedefi böyle belirleyince, deyim yerindeyse, yazmanın da bir ‘ekonomisi’ olduğunu anlıyoruz.
(Sözü burada noktalayarak, bir not düşmüş olayım: Nasipse önümüzdeki aydan itibaren, bu yolda ne yapmalı, nelere dikkat etmeliyiz sorusuna kendimce bulabildiğim cevapları ve ipuçlarını yazmaya çalışacağım.)
Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.