M. Yavuz Yılmaz

Kafkas İslam Ordusu'nun İzinde projesiyle yaklaşık iki yıl önce yapmış olduğum Gürcistan ve Azerbaycan seferimi sizlere anlatmaya devam ediyorum. Sırasıyla: Türkiye’den başlayarak öncesinde Karadeniz’ sonra Gürcistan’da Batum ve Tiflis’i daha sonrasında nihayetinde Azerbaycan’da Gence ve Quba’dan bahsettiğimiz yazıların devamı niteliğinde olan, bu seferki durağımız; Azerbaycan’ın başkenti Bakü’den bahsedeceğim sizlere. 
 
Quba’da Çanlıbel Gölü`nün kıyısında çok güzel bir güne son veriyorken, zamanın bu kadar çabuk geçmesine içimden üzülmüyor değildim. O gün, o anda, daha dün gibi hatırladığım İstanbul’dan yola çıktığımız o ilk anları hatırlayınca bu kıymeti paha biçilemez Kafkas günlerimizin ne kadar da çabuk gelip geçtiğini fark ediyordum. Üsküdar meydandan, Mihrimah Sultan Camisi`nin maddi manevi gölgesi altında kırkı aşkın Genç Gönüllü ile birlikte çekildiğimiz toplu fotoğraflardan sonra bizleri buralara kadar getiren otobüsümüze bindiğimiz o ilk anlar ve o anlarda hissettiğim müthiş duygu ve içimdeki heyecanı sanki saatler öncesiymiş gibi hatırlayarak geçiriyordum aklımdan. Benimle birlikte olan yaklaşık kırk Genç Gönüllü arkadaşımın da bu hisleri taşıdığından şüphem yoktu. Günler süren yolculuk ve birlikteliğimizde herhangi bir sorun yaşamamıştık. Herkes programa ayak uydurmanın ve bir şeyleri tecrübe etmenin peşindeydi. Burada ilk defa yurt dışı deneyimi olan arkadaşlar da vardı, ilk kez bu kadar uzun bir yolculuk yapanlar da. Ama en önemlisi kara yoluyla bir ülkeye hatta birden fazla ülkeye geçmenin herkes için güzel bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Zira Gürcistan ve Azerbaycan’daki sınır kapılarında geçirmiş olduğumuz vaktimiz bunu fazlasıyla bize göstermiş oldu. Sadece bu anlamda değil, yolumuz uzattıkça farklı kültürleri görmenin de hazzı başkaydı. Örneğin Gürcistan bu bağlamda hepimiz için çok farklı olmuştur. Din, dil ve coğrafya farklılığı hepimizin dikkatini çekmeyi başarıyordu. Bunun haricinde elbetteki bu seferin asıl maksadı olan Kafkas İslam Ordusu’nu tanımak da bizler için büyük bir baht meselesi oldu. Zira diğer tarihi olaylara nispeten pek bilinmeyen ve tarihte yer verilmeyen Kafkas İslam Ordusunu bugünlerde bu seyahat ile birlikte yaptığım arkadaşlarımdan bilmeyen yoktu. Hepsi yüz yıl önce bu topraklarda ne olduğunun bilincindeydi. Hepsi kim haklı, kim haksız biliyordu. Bu bilgi ve deneyimlerle bizler yolculuğumuza başkent Bakü’ye doğru devam ediyorduk. Kafkasya’da yeşilin en güzelinin göründüğü yüksel kıvrımlı dağlarının bazen zirvesinde bazen de eteklerinde süzülüp giden iki şeritli kara yolundan bugüne kadar yapmış olduğum seyahatlerin en önemlisi olarak devam ediyordum yolculuğuma şu yukarıda aklımdan geçenlerle beraber.
 
Bakü’deki izlenimleri sizlere aktarmadan önce şehir hakkında tarihi birkaç bilgi vermenin faydalı olacağını düşünüyorum. Ne zaman kurulduğu bilinmeyen şehrin adına ilk defa X. yüzyıl İslâm coğrafyacılarının eserlerinde Bâkû, Bâkûh, Bâkuh ve Bâkûye şekillerinde rastlanmaktadır. Bazı eski kaynaklarda bu ismin aslında Farsça Bâdkûbe olduğu ve “rüzgârın döğdüğü yer” anlamını taşıdığı ileri sürülmekte ise de bu görüş ilim adamları tarafından kabul edilmemektedir. XII. yüzyılın ortalarından itibaren Şirvanşahlar’ın yaşadığı Bakü, XIII ve XIV. yüzyıllarda Moğollar’ın işgalinde kaldı. XV. yüzyılın başında Şirvanşahlar’ın başşehri oldu ve yüzyılın sonuna kadar bu durumunu korudu. 1501 yılında Safevî Hükümdarı Şah İsmâil tarafından ele geçirildi. Daha sonra Bakü’yü Özdemiroğlu Osman Paşa fethedip (1583) Osmanlı İmparatorluğu’nun yeni teşkil edilen Şamahi eyaletine sancak olarak bağladı ise de 1606 yılında Safevîler şehri geri aldılar. Bakü, Şah I. Abbas’ın imar ve inşa faaliyetleri sonunda bölgenin önemli merkezlerinden biri haline geldi. XVIII. yüzyıldan itibaren İran ve Rusya arasında çatışma konusu olan Bakü 1723’te I. Petro tarafından Rus topraklarına katıldı, fakat kısa bir süre sonra Nâdir Şah zamanında yeniden İran’ın eline geçti (1734). Bağımsız Bakü Hanlığı kurulduğunda (1747) hanlığın merkezi yapılan şehir 1806-1813 Rus-İran savaşları sonunda imzalanan Gülistan Antlaşması (1813) ile kesin olarak Rusya’ya geçti ve Şamahi vilâyetinin merkezi oldu. 1917 Ekim ihtilâlinden sonra İngilizler tarafından işgal edilen Bakü, önce 28 Mayıs 1918’de kurulan Millî Azerbaycan Cumhuriyeti’nin, Kızıl Ordu’nun bu cumhuriyete son vermesi üzerine de yerine kurulan Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin (28 Nisan 1920) başşehri haline geldi. (Kaynak: TDV Ansiklopedisi)
 
Azerbaycan, 30 Ağustos 1991`de SSCB’nin çöküşüyle bağımsızlığını yeniden ilan etmiştir. Mihail Gorbaçov tarafından uygulamaya konulan glasnost politikasının ardından, iç huzursuzluk ve etnik çatışmalar Azerbaycan SSC`nin sınırları içinde kalan Dağlık Karabağ da dahil olmak üzere Sovyetler Birliği`nin çeşitli bölgelerinde büyüdü. Azerbaycan`da rahatsızlıklar, Moskova`nın ilgisizliğine cevap olarak zaten sıcak çatışmalara dönüşmüştü ve bu çatışmalar bağımsızlık ve ayrılık çağrısına yol açtı; olaylar Bakü`de yaşanan Kara Ocak`ta doruğa çıktı. 1990 yılından sonra, Azerbaycan SSC Yüksek Konseyi, başlıktaki "Sovyet Sosyalist" kelimesini kaldırdı, Azerbaycan Cumhuriyeti Bağımsızlık Bildirisi`ni kabul etti ve devlet bayrağı olarak Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti`nin bayrağını kullanmaya başladı. 18 Ekim 1991`de Azerbaycan Yüksek Konseyi, ülkede yapılan referandum yoluyla Bağımsızlık Bildirisi`ni doğrulattı ve bağımsız oldu; Aralık 1991`de Sovyetler Birliği resmen dağıldı. ( Kaynak:  a b "Milli Məclisintarixi. Azərbaycan SSR Ali Soveti ([[1920]]–[[1991]]-ciillər)". URL: https://tr.wikipedia.org/wiki/Azerbaycan) Böylelikle yeni kurulan devletin başkenti de Bakü oldu.
 
Azerbaycan’da nüfusun çoğunluğunu Türk halkları oluşturuyor. Azeri Türklerinin nüfusları son elli yılda geçmişte olduğundan fazla bir yükselişe sahiptir. 1990 yılına kadar SSCB’nin hüküm sürdüğü bu topraklarda doğal olarak Rus nüfusu oldukça çoktu. Bu durum yine son 50 yıl içinde değişiklik göstererek Rusların gittikçe azaldığı bir tablo sunuyor gözümüzün önüne. Özellikle 1980, 1990 yıllarından sonra Azerbaycan’da 500.000’e yakın Rus varken bu durum bu tarihlerden itibaren düşüş gösterdi. Özellikle 1990 yılının Ocak ayının yirmisinde meydana gelen olaylardan (Kara Ocak) sonra bölgede Rusların pek bir demografik yapısının kalmadığını söyleyebiliriz. Bu tarihten itibaren buradaki Ruslar, Rusya’nın içlerine doğru yoğun bir göçe başlamışlardır. Azerbaycan’da nüfus yönünden Ruslar kadar yoğun olmasa da kalabalık olan bir diğer millet ise Ermenilerdir. Ermeniler de zamanla yaptıkları ihanet ve sürekli çıkardıkları gerilimlerden sonra 1990 yılında Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla eskiden beri haksız olarak girdikleri savaşta kaybeden taraf olmuşlardır. Azerbaycan’da, 1990’dan sonra Ermeniler Azerbaycan’ı terk edip Ermenistan’a göçe başladılar. Şuan Azerbaycan’da Ermeni nüfusu hemen hemen yok denilecek kadar azdır. Aynı şekilde Ermenistan’da da durum aynı şekilde olmuştur. Bu tarihten itibaren Ermeniler de Azeri Türklerini Azerbaycan’a göçe zorlamışlar ve bununla da kalmayıp çeşitli zorbalıklara, mezalimlere de imza atmışlardır. Azerbaycan’ın şu anki nüfusu ise 10 milyondan fazladır. En büyük şehri ise 2 milyondan fazla nüfusuyla Bakü’dür.
 
5 Temmuz akşamı geldiğimiz Bakü’de sabah sekiz sularında kalktık ve kahvaltımızı yaptık. Bugün şehri etraflıca gezme fırsatı bulacaktık. Fakat bunun öncesinde bugünkü programa dâhil olan resmi kurum ziyaretini gerçekleştirecektik. Bu nedenle kahvaltımızı yaptıktan sonra yaya olarak şehrin içlerine doğru yürümeye başladık. Mimarisinden gözlerinizi alamayacağınız şehir merkezindeki binalar eski usül mimari esintiye bağlı kalınarak inşa edildiğinden dolayı yapısal olarak şehir güzel bir görünüme sahip oluyordu. Birçok binada boya ve benzeri maddenin kullanılmadığından bu açıkça görülebiliyordu. Bizim geldiğimiz yere ise yine aynı şekilde buna benzer bir yerdi. İlk başlarda nereye geldiğimizi bilmesek de binaya yaklaştığımızda öğrendik. Burası Azerbaycan Gençlik ve Spor Bakanlığı`na bağlı bir kurumdu. Burayı ziyaret etmemizdeki amacımız; bu seferi gerçekleştirmekten ibaret olduğunu burada söylemekti. Elbette bu projeden Azerbaycanlı makamların haberi vardı ama ziyarette bu daha da hatırı sayılır bir hale gelmiş oldu. Bizlere çok iyi bir misafirperverlik gösteren kurum yöneticileri herkesle tanışıp olabildiğince herkesin fikrini ve düşüncelerini almaya çalıştılar. Konularımız hem Türkiye hem de Azerbaycan’ın meseleleriydi. İki ülkenin dost ve kardeş olduğu, iki devlet tek millet olduğu tekrar tekrar her söz alanın ağzında söyleniyordu. Bu sohbet bize hem iki ülke arasındaki dostluğa hem de Azerbaycan’ın neredeyse bir asırdır devam eden mücadeleleri hakkında bilgi veriyordu. Bir iki saat arası süren sohbetten sonra her iki taraftan birbirine hediyeler veridi. Güzel dilek ve temennilerle kurumdan ayrıldık.
 
Azerbaycan Gençlik ve Spor Bakanlığı`na yapmış olduğumuz ziyaretten sonra tekrar konakladığımız yere geldik. Burası zaten Bakü’nün şehir merkezindeydi ama yine de gideceğimiz yer uzak olduğundan otobüs ile gitmek zorunda olacaktık. O yüzden otobüsü ve diğer ekip arkadaşlarımızı beklediğimiz sırada bulunduğumuz sokaktan büyük bir caddeye çıkarak kendimizi yine bir anda o muhteşem binaların mimarisiyle birlikte bulduk. Hem etrafımızda katları dört ya da beşi aşmayan sarı rengiyle modern ve eskiyi aynı anda bizlere sunmaya çalışan binaların hem de uzaktan bizlere görünen ve artık Azerbaycan’ın turizmde ve dışlarda simgesi haline gelmiş ünlü Alev Kuleleri`nden ikisini de yanımızda gibi hissediyorduk. Az sonra biraz daha ileriye gittiğimizde ekip otobüsümüzün de orada olduğunu fark ettik. Büyük bir ağacın gölgesi altına park edilmiş aracımızın bugün büyük bir şansı vardı. Yazın en sıcak geçtiği yıllara denk geldiğimiz şu günlerde gölgede kalmayan otobüsümüze her bindiğimizde gerçekten yanan bir fırının içine girmiş gibiydik. Fakat klimanın olması bizi bu durumdan kurtarıyordu. Fakat her ne kadar bugün gölgede kalmış olan aracımıza sevinmiş olsak da az sonra anladık ki bugün kendi aracımızla değil şehir içi ulaşımla devam edecektik.  Tekrar geldiğimiz sokağa çıktık ve oradaki bir durakta otobüs beklemeye başladık. Günlerden cuma olduğundan dolayı cuma vakti de yaklaşıyordu. Bu yüzden bindiğimiz bu araçla Cuma Namazı`nı kılmak üzere bütün tüm ekip ve Azerbaycanlı arkadaşlarımızın da rehberliğinde Ilahiyyat Mosgue önüne (İlahiyat Camii) geldik. Burada büyük bir kalabalıkla Cuma Namazını kıldıktan sonra caminin hemen yanında başlayan büyük bir bayırdan aşağı süzülen ham ve toprak yoldan aşağıya şehir merkezine indik. (Şimdilerde internetten baktığım kadarıyla buraya büyük bir merdiven yapılmış durumda.) Bizi burada otobüsümüz bekliyordu. Belliki ekipteki Azerbaycanlı arkadaşlarımız bizler için kısa bir yol bulmuşlardı ve yine otobüs beklemek zahmetinden kurtarmışlardı. Böylelikle bizi en kısa yoldan şehir merkezine ya da gideceğimiz yere ulaştırabileceklerdi. Şüphesiz öyle de oldu. Yaklaşık beş dakika sonra aracımıza ulaşmıştık.
 
Saat 13.30 civarında öğlen yemeğimizi yemek üzere yine şehir merkezinde bir restoranda geldik. Burası Azadlık Caddesi üzerinde bir mekândı. Cadde olabildiğince büyük ve kalabalıktı. Zaten Bakü’yü gezme fırsatı bulan herkes şehir merkezinde gezdiği sıralarda şehrin ne kadar büyük olduğuna şahit olacaklardır. Bizler vakit kaybetmeden yemeklerimizi yemeye başladık. Masanın üzerine tepside sunulmuş büyük bir lahmacunla birlikte gelen kebap Adana ile kapışmaktan çekinmezdi. Etli yemekler konusunda Azerbaycan hiç de sorun yaşayacağınız bir ülke değil. Kültür benzerliği kendini çok iyi bir şekilde gösteriyordu. Yemekten sonra bizi sıkı bir program bekliyordu. Ekip otobüsümüz aynı cadde üzerinde ama bizden biraz daha uzakta beklemekteydi. Bütün arkadaşlarımız vakit kaybetmeden çabucak her zaman olduğu gibi otobüsteydik. Şimdi istikametimiz Bakü Şehitler Hıyabanı (Bakü Türk Şehitliği) idi.
 
Bundan yüz yıl önceden fazla bir süre önce, 1918’de Anadolu’dan Kafkasya’ya bir kardeş yardımı oldu. Azerbaycan’ın ve Azeri halkının kurtuluş ve selameti için yola çıkan binlerce Türk askerin gözünü kırpmadan kahramanca şehit oldukları topraklarda nihayet Azerbaycan’ın Rusya’dan bağımsızlığını almasıyla birlikte iki ülke arasındaki dostluğa vefa niteliğinde başkent Bakü’de bir Türk Şehitliği açıldı. Azerbaycan hükümeti kendileri içinde manevi bir değeri olan ve bağımsızlıklarını simgeleyen şehir parkının Bakü Şehitler Hıyabanı’nda bulunan bir alanı Türk şehitliği için tahsis etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Bakü Elçiliği Askeri Ataşeliği tarafından (Nisan 1999 – Ağustos 1999) yapımı tamamlanmıştır.
 
2016 yılında Bakü’de Türkiye Cumhuriyeti Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı`nın desteği, Uluslararası Genç Derneği, Azerbaycan Cumhuriyeti Gençliğe Yardım Fondu ve Gönüllü Gençler Derneğinin organizasyonu ile hayata geçirilen "Geçmişin İzinde Yürüyen Gençler" proje kapsamında hazırlanan kitapta şu ifadeler yer alır: "1918 yılında Azerbaycan’ın istiklali uğruna canlarını feda eden Kafkas İslam Ordusu’nun 1130 şehit askeri bugün müstakil Azerbaycan toprağında Türkiye ve Azerbaycan bayraklarının gölgeleri altında Azerbaycanlı şehit kardeşleriyle birlikte tıpkı cephede olduğu gibi omuz omuza huzur içinde yatmaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti ve Anadolu insanı, Ermenilerin Karabağ’ı işgali sırasında yüzlerce şehidimizin ve bu işgal neticesinde oluşan bir milyondan fazla mültecinin acı ve ızdırabını her zaman yüreğinde hissetmiştir."
 
Şehitler Hıyabanı’nı ziyaret ettiğimiz esnada göze çarpan bir diğer şey ise iki minaresiyle hemen şehir parkı denilen bütün bu kompleksin yanı başında iki minaresiyle kendini gösteren Şehitler Camii idi. Eskiye yakın mimarisi ve etrafındaki açık alanın da etkisiyle çok güzel bir görüntü sağlayan bu cami: 1996 yılında Türkiye Diyanet Vakfı tarafından inşa ettirilmiş. Cami 2009 yılında tadilat nedeniyle kapatılmış, 7 yıllık aradan sonra tamamlanarak bireysel ibadete açılmış. Azerbaycan Milli Meclisi ve savunma bakanlığı binalarının da yakınındaki camide Cuma Namazı gibi toplu ibadetler yapılmıyor. Şehir parkı oldukça büyük olduğundan gezmeye burada son vermedik. Parkın girişindeki meydanda bütün ekibimiz toplandı ve herkesin eline büyük Türk ve Azerbaycan bayrakları verildi. Bu esnada bazı arkadaşlarla röportajlar yapıldı. Röportaj yapanlardan biri de bendim, bu fırsat bize duygu ve düşüncelerimizi bireysel bir şekilde sunmamıza olanak sağladı. Tabi sonrada bütün arkadaşlarımda röportajları toplanmış ve bir araya getirilerek haber haline getirilmişti. Sonradan bunu izleme şansını bulduğumuz için gayet memnun kalmıştık. 
 
Toplu fotoğraf ve röportajlardan sonra parkı bireysel ya da ayrı gruplar halinde gezmeye başladık. Herkes için kısa bir süre verilmişti. Bizlerde bu süre içinde parkı dolaşmaya devam ettik. İçlere doğru gittikçe daha büyük bir koronun içinde olduğumuzu görüyorduk. Nihayet tepe denilecek kadar yüksek bir yere geldiğimizde Hazar Denizi`nin ve Bakü’nün muhteşem manzarasıyla karşılaştık. Sahil boyunca uzayıp giden yürüyüş yolu (Bakü Bulvarı) ve spor salonları bu manzarada dikkat çeken yerlerden bazısıydı. Burada hayli fotoğraf çektik. Ardından bizi Şehitler Camisi`nin yanında bekleyen otobüsümüze gitmek üzere oradan ayrıldık. Azerbaycan’ı, Bakü’yü ziyaret etme şansı bulan okurlarıma buradan söylemek istediğim şey burasını mutlaka ziyaret edin. Hem şehitlerimize bir vefa, hem de güzel bir vakit geçireceğiniz ender alanlardan biri. Saat 15.30 sularında şehitlikten ayrıldık. Bizleri bundan sonra daha güzel bir süreç bekliyordu. Önce Gençliğe Yardım Fondu’na gidip burada Azerbaycanlı genç arkadaşlarımızla tanıştık. Ardından onlarla beraber serbest zamanla birlikte Bakü şehir merkezini gezme şansı yakalayacaktık.


GENÇ'ın Yazısı.