Zamanın Eğesindeki Hikayeler (imiz)
Aliye Nur Arapoğlu
Yıl 1998. Doğduğum ve hikayemi zaruri surette yaşamaya başladığım yıl. İstanbul depreminin bedenimde yankı bulduğu yıl.
Yıl 2003. Bir kehaneti gerçekleştirdiğim, ilk defa suçluluğun damarlarımda gezinmeye başladığı yıl. O yıla kadar hiç durmaksızın sanki bir kehaneti çağırırmış gibi ağladığım, tam da kötü haberin geldiği an ağlamayı bıraktığım ve babamın haberini aldığımız yıl.
Yıl 2007. Yüreğim ile kağıdın buluştuğu yıl. Yaşadıklarımın nasıl ve nedenine dair pek fikrimin olmadığı, dünyanın neden döndüğünü anlayamadığım çalkantılı birtakım süreçlerden geçtiğim, gönlümün yağmursuz, başımın yastıksız kaldığı yıl. Tevafuk o ki; o yıl yağmura hasret kalan tek ben değildim. Aynı zamanda Türkiye de tarihin en kurak dönemini geçirmişti.
İşte ana rahmine düştüğüm andan itibaren yaşadığım hikayeyi anlamaya başladığım o yıl 2007 yılıydı. 2007 ile yazın hayatım başlamıştı, -eğer benimkine yazın hayatı denilirse tabi- yaşadığım tüm duygular üzerine düşünmeye başlamış, kendi yolumu bulmaya çalışmıştım. Çok yol yürümüştüm, bile isteye okul yolumu uzatarak, otobüsleri kaçırarak, beni hapsettiğini hissettiğim tüm evlerden kaçarak sadece yol yürümüştüm. Hala yürüyorum, kendi hikayem için. Yürüdüğüm zaman boyunca sadece kendi hikayem için yürümediğimi fark ettim. Yürüdükçe başkalarının ve başka şeylerin hikayelerini gördüm, işittim ve hissettim. Yürüdükçe mana zihnimde tezahür etti ve ben yürüdükçe bazı sorular sordum, cevaplar aradım. “Neydi dünyanın hikayesi? Neydi benim hikayem? Neydi bu ağacın hikayesi? Ya bu kuş? Düşen ekmek, pencereme konan kumru? Balatta mezatta 50 liraya satışa çıkarılan o makine…’’ Anladım ki dünya üzerinde canlı ve cansız her varlığın hikayesi var ve ben görüp dokunduğum, işittiğim her şeyin hikayesini üzerimde bir emanet gibi taşıyorum. Yoluma çıkan her şey onun hikayesine dahil olmam ya da benim hikayeme dahil olmak için karşıma çıkıyor. Hikayeler bir hazine gibi ve ben onu fark ettiğim anda parlamaya başlıyor. İşte ben bu yüzden yazıyorum, en başta kendimi ve dünya üzerindeki tüm her şeyi kendi nezdinde değerli kılabilmek için.
Küçüklüğümden bu yana yazmak eyleminin beni dibe ittiğini düşünüyordum. Çünkü ailem bana bunu hissettiriyordu. Yazdıkça kendi iç alemime doğru iniyordum, insanın boyutlarını fark ediyor gibiydim ve bu beni daha düşünceli, daha kırılgan yapıyordu çoğu zaman. Bu kadar sessiz ve hüzünlü bir mizaç ailemi rahatsız ediyordu. Bu yüzden sürekli daha alelade olan ortamlara sokulmaya çalışıyordum. Ve o ortamları gördükçe kendimin yanlış bir şeyler yaptığını hissediyordum. Suçlu hissediyordum ki bu his 2003’ten beri hayatımda olan bir histi. Şimdi anlıyorum ki yazmak beni hayata karşı daha diri ve daha canlı tutan bir eylem. Yazmak bir arayış. Dünyadaki karşılığını bulma ve anlama arayışı, Allah’ın senin için kurduğu hikayeyi keşfetme ve onu fark ederek kendi içinde inşa etme çabası. İşte ben bu yüzden yazıyorum, bu yüzden ayaklarım yollarda yürümeye bu kadar hevesli. Bu yüzden hikayeler ve yazmak benim için çok değerli.
Benim içimde hikayeler var, yazdıklarım bunun sadece bir kısmı. Sadece benim değil her birimizin içinde hikayeler var ve çoğu zaman insanlara baktığımızda gördüğümüz şeyler onların hikayelerinin çok küçük bir kısmını oluşturuyor.
Hayalim bu hikayeleri daha incelikli işleyebilmek, göremediğim hikayeleri fark edebilmek ve her şeyin aslında ne kadar anlamlı olduğunu, yaşadığımız her şeyin bir karşılığının olduğunu yazılarımla gösterebilmek. Dünyaya ya da evrene değil, hikayemde yeri olanlara ve hikayesinde yerim olanlara. Yazarken oluşturduğum hikayemin anlamlı olduğunu düşünenlerle yeni bir hikaye oluşturmak.
Sizden ne beklediğime gelirsek eğer; sanırım hiçbir şey. Burada kaldığım müddetçe sadece elimden geldiğince her şeyden faydalanmaya çalışacağım. Buraya girme hikayem diğerlerinden farklı ve benim için hiç ummadığım bir anda açılan bir kapı gibi. Bu kapıda kendime ve kalemime dair umudumu ve hevesimi kaybetmemeye çalışacağım. Hepsi bu.
GENÇ'ın Yazısı.