Yıllardır Cevabını Aradığımız Soru
Site Özel
3377 okunma
Ali Altunkaya
Gün boyu yaptığımız yorucu bir Amman gezisinden sonra nihayet gece konaklayacağımız eve gelmiş, ev sahibi kardeşimiz Yahya’nın bereketli ikramlarından sonra hemen uyumaya koyulmuş, yarınki Mescidi Aksa ziyaretimiz için tüm hazırlıklarımızı eksiksiz tamamlamıştık. Gece boyu heyecandan uyuyamayan bende ise tatlı bir heyecan, meraklı bir bekleyiş, sabırsız bir ruh hali hâkimdi. Sanki birazdan sabah olacak ve ben daha önce hiç uyanmadığım bambaşka bir sabaha uyanacak, kutsallığın merkezine varacak, bir sevgiliye kavuşacaktım.
Yolculuk oldukça kısaydı ama hayatımın en uzun ve en bitmek bilmeyen yolunda ilerliyorduk bana göre. Ürdün’den kara yolu ile Filistin sınırından giriş yapıp, yol boyu arama noktaları, pasaport kontrolü derken, Ortadoğu’da "sınır" kavramının muğlaklığı üzerinde de düşünerek, Eski Kudüs’ün Zehra kapısından geçip bizi Aksa`ya ulaştıracak olan yola nihayet girmiştik.
Bense hala aracın yolda ilerleyişi ile kalp atış hızım arasındaki dengeyi korumaya çalışıyor, gözlerimi ve gönlümü kendi miracıma hazırlıyordum sanki. Çünkü bu ilk ziyaretimdi. İlk kavuşmamız ve ilk vuslatımız olacaktı Aksa ile. O kadar heyecanlı ve yerinde duramaz olmam, kendime hâkimiyet kurmada zorlanmam bundandı.
Ancak yol boyu canımı sıkan,aklımı kurcalayan, içimi huzursuz edenbaşka bir şey vardı. Acaba işgalci İsrail Meclisi Knessetten geçen karara göre ezan yasağı uygulanacak ve ezan okunmayacak mıydı? Bu endişe içerisinde yolu bitirmiş, aracımızdan inmiş ve yürümeye başlamıştık sonunda. Attığım her adım beni daha çok yakınlaştırıyor hissi, bambaşka bir şeydi bana göre.
Sanki dünya birazdan yaratılacak, öte yandan sanki birazdan kıyamet kopacak hissi tüm benliğimdeydi. Burası kutsallığın, hikmetin ve yeryüzünün merkeziydi ve bende ona doğru adımlarımı atıyordum sonunda. İnanın hayatımdaki en unutulmaz, en tarifi zor andı. Kur`an-ı Kerim"de içinin ve çevresinin bereketlerde doldurulduğu ifade edilen bu topraklar, görebildiğimiz ve göremediğimiz sayısız hikmetin, bereketin, kutsiyetin, barışın ve güzelliğin merkeziydi. Nice peygamberlerin otağı, nice şehitlerin yurdu, nice devletlerin dünyaya hâkim olma sebebiydi burası. Uğrunda verilen canların, dökülen kanların ve ödenen bedellerin hepsini hak ediyordu.
Nihayet bende oradaydım ve o an yeryüzünde kimse benim kadar şanslı değildi sanki. Şükürler olsun ki bende şimdi o sokaktaydım. Hem de o yokuşu bitirip, sola dönüp susamlı ekmek tezgâhlarını yavaş yavaş açan Filistinli çocukları seyrederek ilerlediğim ve beni Kubbetüs Sahra’ya, Mervan ve Kıble Mescitlerine; yani bütün bir Aksa yerleşkesine ulaştıracak sokakta. Adımlarımı yavaş yavaş atmaya başladığımı, yanımdakilerin varlığını unutmaya başladığımı hatırlıyorum en son.
AKSA İLE İLK BULUŞMA...
Sağımdan solumdan insanlar akıyor, bense dilimi damağıma yapıştırıp ağır ağır ilerliyordum. Sanki bir büyülü denizin dibinde atıyordum adımlarımı. İşte Kubbetus Sahra sağımda şimdi. Revaklar tam karşımda. Az ileride bütün haşmeti ile kıble mescidi beni bekliyor, şadırvanlar, sebiller, yaşlılar çocuklar, kadınlar, kuşlar, hepsi de beni tanıyorlardı sanki. Hem ilk kez görüp hem de bininci kez görüyormuşum gibiydi. Biliyorum, bininci kez görsem de her seferinde sanki ilk kez görüyormuşum gibi gelecekti.
Burada, işte tam da burada, bütün tarih karşısında, tüm benliğim ile tam ortasında ayakta durmaya çalışıyordum. Bu yoğun duygu atmosferinde namaz vaktini beklerken,birden davudi bir ses dolduruyordu Aksa’nın dört bir yanını, kuşlar da eşlik etmeye başlıyordu hiç beklemeden: "Allahu Ekber,Allahu Ekber!"
Hayatımda hiçbir ezanı bu kadar heyecanla beklediğimi, duyduğumda ise bu kadar mutlu ve huzurlu olduğumu hatırlamıyorum, Müezzinin ilk tekbirleri ile hem sevinmiş hem de çok şaşırmıştım. O heyecanla yanımdaki yaşlıca bir amcada dâhil yaklaşık beş kişiye sormuştum durumu. Hepsinden aldığım cevap ise gayet umut dolu ve gururluydu elhamdülillah. Kime sorduysam aynen şu cevabı alıyordum, yüzlerindeki kendinden emin bir tebessüm ile beraber "Merak etme, bu topraklarda ezan susmaz evladım…" diyorlardı.
Onların verdikleri bu cevap, benimse uzun süredir peşinde olduğum bir avuç Filistinli Müslümanların yıllardır İsrail zulmüne nasıl direniyor sorusunun da cevabını niteliğindeydi aynı zamanda. Öyle ya inancın, hakikatin, sebatın, sağlam bir iman ve iradenin karşısında kim durabilirdi ki? Bence bugün İsrail ve küresel bazı aktörlerin anlamadığı, anlamak istemediği, görmezden geldiği hakikat tam da buydu.
HAKİKATİN GÖZÜ
Geçtiğimiz gün Batı Şeria’da zulme karşı düzenlenen protestoları çeken gazeteci Muaz gözünden vurulmuştu. Evet, Muaz bundan sonra dünya hayatının kalan bölümüne tek gözü kapalı devam edecek, tıpkı dünya vicdanının burada yaşananlara gözleri kapalı olduğu gibi. Ama merak etmeyin, Muaz büyük bir sevinçle "Gözümü benden önce cennete gönderdim" diyecekti hepimize.
İşte onların bilmedikleri, görmezden geldikleri şey tam olarak da buydu: "Hakikatin gözü asla kör olmazdı." Tıpkı üstad Sezai Karakoç’un dediği gibiydi her şey: "Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak. Hâlbuki biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, hakikat susmayacak."
Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak. Hâlbuki bizden kurtulsalar, vicdan azabından kurtulamayacaklar, vicdan azabından kurtulsalar, tarihin azabından kurtulamayacaklar. Tarihin azabından kurtulsalar, Allah`ın azabından kurtulamayacaklar…
GENÇ'ın Yazısı.