Mehmet Mahir Beyşehirli

İnsan fıtratı gereği işlediği amellerde düşlediği hayallerde hep bir neden ve sonuç ilişkisi güder. Bizler genellikle nedensiz fiillere boş bir göz ve eda ile bakarız. Kendi fiillerimizde bilinçli yahut bilinçsiz aradığımızı karşımızdaki insanın hareketleri üzerinde de aramak tepkisini gösteririz. Haliyle nedenini bilmediğimiz ve bir sonuç eksenine oturtamadığımız bir eylem, bize şüpheli gelir. İşte bu şüphenin başladığı yerde, güvensizlik oluşmaya başlar. Mesela mahkemenin hakkımızda verdiği bir kararın gerekçesiz olması mümkün değildir. Çünkü suçlanmamızın bir nedeni, mantıklı ve geçerli bir sonucu olmak durumundadır aksi halde haksız bir suçlamadan söz ederiz. Bunun gibi insan nedensiz bir varoluş kesb etmemektedir. Her ne kadar bizler nedensiz bir hayata alışmış yahut alıştırılmış isek de nedeni olmayan yahut nedenini öğrenemeyeceğimiz düzlemde ya yaşayamayız ya da varoluşsal sancılar sonucu yeise kapılırız. Bu sebeple insan, hayatında muhatap alınmak istediği ölçüde nedenini ve sonucunu düşüneceği bir hayat yaşamak zorundadır. 
 
Karşılaştığımız olumlu ve olumsuz hadiselerin nedenini sorgulayabilecek bir teraziyi kendimizde oluşturamazsak buradan yalnızca gayesizlik dumanı tüter. Gayesizlik 21.yy insanının en geçerli hastalıklarının başında gelmektedir. Tükenmişlik sendromu da denilen bu vaka esasen insanın nedenini düşünmediği bir yaşantının nasılını bulamaması sonucu ortaya çıkan bir buhran ve yeis halidir. Bu buhran hali insanda iki hâle sebep olur. Bunlardan ilki malayanilik dediğimiz gününü gün etme, düşünmeden, sorgulamadan; narsist ve zevkine nasıl geliyorsa öyle bir hayat tarzı, ikincisi ise yaşamı sonlandırma fikri merkezinde bir melankoli ve nihayetinde intihar... Çünkü nasıl bir kitabı okurken yahut seyahat planı yaparken bir amacımız yahut nedenimiz var ise ortalama 70-80 yıl yaşayacağımız bu dünyaya gelişimizinde mutlak bir nedeni ve amacı olmak durumundadır. 
 
İnsanımızın bu gayeye erişmek için fıtratını oluşturan melekeleri iyi bilmek zorunluluğu vardır. Öfke, kibir, riya, mutluluk gibi bizi biz yapan melekelerin üzerine esaslı bir düşünce sistemi geliştirecek, sistematik bir okuma ve yaşantıyı, hayatımızın merkezine oturtmamız gerekmektedir. Bunu yaparken bize yardımcı olacak ilk kaynaklar, insanın nefsi hasletlerine dair sistematik bir dünya inşa etmiş tasavvufi metinlerdir. “Ahlâk kitapları” diyebileceğimiz bu kitaplara özellikle ehemmiyet verilmeli ve iç dünyamızı sistemleştirecek bilgileri buradan edinmeliyiz. Özellikle İmam Gazali’nin kitapları bu hususta dikkatle okunması gerekmektedir. Oradaki metod iyi anlaşılmalı, bize dair anlatılanla hayata uygulanmaya çalışılmalıdır. Bu şekilde bizi biz yapana dair edindiğimiz bilgilerin hayatımızın "Neden?" ve "Nasıl?" sorularına tatmin edici cevaplar alabileceğiz.
 
Okuma sürecimizin paralelinde Allah’ın ismini zikretmeyi hiçbir zaman unutmayacağız. Zikir insanın gönlünü ve dimağını ziyadeleştiren yolların  temelidir. Yani örnek verecek olursak resim yapacağımız zeminin mümkün olduğunca temiz olması gerekir ki orada istediğimiz resmin renklerini rahatlıkla sergileyebilelim. Aksi halde lekeler istemediğimiz görüntülerin oluşmasına sebebiyet verebilir. Bunun gibi insan kalbini fıtratına ait olanı anlayabilecek hale getirerek hayatını devam ettirmelidir. Bu süreçle başlayan yolculuk temel siyer bilgisi ve hadis okumalarıyla devam ettirilerek son olarak tefsir okumaları ile taçlandırılacaktır. Bu anlattığımız merhaleler insanın hayatının sonuna kadar götürmesi gereken bir nevi yeme içme alışkanlığı nevinden olmalıdır. İşte bu başlangıçla süreklilik haline gelen bu method iyi idrak edilirse insanın hayata dair gayesizlik buhranları yok olmaya başlayacaktır. Tüm bunların yanında insan artık branşına göre bir okuma yapabilir ve görecektir ki burada da yerinde başarılar elde edecektir. Çünkü kendini bilen yaptığı işin ne olduğunu da bilir. Kendini bilmeyen ise en büyük işi bile gayesiz yapar, bilinmezlik yollarında hayatını harcar.


GENÇ'ın Yazısı.