M.Yavuz Yılmaz

Kafkas İslam Ordusunun İzinde projesiyle iki yıl önce çıktığım Gürcistan ve Azerbaycan seferimi anlattığım notlarımın beşincisi olan bu yazıda Azerbaycan'ın Quba kentinden ve burada bulunan Quba Soykırımı Şehitliği, tam adıyla Quba Soyqırımı Memorial Kompleksi'den bahsetmeye çalışacağım. Ama öncesinden Gence'den buraya kadar geldiğimiz sürede neler oldu? Buraya uğramadan önce Bakü'de konaklamamızı ve 5 Temmuz sabahı yola revan olduğumuzu sırasıyla versek daha iyi olacağa benziyor. Bu yazımda da kısaca Bakü'den bahsedeceğim ama esasında Kafkas Notlarımın altıncısında Bakü'den ayrı olarak bahsedeceğim için burada pek üzerinde durmayacağım.
 
Saatlerimiz akşam sekize yaklaşırken bizler artık Göygöl'den ayrılmıştık. O muhteşem atmosferiyle bir doğa harikası olan insanın içini ısıtan tabiatın kalbine indiğimiz yere veda vakti gelmiş ve geride bırakmıştık bile. Bundan sonraki rotamız Azerbaycan'ın başkenti ve en büyük şehri olan Bakü idi. Burada bir gece konakladıktan sonra Quba'ya hareket edecektik. Akşamın ilerleyen saatlerinde şehre geldiğimizde ilk olarak gözüme çarpan şeylerden birisi Bakü'nün inanılmaz mimarisiyle bezenmiş olan yapılarıydı. Açıkçası akşam vakti olmasına rağmen şehri görme fırsatı bulduğumuz kısa bir süre zarfında gördüğüm mimari karşısında hayrete düşmüş ve bu kadarını beklemediğimi söylemek istiyorum. Kendinizi Roma'da hissedeceğiniz yapılarla birlikte olmak benim için büyük bir görsel şölene bürünmüş, cadde ve sokaklardaki muhteşem uyum ve düzenin renkler ve taş yapının günümüz teknoloji ve modernitesiyle buluşması harika bir tuvale yansıtılmış 18. yüzyıldan kalma bir şehir gibiydi. Bakü'de ki ikinci günümüzde kısa bir süreliğine de olsa gruptan bağımsız olarak yaptığımız gece gezintisi bizlere Bakü'nün gece hayatını da görmemize olanak sağlıyordu. Zira bundan sonra gündüzleri Bakü'yü fazlasıyla gördüğümüz için akşam saatlerinde dışarıya çıkmaya fırsat bulamayacaktık.
 
Göygöl'den ayrıldıktan yaklaşık üç saat süren bir yolculuktan sonra Bakü'ye gelmiştik. Burada Azerbaycan Cumhuriyeti Gençliğe Yardım Fondu'nun (Gençliğe Yardım Vakfı) misafiri olarak karşılandık. Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra hemen vakit kaybetmeden yemeklerimizi yedik ve kalacağımız yerlere yerleşmeye başladık. Uzun bir yolculuk ve yorucu ama güzel geçen bir günden sonra epeyce hırpalanmış ve tabii halde yorulmuş olan diğer arkadaşlarımla birlikte uykuya günlerdir hasret kalmışız gibi yataklarımıza yatar yatmaz uykuya daldığımızı fark ettim. Ardından sabah saatlerinde uyandıktan sonra ki ilk işimiz kahvaltımızı yapmak oldu. Böylece iki saat kadar sürecek olan bir yolculuğa tam anlamıyla hazırdık. Rotamız ise Azerbaycan'ın Quba şehriydi.
 
Quba 15. yüzyılda kurulmuş olup zamanla gelişerek 18. yüzyıldan itibaren şehir statüsüne geçmiş olan Rusya'ya bağlı özerk bir cumhuriyet olan Dağıstan'a yakın konumuyla Azerbaycan'ın kuzey doğusunda bulunan bir kenttir. Yaklaşık 30 bin kadar nüfusuyla küçük ama yine Azerbaycan'ın şirin tatlı bir kenti. Kuba, diğer Azerbaycan şehirleri gibi Kafkaslara ve Rusya'ya özgü olan mimarisini korumayı başararak cadde ve sokaklarda gezinirken doğanın en güzel hali olan yeşille beraber bizlere güzel manzaralar sunmayı başarıyor. Kırmızı tuğlalı ve yine kırmızı renkte çatılarla genel olarak en fazla iki ya da üç kattan ibaret olan evlerin ve diğer yapıların mimarisine başkent Bakü'de rastlamak biraz zor ama en başta uğradığımız yerler arasında olan Gence'de yine bunları görmek gayet mümkün. Burada benim gözüme çarpan ve hakkında fikir beyan edeceğim konu bu durumun Rusya'da da aynı şekilde olduğudur. Zira Bakü'deki mimaride de Rusya izlenimlerini görmek mümkün fakat bu durum diğer küçük ve taşra şehirlerinde tam anlamıyla değişiyor. Başkent Bakü'de daha çok batı tarzıyla bezenmiş bir Rusya havası olmasına rağmen küçük şehirlere geldiğimizde bu durumun küçük kırmızı tuğlalı ama yine Rusya esintisiyle inşa edilmiş yapılara dönüşüyor. Fikrim odur ki; Rusya'da da bu durum böyledir. Yani büyük şehirlerinden küçük şehirlere gidildikçe mimari oldukça büyük bir farkla kendini gösteriyor.
 
Şehir merkezinde bir süre oyalandıktan sonra asıl istikametimiz olan Quba Soykırımı Şehitliğini ziyaret etmek için yola koyulduk. Burada 1918 yılında Ermenilerin yaptığı katliamlar gün yüzüne çıkarılmış, toplu mezarların hemen yanına burası müze haline getirilmiş durumda. 2013 yılında yapımı tamamlanan, modern bir yapıyla inşa edilmiş olan müze mimarisiyle de dikkat çekiyordu. İki üçgen koni şeklinde inşa edilmiş olan binaların bitanesinden giriş bitanesi ise çıkış olacak şekilde inşa edilmiş durumda. Müzeyi de belirlenmiş olan istikametten gezerek böylelikle müze içinde gösterilen simülasyonları, haritaları, fotoğrafları görme şansı buluyorsunuz. En sonunda müzeden çıkmaya yakın ziyaret defteri düşünülmüş olup bütün ziyaretçilere açık olan bu deftere gönlünüzden ve kalbinizden geçenleri yazarak içinizi dökme imkânı buluyorsunuz. Doğrusu beni çok etkiliyordu. Kilometrelerce uzaktan gelip, her zaman bir şeyler karalayan biri olarak bu deftere bir şeyler yazmak beni derinden etkiledi. Bende içimden geçen hislerimi kardeşlik bağının da vermiş olduğu duygularla yazmıştım. Bir fotoğrafını da çekerek her zaman yanımda hatıra kalmasına vesile olmasıyla şimdi bile neler yazdığımı tam olarak bilmek ve okuyabilmek gayet güzel duyguların ortaya çıkmasına müsaade ediyordu. İzninizle neler yazdığımı da sizinle paylaşmak istiyorum. "Kardeş ülke Azerbaycan! Sen kalbimizde, sen gönlümüzdesin hep. Allah bu vatan uğruna toprağa düşmüş olan bütün kahramanlarımızın yerlerini cennet bahçelerinden bir köşe eylesin. Ruhları şâd olsun. Allah Türk milletini korusun." Şimdi Kafkasya'nın bağrında can Azerbaycan topraklarında onlarca şehidimizin yanında yazılmış bu satırların orada kalması beni o kadar bahtiyar ediyor ki bu mutluluk daha çok ziyaret defterine bir şeyler yazmakla değil de şehitlerimize bir nevi şükranlarımızı iletmek gibi olduğundan oralara kadar gelip de bir görevi yerine getirmenin mutluluğunu ve gururunu yaşatıyordu.
 
Her ne kadar buradaki müzeden bahsetmekle başlamış olsak da şimdi sizleri kalemim yettiğince o karanlık günlere götürmek niyetindeyim. Zira bundan 102 yıl önce Kafkaslarda yakılan türkülerin, dile gelen sözlerin en acısı buralarda söylendi. Bebeğinden yaşlısına binlerce insanın katledildi. Sonra toplu mezarlara gömüldüler. Var olma kaygısı vardı bundan bir asır önce Kafkaslarda. Yurduna düşman ayak basmıştı Türk'ün. Tek suçları Müslüman ve Türk olmaktı. Yurtlarından edilmek istendikçe direndiler, gitmediler oldukları yerde can verdiler yine vatan toprağında. Dünden o güne Türk'ün tarihi bir daha tekerrür ediyordu. Yine kanıyla sulamıştı toprağını ki ebediyete kadar kalsın hep bu vatan toprağı diye.
 
Takvimler 1918 yılının Nisan ve Mayıs aylarını gösteriyordu. Baharın en güzel halini görülür ya bu mevsimde toprağa yağmur Quba'ya bir varoluş kaygısı düşüyordu. Büyük bir katliamın daha altına ismini yazdırdılar Ermeniler. Bu aylar içerisinde sadece Quba'da 17 bin Müslüman - Türk katletmişlerdi. Bazen yalanlamaya çalıştıkları o katliamlardan bahsediyoruz işte bir şehir nüfusu kadar insan! Burada bu şehitlikte her şey gün yüzüne çıkmış. Ortaya çıkarılan toplu mezarda çocuklardan yaşlılara kadar herkes var. Üstelik bunu en ağır şartlarda işkence ve zulüm ile yapmışlar. Görebileceğiniz en korkunç işkenceler altında can veren soydaşlarımızın toprak altından çıkarılan kafataslarından çıkan çiviler tüm çıplaklığıyla durumun vahşiliğini kanıtlıyor. Üst üste yığılmış yüzlerce kafatasında durum aynı. Yine bir zamanlar insanlığın öldüğü yerdi Kafkasya. Bu zulmü anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır ne desek ne yazsak eksik kalır. Müzenin hemen yanında akan akarsu ise tamamen bilinçli olarak buranın seçildiği anlatıyor bizlere. Zira toplu mezarlar akarsu yatağına yapılmış ki kışın coşan suyla kemiklerde beraber akıp gitsinler. Böyle bir vahşet düşünülmüş. Her ne kadar su götürse de kaybolsa da yüzlerce, binlerce ceset bugün gün yüzüne çıkan nice toplu mezarlar var. Ermenilerin inkâr ettikleri ve hiçbir şekilde üzerine almadıkları tarihleri böylesine acı ve zulüm dolu. Bütün bunlara rağmen tarihimizde asla görülmemiş katliam kelimesiyle bizlere leke atmaktan geri durmuyorlar. Fakat herkesin yaptığı ortada kim zalim kim mazlum anlatıyor bizlere buradaki toplu mezarlar.
 
Azerbaycan'da bu gibi toplu mezarlara uğramak hiç olmadığı kadar olağan bir durumdur ki Quba başta olmak üzere diğer şehirlerde de ne yazık ki böyle toplu mezarlar görülebiliyor. Böylesine büyük bir kıyım vardı bundan bir asır önce Kafkaslarda. Türkülerin en yanıklısı söylenirdi bu yerlerde, sözleri vatan, toprak olan onlarca türkü... Bütün bunlara rağmen Ermeniler söylenenleri ve bunları reddetmekte. Fakat çıkarılan toplu mezarlar belge ve delil olarak tüm o acılarla beraber gün yüzünde. Azerbaycan, tüm çıkarılan mezarları ve kemiklerin bazılarını araştırma ve incelemelerde bulunan tarihçilerin gelip katliamları duyurmak ve doğrulamaları için hiç dokunmadan koruma altına almış durumda. Yukarıda dediğimiz gibi Ermeniler neredeyse tüm Azerbaycan topraklarında buna benzer daha birçok katliam yaptılar. Gence, Smaxı, Bakü, Karabağ, Nahcivan vb. tüm yerlerde durum aynıydı. 1915'te Anadolu'da çıkan ve Kafkaslara doğru giden Ermeniler hem Anadolu'da hem de Kafkasya'da gittikleri yerde bu katliamlarına devam ettiler. Özellikle doğu illerinde bu durum açıkça ne yazık ki böyle. Yine bu illerimizde onlarca katliamın altına ismini yazdırdılar. Buralardan çekilip Azerbaycan'a kadar gelen zalimler bu sefer Nahçıvan, Gence, Bakü ve diğer illere de Rusya desteğini de alarak girmeye başladılar. Gittikleri yere kan ve gözyaşı götürmekten başka bir şey yapmamışlar. İşte Quba tüm bunların belgelendiği ve delile döküldüğü yer olarak karşımıza çıkıyor. Bugün burasına yaptığımız ziyaretimiz kalplerde burukluklarla devam ediyordu. Şehitliği baştan sona gezerek Fatihalar okuyarak ayrıldık. Arkamızda o günün gözyaşısını ve zulmünü görür gibiydik ayrılırken. Bundan yine iki yıl önce ziyaret ettiğim Çanakkale şehitliğindeki matem havası vardı herkeste. Fakat bizler biliyoruz ki onlar bu vatan toprağı uğruna verdiler canlarını. Başımız dik yine. Ölüm herkese var ama en güzelini kahraman dedelerimiz annelerimiz asırlar boyu dünden bugüne hep en güzeli olan şehitlik makamıyla taçlandırdılar. Allah hepsine rahmet etsin, ruhları şad olsun.
 
Quba’dan yarım saat sonra Çenlıbel Gölü'ne gitmek üzere yola çıktık. Yaklaşık yarım saat süren bir yolculuktan sonra daha önce gördüğümüz Göygöl’e benzer bir tabiat harikası olan ve Kafkasların arasında inci gibi parlayan bir gölü daha ziyaret etme imkânı bulmuştuk. Burası Göygöl kadar meşhur olmasa da en az onun kadar güzel olan ve etrafında ki yeşil ve ormanlık ile de doğanın en güzel manzaralarını bizlere sunmayı başaran bir yerdi. Araçlar göle kadar gidemediğinden toprak olan bir yol bitiminde otobüsümüz durdu ve yaya olarak göle gitmek için tabanlara kuvvet diye yürümeye başladık. O sırada Yusuf Temizcan ağabeyle de okuduğum kitaplar üzerine biraz sohbet imkânı da bulmuştum. "Kaç kitap okudun?" ya da "Hangilerini okudun?" gibi sorulara yanıt verdim. Sezai Karakoç’un Diriliş adlı kitabını ve diğer okuduğum kitaplar üzerine göle varana dek epeyce bir hasbihal ettik hatta bir ara Yusuf abi bunları okuyorsun ama aklında bir şey kalması çok önemli diye bir şey söylemişti ben bu soruya birkaç kelime ile okuduğum kitaplardan bahsederek bir nevi kısa özetini yapmaya çalıştım. Benim için çok keyifli olan bu sohbetten sonra nihayet göle varmıştık. Biraz da yokuş çıkmıştık ama mühimi yoktu. Zira nihayeti mükemmeldi. İlk karşılaştığımız şey gölün kenarında sıralanmış, Azerbaycan ve Türk bayrağını taşıyan teknelerdi bunun dışında orada bulunan birçok at da vardı ama benim dikkatim teknelerde bulunan Azerbaycan ve Türk bayraklarındaydı. Cidden çok güzel bir görüntüydü. Tek millet olan bu iki devlet, bu kardeşliğini böylelikle çok daha iyi gösteriyordu. Bu vesileyle Azerbaycan ve Türkiye arasındaki dostluk ve kardeşliğe bir kez daha şahit olmuştuk. Bu güzel ayrıntıdan sonra arkadaşlarımızın bazılarını atlara bindiler tabi belli bir ücret ödeyerekti bu binmeler. Buranın sakinleri, genelde gölün bir ucundan diğer ucuna olacak şekilde bir ya da iki tur karşılığı iki manat olacak şekilde gelen ziyaretçilere at binmeyi de tecrübe ediyorlardı. Bende bir tur binmiştim ama atların pek hantal olduğunu söylemek icap eder. Yerlerinden kımıldayacak halleri yoktu sanki.  Ama her şeye rağmen yine de güzel olan bu küçük at binme molasından sonra arkadaşlarımın gayet memnun olduğunu görüyordum. Hatta bazıları olduğunca heyecanlıydı. At binmeler bittikten sonra iki grup halinde teknelere binerek gölün karşı yamacına geçtik burada bizleri ağırlayan fakat şu an isimlerini hatırlamadığım Azerbaycan’dan bir tarihçi ağabeyin sunduğu çay ve tatlı eşliğinde dinlemek fırsatı bulduk. Sohbette Dağlık Karabağ sorununu ve Ermenilerin yaptığı zulümler konuşuldu. Gayet duygusal ve verimli geçen bu sunumdan sonra herkes bireysel olarak dolaşmalaya çıkmıştı gölün kenarında. Ben de bir an gölün kıyısına yakın bir yerde sırtımı arkamda bulunan yem yeşil güllük gülistanlık olan ormana vererek gökle gölün maviliğinde bütün bir yolcuğun ve hayatımın panoramasını çiziyordum aklımda. Kaybolup gitmiştim sonsuz maviliğin ve yeşilin içinde. Her tarafı böyle cennet bahçelerinden bir köşeye benzeyen ecdat vatanı atalar ve kardeş Azerbaycan toprağı olan bu yerde Kafkasların en güzel halini görmenin karşısında büyülenmiş gözlerle hayran kalmaya devam ediyordum İstanbul’dan Kafkaslara yaptığım bu seyahate. Bu yazımızda burada son bulurken siz değerli okuyucularıma esenlikler dileyerek veda etmek istiyorum. Bir sonraki Kafkas notlarında görüşmek dileğiyle.


GENÇ'ın Yazısı.