Mültecilerin sorunlarına dair konuşurken genelde beslenme, barınma ve ekonomik kısımlar üzerine yoğunlaşıyoruz. Bunun yanına eğitimi, kültürü de yavaş yavaş koymaya başladık ancak hâlâ daha ıskaladığımız bir durum var ki o da “Mülteci Hakları.” Bu ağır ve zor bir konu. Meseleyi detaylı bir şekilde ele almak ve sorularımıza cevap bulmak için Mülteci Hakları Derneği Kurucusu ve şu an Onursal Başkanı olan avukat Uğur Yıldırım ile konuştuk.

Ülkemizde mülteci statüsünde bulunan kardeşlerimizin hukuken ne gibi hakları var? Mesela özellikle sosyal medyada maruz kaldıkları nefret söylemleri hukuken bir yaptırıma dönüşebiliyor mu?

Bu soruyla tam da bam teline basmış oldunuz. Cenevre Sözleşmesi gereğince Avrupa Birliği üyesi ülkeler haricinde ülkeler mülteci kabul etmiyor. Bugün mülteci olarak tanımladığımız Iraklı, Afganistanlı, Afrikalı ve Suriyelileri; Türkiye’de hukuki açıdan mülteci olarak tanımlamak mümkün değil. O yüzden hak temelli konuştuğumuz zaman, öncelikle bir statü sorunu olduğunu söylememiz mümkün. 2014 yılında Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile bu sorun aşılmaya çalışıldı. Böylelikle “şartlı mülteci” ve “ikincil koruma” denilen hukuki bir statü getirildi. Bu yine geçici olmak suretiyle, bakanlar kurulu kararıyla alınan “uluslararası geçici koruma” denilen dördüncü bir koruma şekli var. Son yıllarda bu koruma statüsü altındalar.

Özellikle Suriyeli mültecilerin ülkemize istihdam anlamında ciddi katkısı var. Kamuoyundaki ciddi bilgi yanlışlarına rağmen ucuz işçi seçeneği olarak maalesef suistimal edildiğini de görüyoruz. Siz neler söylersiniz bu hususta?

Bu statülerin en büyük sıkıntısı geçici olmaları. İnsanlar hayatta kalmak için gittikleri ülkede, Suriyelileri için konuşursak 8 yılı geçen bir süreç var, belli bir zaman sonrasında bu ülkeye bağlanmak, bu ülkede kendilerine bir gelecek kurmak istiyorlar. Türkiye’de bulunan hukuki statüler bunu tanımlamıyor, bunun tek yolu vatandaşlık. Bahsettiğim geçici koruma kanunu çatısı altında yer alan Suriyeliler olmak üzere bu insanlar eğitim ve sağlık gibi haklardan faydalanabiliyorlar.

Türkiye’deki mültecilerin en temel sorunları neler? Ayrıca eğitim ve sağlık hizmetlerinden Türk vatandaşları gibi hizmet alabiliyorlar mı?

Bu haklar tanımlanmış olmakla birlikte, uygulama ve pratikte çok ciddi sıkıntılar var. Önceden çok daha fazla vardı, şu an asgariye inmiş olsa da hala devam ediyor. Sonuç itibariyle Türkiye böyle bir yabancı topluluğa yeni yeni alışıyor. Bunun çok çeşitli ülkelerden kaçarak Türkiye’ye gelmiş, kendi ülkeleri tarafından muhalif kabul edilen, pasaportları yenilenmeyen ve mülteci statüsü alamadıkları için ciddi sorunlar yaşayan topluluklar olarak karşımızda duruyor. Bugüne kadar hep bir geçiş ülkesi olan Türkiye aslında bir hedef ülke haline döndü. Mesela bir Mısırlı ya da Doğu Türkistanlı için geri dönülesi değil burada kalınmak istenen bir ülke oldu. Bu da hukuki sıkıntıları beraberinde getiriyor. Eğitim ve sağlık gibi alanlardan bir hak olarak değil bir hizmet olarak faydalanıyorlar, hukuki anlamda böyle ifade ediliyor. Bu sunulan hizmetler sunulduğu sürece faydalanabilirler lakin sunulmaya son verildiğinde bir hak olarak talep edemezler. Bu noktada ciddi sorunlar oluyor.

800 Bin Civarı Suriyeli Eğitim Çağında

Eğitim alanında ciddi sıkıntılar yaşanıyor çünkü gelen Suriyelilerin yüzde 52’si eğitim çağında. 1 milyon 200 bin eğitim çağındaki Suriyeli çocuğun takriben 700-800 bini okullaşmış durumda. Diğer çocuklar da eğitim görmesi gerekirken, çeşitli işlerde çalışıyorlar. Haklarının aranması ya da kendilerini ifade için ihtiyaç duydukları tercümanlar konusunda, bürokrasinin onlara istenmeyen kişiler olarak bakması gibi sorunlar karşımıza çıkıyor. Hak olarak bazı şeyler vermiş olsanız da uygulayıcıların veyahut pratikte çıkan sıkıntıların giderilmesi hususunda yaptığınız çalışmalar hakkın kazanılmasının çok önünde yer alıyor. Ve Türkiye’de maalesef bir hak çalışması yaparken bunu sadece bir danışmanlık hizmeti olarak vermeniz yetmiyor. Bizzat yanında olmanız, arkasında Türkiye olarak durduğunuzu göstermeniz gerekiyor. Bu sayede kişilerin iş ve işlemlerinin daha hızlı ve düzgün çözülmesi sağlanır. Aslında siz onlara bir iltimas geçmiyorsunuz, haklarının yerini getirilmesi hususunda yardım etmiş oluyorsunuz. Standart haklar yerli yerinde veriliyor diyemem.

Halkı Tahrik Etmek Anayasal Bir Suçtur

Son dönemde tekrar hortlatılan bazı nefret suçlarını, maalesef kötü hadiseleri yaşamaya başladık. Burada nasıl bir strateji izlenmeli? Halk nasıl galeyana gelmemeli?

Halkı kin ve nefrete teşvik etmek, tahrik etmek ve ayrımcılık bir anayasal suçtur. Ceza kanunda da cezalandırılan bir suçtur ama Türkiye’deki değişik örneklerde gördüğümüz gibi mesela kadın eşitliği konusunda nasıl bir duyarlılık oluştuysa aynı duyarlılık mülteciler konusunda oluşmadığı sürece maalesef biz yabancılara karşı yapılan ayrımcılık suçlarını, ötekileştirmeyi, hakareti soruşturamıyoruz. Biz dernek olarak kamuoyuna yansıyan hatta kamuoyunun infialine sebep olacak nitelikte tüm olay ve olgulara müdahil oluyoruz. Bu noktada cezalandırmaların yapılması noktasında elimizden geleni yapıyoruz. Buradaki en büyük sıkıntı, suçun şahsiliği niteliğindeki suçların tüm mültecilere, Suriyelilere yükleniyor olmasıdır.

Ve maalesef buradan da yola çıkarak faşizme varacak söylemlerin de bugün Avrupa’da ve dünyada bir karşılığı var...

Evet, özellikle eğitim ve bilinç noktasında maalesef yeteri kadar bilgi sahibi olmayan ve yönlendirilmeye müsait olan insanlar buna prim veriyorlar. Bu primi kullanmak isteyen siyasiler veyahut muhalifler, sadece muhalif duruşlarında dolayı buradan nemalanmak istiyorlar. Halbuki mülteci meselesi siyasi bir mesela olmaktan daha çok insani bir meseledir. İnsani olarak ele alınması gerekir. Buradaki itham ve nefretler aslında insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur demek mümkündür.

Türkiye’nin sadece Suriye değil tüm Arap dünyası için bir açılım, Batı’ya açılan bir kapı olması durumu da var. Bunu lehimize çeviremez miyiz?

Türkiye, Suriyeli mültecilerle beraber aslında diğer Arap ülkelerine çok ciddi açılım sağladı. Suriyeliler, Türkiye’de ciddi iş kollarında, sizin de değindiğiniz gibi Türklerin yapmak istemediği iş kollarında da yaygın şekilde çalışıyorlar. Bugün birçok firma ilana çıkmasına rağmen bulamadığı iş kaynağını Suriyeliler üzerinden yürütüyor. Tekstil, inşaat sektörü ve çıraklıkla malul tamirhaneler ve marangozhanelerde Suriyelileri görmek mümkün. Göçmenler teknik olarak sizi işsiz yapmazlar, sizi işin amiri yaparlar. Çalıştırabilecek 10 tane Suriyeli işçi bulduğunuzda onları idare etmesi, yönlendirmesi için başlarına bir Türk’ü koymayı tercih edersiniz. O manada Türkiye’nin ithal ettiği birçok ürünü Çin pazarından daha ucuza getirdiği imalathanelerde Suriyelileri görmek mümkün.

Suriyeliler Ekonomiye Zarar Değil, Katkı Sağlıyor

Tabii onları maalesef ucuz iş gücü olarak görmek, sigortalarını yaptırmamak, emeklerini sömürmeyle ilgili ciddi sorunlar var. Bugün Türkiye’de yabancılar tarafından açılan şirketlerin çoğu Suriyeliler tarafından açılmış durumda. Vergi vermiyorlar gibi iddialar gerçeği yansıtmıyor. Tam aksine yabancı bir memlekette olduklarından, tutunacak bir dal aradıklarından vergiler konusunda daha hassas davranıyorlar. Bir Suriyelinin çalışmasıyla alakalı şöyle bir durum var, 5 Türk’ü çalıştırdığınız yerde 1 Suriyeliyi çalıştırabiliyorsunuz. Suriyelilere yönelik televizyon programı yapan bir firmada Arapça konuşan, yazışan insanlar veyahut bir insani yardım derneğinde çalışan insanların çoğu Suriyelilerden oluşuyor. Mesela bir Suriyeli lokantasında siz 10 tane Türk, 2 tane Suriyeli çalıştırama imkanları olmuyor. Bu tip düzenlemelerin de yaşattığı bazı sıkıtılar var. İş gücüne çok ciddi katkısı var. Mülteci sorunun çözümü burada yatıyor bence.

Her Zaman Hazır Yemek Veremezsiniz

İnsanlara her zaman hazır yemek veremezsiniz. Burada önemli olan pastayı büyütmektir, ekonomiyi yükseltmektir. Onların bu ekonomiye olan katkılarını arttırmaktır. Zaten insanca bir hayat sürmek için kişilerin yardım almasından ziyade kendi alın terinin karşılığını alarak hayatta kalabilmesi önemlidir ve insancadır.


GENÇ'ın Yazısı.