Mehmet Mahir Beyşehirli

Bugünlerde eşine az rastlanır dönemlerden geçiyoruz. Çin`de ortaya çıkarak tüm dünyayı etkisi altına almış bir salgın gündemimizi değiştirdi. İnsanlığın en temel hürriyetlerinden olan seyahat etme özgürlüğünü elinden aldı. Bizler şimdi evlerimizde, akşamları gelen sayısal açıklamaları tereddüt ve heyecan ile bekler olduk. İşte bu minvalden, bugünleri değerlendirmeye katkısı olacak birkaç önerinin ekseninde, günlerimizi nasıl değerlendirebiliriz ve kaygılarımızı nasıl azaltabiliriz üzerine birkaç kelam etmek istiyorum.
 
Öncelikle dünyanın salgın tarihine kısaca bakacak olursak; salgınlar çok eski çağlardan itibaren şehirlerin ve ülkelerin gündeminde olmuş, onları uzun dönemler çaresiz bırakmıştır. Yakın tarihlerden örnek verecek olursak; 1918 yılında 1.Dünya Savaşı’nın nihayetlendiği günlerde, İspanyol Gribi tüm dünyayı etkilemiştir. Salgının yayılmasında 1. Dünya Savaşı’ndan dönen askerlerin büyük etkisi olmuş ve bu salgında yaklaşık 50 milyon insan vefat etmiştir. O dönem dünyanın toplam nüfusunun yaklaşık 1.8 milyar olduğu düşünülürse ölümlerin korkunç sayılara ulaştığı görülecektir. Bu salgınları 1957 Asya, 1968 Hong Kong ve 2000’li yılların başında SARS ve en son 2009 yılında Domuz Gribi salgınları takip etmiştir. Kısaca; salgınlar belirli yıllarda görülen ve hayatımızın bir gerçeği olarak etkiler doğuran kaçınılmazlıklardır. Bu bağlamda salgının kısa tarihine özet halinde değindikten sonra güncel salgının bizde hissettirdiklerini ve nasıl değerlendirilebileceği hususuna geçelim.
 
2019 Aralık tarihinde Çin’de başlayan, çok hızlı bir şekilde dünyaya yayılan ve 11 Mart itibariyle ülkemize giriş yapmış bu salgın, hayatımızı ciddi şekilde etkilemiştir. Temizlik anlayışlarımızı ve hassasiyetlerimizi yeniden sorgulamamıza vesile olmuş, en temel özgürlüklerimizi elimizden almış, toplumsal ve bireysel soyutlanmalara sebep olmuştur. Bu yazıyı yazdığım gün ve saatte, 65 yaşından büyüklerin ve kronik rahatsızlıkları olanların sokağa çıkması yasak; 1236 vaka ve 30 ölüm var. İnsanlar evlerinden çıkmamaya gayret gösteriyorlar. Zorunlu olup sokağa çıkanlar ellerine eldiven, yüzlerine maske takıyorlar. Yaklaşık bir haftadır camilerde cemaatle namaz kılınmıyor, minarelerden “Zorunlu olmadıkça sokağa çıkmayın” çağrıları yapılıyor. İnsanlarımızın toplu olarak sosyal faaliyet gerçekleştirdikleri tüm mekânlar kapalı tutuluyor. 
 
Tüm bu durumlar, insanda çeşitli hissiyatlara vesile oluyor. Bana öyle geliyor ki; çaresizlik hissini uzun zamandır dünya olarak hiç bu kadar iliklerimizde hissetmemiştik. Bu hadise öncesinde, dünyanın çeşitli yerlerinden çaresizlik haberleri duyuyor ve çaresizliğin görüntülerini izliyorduk. Çok yakınımızda halen devam eden Suriye savaşında annesini, babasını yitirmiş çocukların çaresizliklerini izliyorduk yine aynı şekilde Afrika’da yiyecek ekmek bulamayan insanların, çaresizlikten kıvrandıkları sahneleri izliyor ve yazıyorduk. Şimdi bu yeterince idrak edemediğimiz durumları iliklerimizde hissediyor, çaresizlik içinde gelecek günlerin daha iyi olabileceği umudunu taşıyoruz. Sessizce, faili belirsiz bulaşan bir hastalıkla baş etmeye çalışıyoruz. Diğer yandan bize sıradan gelen ve elimizden alınacağı ihtimalini vermediğimiz etkinliklerimizin ve özgürlüklerimizin ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Rahatlıkla evden çıkamıyor, sevdiklerimize doyasıya sarılamıyoruz. Yaşlılarımızı, ölümlerine sebep oluruz diye ziyaret edemiyoruz. Demek ki küçük ve sıradan olan, zaten istediğimizde bize sunulan, her hususun ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Bireyselliği iliklerimizde yaşıyor; arkadaşlarımızın ve cemiyetliliğimizin önemini idrak ediyoruz. İnanıyorum ki, bu yaşadıklarımız bizde şükür ve halden anlama gibi iki önemli hususu geliştirecektir. 
 
Mâlum bugünlerde hepimiz evlerimizdeyiz. Gündemi birçoğumuz sosyal medyadan takip ediyor. Bana öyle geliyor ki öncelikli yapmamız gereken, virüse dair haberlere aşırı derece de mâruz kalmamak. Bize söylenen önlemleri hakkıyla yerine getirdikten sonra evhama sebebiyet verecek durumlara girmememiz gerekmektedir. Bu evham, genellikle sosyal medya üzerinden oluşmakta ve insanımızı marketleri yağmalama gibi sonuçlara varacak eylemlere götürebilme bilinçsizliğiyle yüz yüze bırakmaktadır. Gerektiği kadar bilgi hayat kurtarırken, fazla bilgiye maruz kalmak hayatları tehlikeye atmakta. Bırakalım sağlık çalışanlarımız işlerini yapsınlar. Bizlerse evimizde, önlemlerimizi almış vaziyette daha önce yapamadığımız işlerle meşgul olalım. Bu dönemde özellikle tedbir-tevekkül  ilişkisine dikkat etmeliyiz. Bu şartlar içerisinde evimizde kitabımızı okuyalım, izlemediğimiz bir film yahut yetiştiremediğimiz bir tez, ödev varsa bunları tamamlayalım. Hayatın hızlılığından dem vurduğumuz günlerde, içimizden geçirdiklerimiz her ne ise, işte bunları bugünleri fırsat bilerek hayata geçirelim. Tüm bunların yanında ise bu günleri Allah’tan bir uyarı bilerek, manevi eksikliklerimizi tamamlama gayretine girelim; kaza namazlarımızı kılalım, tefsir ve hadislerle meşgul olalım. Camilerde kılamadığımız cemaatle namazı evlerimizde idrak edelim, evimizde huzur ve sekinet rüzgarlarının esmesine vesile olacak işlerle meşgul olalım. Unutmayalım ki, bizler hayrın da şerrin de Allah’tan geldiğine inanırız. Bununla birlikte hayr bildiğimizde şer, şer bildiğimizde de hayr olduğunu biliriz. Bugünler elbette nihayetlenecek. Önemli olan bizim bugünleri nasıl değerlendirdiğimiz ve bu uyarılardan maddi ve manevi nasıl dersler çıkardığımızdır. Bu sebeple içinde bulunduğumuz dönemin ne olduğunu anlayacak, evlerimizde önlemlerimizi alacak, maddi ve manevi hayırları arayarak bu dönemi birlikte atlatacağız. Unutmayalım tedbirler Korona’ya, tevekkül Allah’a yapılır.


GENÇ'ın Yazısı.