Kerem Balcı

Allah`ın (c.c.)  insanı pis sudan -yani meniden- (İnsan,2) en kusursuz ve en güzel şekle getirip (Tin, 4) eşrefi mahlukat (İsra, 70) kılıp kendisine muhatap (Zariyat, 56) almasının bir karşılığı var mıydı?
 
Cenab-ı Hakk`ın yeryüzünü insanın hizmetine sunmasının (Bakara, 29), göklerdeki düzenin ve eksiksizliğin (Kaf, 6),  geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratıp her birinin kendi yörüngesi etrafında yüzmeye devam etmesinin (Enbiya, 33) insanın rızıklanması için gökten su (Kaf, 9) ve insana çeşitli yararlar sağlayan demirin indirilmesinde (Hadid, 25)  ve bunlar gibi daha birçok nimeti insana bahşeden ve Kuran`ın bir çok yerinde (Hud Suresi 30-51, Nahl Suresi 12, Enbiya Suresi 66-67, Kaf Suresi 7, Müminun Suresi 85) insanın bu nimetlere karşılık düşünmeye çağıran  asıl  dikkat çekilmek istenen kuluk bilinci neydi?
 
Allah (c.c.) efradını cami, ağyarını mâni şekilde meydana getirmiştir. İnsanı bu denli özel ve diğer varlıklara nazaran üstün kılan doğruyu ve yanlışı (Bakara, 170), iyiyi ve kötüyü (Bakara, 13) birbirinden ayırabilen akıllı bir varlık olmasıdır. Cenab-ı Hakk, insanın akıl sahibi olması hasebiyle ilahi mesajı kendisine ileterek "Artık bundan sonra dileyen iman etsin ,dileyen inkar etsin" (Kehfi, 29) seçeneğini sunmuştur. Hiç şüphe yok ki; Cenab-ı Hakk`ın insanları yaratmasındaki asıl gayesi yalnızca insanların kendisine kulluk etmesini (Zariyat, 56) istemesidir. Peki ya insanı pis bir sudan yaratıp (Alak, 2) ona bu sorumluluğu yüklemesindeki "kulluk" kavramının hikmeti ne olabilir?
 
Bu manada yapılacak ilk şeyin Cenab-ı Hakk`ın vahdaniyetini kalp ile tasdik ve dil ile ikrar etmekdir. Zira, Allah (c.c) kendisine şirk koşulmaması gerektiğini ve tevbe edilmeden ölündüğü takdirde bağışlamayacağını (Nisa, 48) Kuran-ı Kerim`de bizlere bildirmektedir. İnsan bu kadar önemli bir görevi ifa ettikten sonra bir bu kadar önemli olan rahmet elçisinin (Enbiya, 107) sözlerine itibar edilmesi (Al-i İmran, 32) ve Allah ile rasulunun emirlerinin birbirinden ayrı tutulmamasıdır. 
 
Kişi kelime-i şehadetin gerekliliğini yerine getirince artık mümin sıfatını elde etmiş olur. İnsan, Allah (c.c.) kendisine farz kıldığı ibadetleri ve Peygamber Efendimiz`in (s.a.v) sünnetini hiçbir şüpheye mahal vermeksizin bilinçli bir şekilde yerine getirirse kulluk görevinin ibadet tarafını tamamlamış olur. İnsan ibadetleri yerine getirmesinin yanında kendisine sunulan arz ve semanın, yerin ve göğün muazzam, ihtişamlı ve eşsiz yaratılmasına tanık ederek de kulluk görevini şükür ve hayret ile yerine getirmeyi devam ettirir.
 
Kulluk görevini ifa etmek sadece ibadet yönüyle değil, ubudiyet yönüyle de gerçekleşen bir kavramdır. Özellikle yaşadığımız çağda, en önemli kulluk görevlerimizden birisi de; ilim, irfan ve hikmet sahibi olmaktır. Zira küfür bilimde ivme kazanmışken; savunma sanayi, bilgisayarlar ve teknolojik faaliyetler revaştayken kul yaratılış gayesini benimseyerek insanlık yararına ortaya koyacağı çalışmaları da düşünür ve bu çalışmalarında da O`nun rızasını gözetir.
 
Kulluk; her işinde Allah`ın (c.c.) rızasını kazanma kaygısıdır. Cenab-ı Hakk`ın isimlerinden, sıfatlarından yola çıkarak daima havf ve reca arasında kalabilmektir kulluk. Cenab-ı Hakk`ın kendisine vermiş olduğu sonsuz nimetlere karşılık hal ve hareketleriyle, sözleriyle hatta elinden gelse bütün zerreleriyle ona övgüleri, şükranları sunmaktır. Kulluk kavramını son bir cümle ile tanımlayacak olursak; insanın cüz`i iradesini ilahi emrin doğrultusunda yönlendirip külli iradeye teslim olmasıdır. 


GENÇ'ın Yazısı.