M. Yavuz Yılmaz

Kafkas İslam Ordusunun İzinde projesinde yaşadığım, deneyimlediğim ve hatıralarımda kalan anılarımı sizlerle paylaşmaya devam ediyorum. Bu yazımda Kafkas İslam Ordusunun mücadele için ilk adım attığı yer olan Azerbaycan`ın en büyük şehirlerinden olan Gence`den ve İslam Ordusunun başında bulunan Nuri Paşa`dan bahsetmeye çalışacağım.

Tiflis`te bir gece konakladıktan sonra kardeş ülke Azerbaycan`a geçmek için sabahın erken saatlerinde Gürcistan - Azerbaycan sınır kapısına geldik. Türkiye`den Gürcistan`a geçerken hiçbir zorlukla karşılaşmazken burada biraz daha fazla dikkatli davranan güvenlik güçleri ve sınır polisleri dikkatimi çekmişti. Sırt çantalarımızı yanımıza alarak otobüsten indikten sonra aracımızdan ayrıldık. Yaklaşık bir buçuk saat sonra sınır kapısından geçerek Azerbaycan topraklarına giriş yaptık. Her ne kadar yine yabancı bir ülkede olsak ta aslında bunun görünürde hiçte böyle olmadığının farkına varıyordum. Zira üzerimde şimdiye kadar etkisini hissettiğim dil ve din farklılığının vermiş olduğu kültürel yabancılığının can Azerbaycan topraklarına ayak bastıktan sonra kalktığını hissettim. Artık Müslüman ve Türk bir ülkedeydik. Düşündüğüm şu şey beni çok etkiliyordu; Türkiye dışında farklı bir ülkedeyim ama herkes Türkçe konuşuyor ve büyük minareleri olan tarihi camiler görüyordum… Sanki Türkiye`de başka bir ile seyahat etmişim gibiydi.

Saatlerimiz on sularını gösterirken artık bütün ekiple birlikte Gence yollarındaydık. Yarım saat sonra kahvaltı için yol kenarındaki bir mekânda otobüsümüz durdu. Burası yeşillikler içinde, büyük gövdeleri uzun ve ince akasya ağaçlarından oluşan, ortasından bir değirmene yetecek kadar arıkla su akan, şirin ve mütevazı bir yerdi. Masalar dışarıya yukarıda dediğim ağaçların gölgesinde ve arıkta akan suyun kıyısına koyulmuştu. Az sonra hep beraber bu koroda su sesi ve kuş cıvıltıları arasında kahvaltımızı yapmaya başlamıştık. Yolculuktan sonra böylesine güzel bir yerde, böyle bir ekiple kahvaltı yapmak harikulade bir şeydi benim için. Zaten ekibin morali bile hemen değişmeye başlamıştı. Herkes gülmelerde ve eğlenmesindeydi. Hatta az sonra ekipten birkaç arkadaşımız suyun aktığı arığın içine paçalarını dizlerine kadar çekerek girmeye başladılar. Yan yana sıralanıp halay çekmeye başlayan arkadaşlarımın bu görüntüleri hala bendedir. Öylesine sıcak ve içten bir ortamdı ki denecek yoktu keyfimize. Kahvaltı yaptıktan sonra yeniden yola koyulmuştuk. Az sonra bir petrol istasyonunda durduk. Aracımıza yakıt alınacaktı. Ayrıca bir cezada ödemiştik. Tam olarak ne olduğunu ve niçin kesildiğini bilmediğimiz cezanın sonradan petrol istasyonunda yanlış yerde durmamızdan ötürü aldığımızı söylemişlerdi. En azından o zaman arkadaşlar arasında bizler böyle öğrenmiştik. Ardından yollara revan olduk yine. Henüz Gence`ye gelmemiştik ve benim yolda dikkatimi çeken bir şey vardı. Ucu bucağı olmayan üzüm bağları beni hayli etkilemişti. Bir Besnili olarak üzümü farklı yerlerde görünce ister istemez bir ilgilenme söz konusu olduysa da bu ancak Gence`ye gidene kadardı. Zira az sonra Gence`ye gelmiştik. Artık neden bu seyahati yaptığımız sorusuna cevap olacak anılarımı burada yaşayacaktım.

 

Öğleden hemen sonra Gence`deydik artık. Dışarıda sıcak bir hava vardı. Şehrin girişi büyük bir kasabayı andırıyordu. Yüksek binalar yok, evler daha çok şahsi gibi görünüyordu ama sonradan şehri gezdikçe merkezde büyük bir şehri andıracak yapılar görebiliyorduk.

Gence`de ilk durağımız Nuri Paşa`nın Gence`ye geldiğinde bir süre ikamet ettiği evdi. Kafkas İslam Ordusundan ve mücadelenin nasıl yapıldığını anlatan bir müze evdi burası. Nuri Paşa`nın karargâh olarak kullandığı bu ev, bugün TİKA tarafından restore edilmiş durumda. Bizde bir süre burada kaldık ve oradan sorumlu bir hanımefendiden burası hakkında bilgi aldık. Bakü`nün kurutuluşunda büyük fedakârlıklar yapan ve Azerbaycan`ın işgal edilmesini engelleyen Kafkas İslam Ordusunun başındaki Nuri Paşa`dan bahsetmek gerekirse: Azerbaycan`ın başkenti Bakü`yü, 15 Eylül 1918`de Ermeni çeteleri ve Bolşevik birliklerinden kurtaran, Kafkas İslam Ordusu komutanı Nuri Paşa, 101 yıl sonra bile Azerbaycanlılar tarafından saygı ve minnetle anılıyor.

Ağabeyi Enver Paşa`nın talimatıyla henüz 28 yaşındayken, 12 bin kişilik ordunun başına geçen ve kısa zamanda başta Bakü olmak üzere Azerbaycan`ın çeşitli bölgelerini düşman işgalinden kurtaran Nuri Paşa (Killigil) tüm Azerbaycanlıların gönlünde taht kurdu.

1890`da Manastır`da doğan Nuri Bey, ilkokul ve lise eğitimini burada tamamladıktan sonra, 1909`da Manastır Harbiyesinden üsteğmen olarak mezun oldu. Balkanlar`da çeşitli bölgelerde görev yapan Nuri Bey, 1911`de Trablusgarp Savaşı`na katıldı.

Osmanlı Devleti`nin Birinci Dünya Savaşı`na katılmasının ardından Nuri Bey`e padişah yaverliği rütbesi verildi. Nuri Bey, 1917`ye kadar Trablusgarp ve Bingazi`de görev yaptı, İngiliz, İtalyan ve Fransız kuvvetlerine karşı birçok savaşa girdi.

Enver Paşa, Azerbaycan ve Dağıstan`ın Osmanlı`dan yardım talep etmesi üzerine kurdurduğu Kafkas İslam Ordusunun kumandanlığına kardeşi Nuri Paşa`yı getirdi.

Gence`ye 25 Mayıs 1918`de ulaşan Kafkas İslam Ordusundaki asker sayısı, Azerbaycan kolordusundan yapılan bin kişilik takviyeyle 12 bine ulaştı. Güzergâhındaki Göyçay, Salyan, Ağsu ve Kürdemir`i de Bolşevik birlikleri ve Ermeni çetelerinden temizleyen Kafkas İslam Ordusu, 15 Eylül 1918`de Bakü`yü kurtardı. Kafkas İslam Ordusu, Bakü`nün kurtuluşu için bin 130 şehit verdi.

Nuri Paşa, Azerbaycan`da gittiği her yerde saygı ve hürmetle karşılandı. Azerbaycanlılar, kurtarıcıları olan ordunun kumandanını evlerinde misafir etmek için birbirleriyle yarıştı.

Bakü`de büyük coşku ile karşılanan Nuri Paşa, Tezepir Camisi`nde minbere çıkarak halka hitap etti. Söz konusu minber, "Nuri Paşa minberi" diye anılıyor ve camide korunuyor. Paşanın Gence`de konakladığı ev de müze olarak faaliyet gösteriyor.

Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra Kafkas İslam Ordusu Bakü`yü terk etmek zorunda kalırken, Nuri Paşa İngilizler tarafından Batum`da tutuklandı. Nuri Paşa, 8 Ağustos 1919`da yargılanmak üzere götürülürken Kafkasyalıların yardımıyla hapisten kaçmayı başardı.

Kurtardığı Bakü`nün daha sonra Bolşevikler tarafından işgal edilmesi Paşa`yı çok üzdü. Azerbaycanlı Cabbar Ertürk, 1956`da kaleme aldığı "Anayurtta Unutulan Türklük" isimli kitabında Nuri Paşa`nın şu ifadesine yer verdi:

"Ağabeyimin (Enver Paşa) şehit olması kalbimi ne kadar sızlattıysa, Azerbaycan`ın istilası kalbimi ondan daha çok sızlattı. Ağabeyim bir faniydi. Fakat Azerbaycan`daki Türklük ebedidir. Keşke hayatımı kaybetseydim de Azerbaycan Türklüğün dışında kalmasaydı." [Kaynak; Anadolu Ajansı]

Nuri Paşa`nın bir süre ikamet ettiği bu müze evde biraz vakit geçirdikten sonra şehri gezme vakti gelmişti. Tabi öncesinde müze evin nasıl bir görünüme sahip olduğu hakkında bilgi vermek istiyorum. Bu ev tek katlı, bazı yerleri tuğla, bazı yerleri ise taştan yapılmış; sonradan TİKA tarafından da yapılan restorasyonla birlikte şimdi daha derli toplu duran, geniş bir avluya sahip evdi. Avludaki bahçenin o zaman da var ya da olmadığını bilmiyoruz ama günümüzde şirin bir görüntü veriyordu bizlere. Ayrıca dikkatimi çekmeyi başaran bir diğer şey ise giriş kapısıydı. Büyük bir kapının içinde tekrar açılan küçük bir kapı şeklinde yapılmıştı. Bunun örnekleri Anadolu`da da vardır. Burada da görünce anladım ki nereye gidersek gidelim Türk İslam düşünce ve hayatının yaşadığı her yerde ortak kültürümüzün varlığından söz etmek mümkün olacaktır.

Öğleden sonra 13.30 gibi Gence, sokak ve caddelerindeydik. Öncelikle Nizami Gencevi caddesinden şehir meydanına yol almaya başladık. En başında dediğimiz şehrin büyük bir kasabayı andıran havası burada sona eriyordu. Artık etrafımızda büyük binaları görmek mümkün olmuştu. Nihayetinde şehir merkezindeydik. Olduğumuz yer şehrin en işlek caddelerinden birisi olan Nizami Gencevi caddesiydi. Az sonra meydanda bulunan büyük bir yapıyla karışılacaktık. Burası şehrin idaresinin yapıldığı, Türkiye`de karşılığı Valilik olan bir tür idare merkeziydi. Azerbaycan`da ise şöyle ifade ediliyordu; ‘` Gence Şeher İcra Hâkimiyeti`` ve bu bina Şehir Meydanı denilen bu yerdeydi. Oldukça büyük bir yer olan bu meydanın hemen karşısında, yani bizim solumuzda kalan tarafında ise Gence Devlet Üniversitesi vardı. Burada birkaç fotoğraf çekindikten sonra aynı cadde üzerinde yol almaya devam ettik. Az sonra tarihi bir yapı olan Şah Abbas Camisini de ziyaret edecektik. Böylelikle tek cadde üzerinde, bir istikamet üzerinde birçok yeri görme fırsatı bulmuştuk.

Şah Abbas Camii, Cuma Camii de denilen Gence Camii, Azerbaycan`ın Gence kentinin merkezinde yer almaktadır. 1606 yılında yapılan camii, 1587-1629 yıllarında Büyük Şah Abbas`ın emirleri üzerine inşa edildiği için genellikle “Şah Abbas Camii” olarak anılır. İran`ın beşinci Safevî Şahı olan I. Şah Abbas, genellikle Safevi Hanedanlığının en büyük hükümdarı olarak kabul edilir.( modernsilkroadtour.com )  Günümüzde kırmızı tuğlalar ile yapılmış olan, yapıldığı dönemde böyle olmadığı muhakkak olan bir camii. Bizim Anadolu`da gördüğümüz minare kültürümüzden farklı olan iki minaresi bulunan ve şerefeleri en üstte mavi renkte ahşap olarak yapılmış olan yine minare gövdesinin de tuğladan yapıldığı bir camiydi. Öğlen namazını bu mescitte hep birlikte eda ettikten sonra buradan ayrıldık.

Mescitten çıktıktan sonra da az da olsa şehri gezmeye devam ettik. Şöyle söyleyebilirim ki şehrin mimarisinin büyük bir çoğunluğu Rus, hatta SSCB devrinden kaldığını anlamak acı da olsa gerçek. Ama daha belirgin bir gerçekte var ki oda hiç şüphesiz bu mimarinin Türkiye`nin büyük küçük bütün şehirlerinde olan apartman ve plaza dahası büyük şehirlerde görülen gökdelenlerden daha güzel olduğudur. Çünkü bu yapılar iç içe girmiş, boyası dökülmüş, rengi solmuş apartmanlar değil de daha çok en fazla üç ya da dört kattan oluşan çoğunlukla kırmızı tuğladan yapılmış binanalardı. Buda şehre genel bir görüntü kazandırarak belli bir mimari özelliğe dâhil ediyor. Böylelikle tek çeşit bir mimariden bahsetmek mümkün oluyor ve adını da koymak gerekirse Kırmızı Tuğlalı şehir demek doğru olur sanırım. Fakat dikkatimi çeken bir diğer şey ise Azerbaycan`ın yer adları konusunda tamamen milli olmaya doğru bir yol aldığını görmekti. Zira üzerinde bu eserleri ziyaret ettiğimiz cadde: Hesen Bey Zerdabi, öncesinde geldiğimiz uğradığımız caddeler ve sokakların adları; Mustafa Kemal Atatürk ve Nizami Gencevi gibi Türk büyüklerinin ismiydi. Bunlar sadece birer örmekti şehrin her yerinde bu durumu görmek mümkündü.

Saat 15.00 sularında yemek için oldukça görkemli bir mekâna gelmiştik. Burası Gence – Kelbeçer- Laçin Yolu üzerinde bulunan bir restorandı. Müzikle birlikte büyük bir salonda, büyük masaların etrafında birkaç grup olarak ayrı ayrı oturduk. Zaten mekânı görünce epey bir morali yükselmiş olan arkadaşlarım daha sonra yemekler geldiğinde ise daha da çok mutlu olmuştular. Zira her şey mükemmeldi. Bu kadarını beklemiyorduk. Daha Türkiye`deyken Bolu`da belediye tarafından verilen yemeklerden şimdi buraya kadar gelmek çıtanın gittikçe yükseldiği anlamına geliyordu. Bu durum hatta arkadaşlar arasında latife konusu olmuş bazı arkadaşlar ‘`Abi çıtayı bu kadar yükseltmeyelim sonra daha iyisini bulamayınca üzülmeyelim`` gibisinden sözlü latifeler yapıyordu.

Yemekler yendikten sonra bütün grup daha canlı ve diri olarak hep birlikte yola yeniden koyuldu. İstikamet Göygöl idi. Yolculuğun en güzel manzaralarına burada şahit olmuştuk. Kafkas dağlarının zirvelerinde kırk Genç Gönüllüyü taşıyan otobüsümüzle yeşilliğin en yoğun en güzel olduğu bu yerlerde kıvrım kıvrım su gibi akıp giderek yolumuza devam ediyorduk.

Saatlerimiz 18.00`i gösterdiğinde nihayet bir doğa harikası olan Göygöl`e gelmiştik. Göygöl, Azerbaycan`ın ilk milli parkıdır. Daha doğru bir şekilde söylemek gerekirse adını şöyle demek daha uygun olur; Göygöl Gölü. Zira Göygöl büyük bir deprem sonrası oluşan çok büyük olmayan ama muhteşem bir konumda enfes bir doğa harikası olan dünyada ender görünen doğal olarak oluşmuş bir göldür.  Kapaz Dağını yerle bir eden deprem (12. yüzyıl) sonucunda dört bir tarafı Küçük Kafkas Sıradağları ile çevrili olan büyük dağların arasında yer alan Göygöl, Deniz seviyesinden 1.600 m yükseklikte bulunan Ağsu nehrinin pitoresk çukurundaki gölün suları olağanüstü bir balık faunası olan büyük bir akvaryumdur. Ayrıca göl Kafkaslarda bulunan göllerin en temizi olarak da bilinir. Yaklaşık 2,5 km, genişliği 600 m, derinliği 93 metreye sahiptir. Ocak ve mart ayaları arasında donmaktadır. Gölün etrafında çoğunlukla sık meşe ve gürgen ormanları olmakla beraber, gürgen ve kayın ağaçları yetişmektedir. Ayrıca yer yer çeşitli meyve ağaçlarına da rastlamak mümkündür. Göygöl kendi başına büyük bir ekosistem barındırmaktadır. Etrafındaki ormanlarda geyiklere, yaban domuzlarına, ayılara, kurtlara ve diğer hayvanlara rastlamak mümkün olabilmektedir. Bu göl hakkında yarıca Azerbaycan`ın büyük şairi Ahmet Cevat Şemkir`in 1925 yılında kaleme aldığı bir şiir bulunmaktadır. Yazıma şairin bu şiiriyle son vererek bir sonraki Kafkas Notlarıyla burada olmak dileğiyle görüşmek üzere diyorum esen kalın…

 

GÖY GÖL

Dumanlı dağların yaşıl qoynunda

Bulmuş gözəllikdə kamalı Göy göl!

Yaşıl kərdənbəndi gözəl boynunda,

Əks etmiş dağların camalı Göy göl!

Yayılmış şöhrətin Şərqə, Şimala,

Şairlər heyrandır səndəki hala.

Dumanlı dağlara gələn suala,

Bir cavab almamış soralı Göy göl!

Bulunmaz dünyada bənzərin bəlkə,

Zavvarın olmuşdur bir böyük ölkə.

Olaydı gönlümdə bir yaşıl kölgə,

Düşəydi sinənə yaralı, Göy göl!

Sənin gözəlliyin gəlməz ki, saya,

Qoynunda yer vardır yıldıza, aya.

Oldun sən onlara mehriban daya,

Fələk büsatını quralı, Göy göl!

Kəsin eyşi-nüşi, gələnlər susun,

Dumandan yorğanı, döşəyi – yosun.

Bir yorğun pəri var, bir az uyusun,

Uyusun dağların maralı Göy göl!

Zümrüd gözlərini görsünlər deyə,

Şamlar boy atmışdır, uzanmış göyə.

Keçmişdir onlara qəzəbin niyə,

Düşmüşlərdir səndən aralı, Göy göl?!

Dolanır başına göydə buludlar,

Bəzənmiş eşqinlə çiçəklər, otlar.

Öpər yanağından qurbanlar otlar,

Ayrılıq könlünün qıralı, Göy göl!

Bir sözün varmıdır əsən yellərə,

Sifariş etməyə uzaq ellərə?..

Yayılmış şöhrətin bütün dillərə,

Olursa, qoy olsun haralı, Göy göl!

Göy göl, 1925


GENÇ'ın Yazısı.