Ayşegül Tozal

Gözün bakmaması gereken daha başka alanlar ve durumlar da vardır. Mesela kapı ve pencerelerden başkalarının evlerini gözetlemek, yine başkalarının ayıp ve kusurlarını görmeye çalışmak, şiddetle yasaklanmıştır. Muhatapları rahatsız edecek her çeşit bakış da uygun görülmemiştir. Özellikle misafirlikte, göze sahip olmak önemli edeplerden biri sayılmıştır.

Mutasavvıf bir büyüğümüz James Cameron’ın yönettiği Avatar filminde görülen kuşları, tarihlere “Fil vak’ası” olarak geçen hadisedeki ebabil kuşlarına benzetmişti. Filmdeki kurguya göre Pandora dünyasında inançlı ve mutlu bir halk olan Navi’ler, inançlarının sembolize olduğu, kutsal ağaçları ve zikri andıran ritüellerinin bulunduğu “gök insanları”dır. Beyaz adam, Pandora’da bulunan çok kıymetli madene gözünü dikerek, her şeyi göze almıştır. Kutsal ağacın altında bulunan maden, modern insan için çok önemlidir. Navi’ler içinse önemi, ağacın kendisinden ve konumundan kaynaklanır. Beyaz adamın hırsına kapılıp Pandora’ya göz dikmesiyle olaylar gelişir, savaş başlar. Filmin Kâbe ve Ebabil kuşlarını çağrıştırdığını söyleyen mutasavvıf büyüğümüz, Ebrehe Ordusu ile Beyaz Adam’ı da benzetiyor ve filmi şöyle yorumlamıştı: “Avatar, Kur’an’da geçen kıssaların manevi muhtevasının, çağımız insanına, olağanüstü güzellikte taşınabileceğini örnekleyen muhteşem bir sinema eseri.” Bizler açısından bakıldığında gerekli olan şeyin, Kur’an’daki kıssalarla çağımız arasında ilişki kurabilecek bir zihin grafiği ve orada üretilenleri perdeye taşıyacak sanat performansının üretilmesi olduğunu belirtmişti.

İslam medeniyetinde klasikler, genellikle tasavvufu ve dini kültürü hikâyelerle anlatan eserlerdir. Kur’an kıssalarından yola çıkılarak bir hayat perspektifi sunulur okuyucuya. Kur’an kıssaları, günümüz dünyasında insanlığa fikir verecek, çığır açtıracak, ufuk zenginleştirip genişletecek sırlar ihtiva eder. Tıpkı Avatar filminde olduğu gibi, birçok filmde yönetmenlerin İslam medeniyetinin birikiminden ve tasavvuftan ciddi bir etkilenmelerinin söz konusunun olduğu rahatlıkla söylenebilir. Semih Kaplanoğlu’nun Buğday filminde ele aldığı gibi Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın ilişkisinden Hz. Süleyman Hz Davut arasındaki ilişkiye kadar tüm kıssalara bu gözle bakılabilir. Tarih boyunca mutasavvıf ve şairler, kıssadan hisse anlayışıyla birçok düşünceyi hikâyelerle anlatma, zenginleştirme yoluna gitmişlerdir. Feridüddin Attar’ın İlahinâme adlı eseri de bu klasiklerdendir. İlahinâme dışında Muhtarname, Bülbülname, Pendname, Tezküretül Evliya, Cümcümename, Üştürname, Cevahir Ezzat, Haylaçname, Lisanil Gayp, Heft Vadi, Kenzül Hakayık, Kenzül Esrar ve daha pek çok eser Attar’a isnat edilir. Fakat pek çoğunu Attar’ın yazmadığına dair rivayetler mevcuttur.

Attar’ın İlahinâme adlı eseri, 6500 beyitlik bir mesnevidir. Hikâyenin çerçevesi, bir hükümdarın altı oğluna dünyada en çok arzu ettiklerini sorması, onların da sırasıyla verdikleri cevaplar üzerine bina edilmiştir. Her biri insanın ihtiraslarından birini temsil eden arzular etrafında gelişen hikâyede baba bunların manasızlığını gösterir. Tasavvufî bir meseleyi ele alırken temsillere başvurması, çerçeve hikâyeler içinde açık bir plana göre iç içe daha küçük hikâyeler anlatarak konuyu daha anlaşılır bir hale getirmesi ve böylece manaları ana hikâye ile birleştirmede büyük bir ustalık göstermesi, Feridüddin Attar’a has bir özellik olarak ifade edilmiştir. Attar, zamanından itibaren ve bilhassa eserleriyle pek büyük bir şöhret kazanmıştır. Mevlana, divanında, mesnevisinde onu münasebet düşürerek över; şeyh Mahmud Şebüsteri’de Gülşen-i Raz’da, “şairlikten utanacak değilim ya... Yüzlerce yıl geçer de gene Attar gibi bir şair gelmez” der.

Feridüddin Attar’ın “Karıncanın Aşkı” adıyla yayımlanan çalışmada İlahinâme’den seçilen hikâyeler, yalın bir dille günümüz okuruna sunulmuş. Attar’ın Mantıku’t-Tayr isimli kitabında geçen hikâyeler, bugünkü kullandığımız dilden farklı olup, insanların genellikle müzik ya da his ve duygularıyla birebir kelimesiz iletişim kurması anındaki duygularla yoğrulmuş bir eserdir. Kâinatın zikrini, toprağın dirilişini, yağmurun rahmet rahmet yağmasını, kuşların cik cik ötüşlerini duyarsınız okurken. Tasavvuf edebiyatının başlıca eserlerinden olan Mantıku’t-Tayr’ı okurken, tasavvufî bir temaya sahip olmasının yanı sıra kişinin tasavvufa dair ve tasavvuf yoluna dair bilgi edinmesi açısından da önemli olduğunun farkına varır okuyucu. Attar’ın eserleri arasında en meşhuru olan Mantıku’t-Tayr, Abdulbaki Gölpınarlı’nın tercümesine göre 4931 beyittir. Bütün eserde, arada ilgi düşürülerek anlatılan hikâyeler de dâhil olmak üzere, mantıki bir zincirleme vardır. Hz. Süleyman’a kuşdili öğretildiğinden bahsedilir, Hüdhüd kuşundan yola çıkılarak tasavvufun temel prensipleri, özellikleri, inanç yapısı aktarılır okuyucuya. Eserde Hüdhüd’ün dışında adı geçen kuşlardan bazıları şunlardır: Bülbül, Dudu, Tavus kuşu, Kaz, Keklik, Hüma, Doğan, Alaüveyk, Puhu, Kuyruksalan…

Kitabın konusunu kısaca ele alacak olursak; Kuşlar bir araya toplanır, “Bu zamanda hiçbir ülke padişahsız değil... Biz de padişahsız kalmamamız lazım, padişahsız ülkede nizam intizam olmaz, kendimize bir padişah seçelim” derler. Bu sırada Hüdhüd kuşu gelir ve kendinin Süleyman Peygamber’in (a.s.) mahremi ve postacısı olduğunu belirtip; “Sizin zaten bir padişahınız var ama haberiniz yok. O bize bizden yakın da biz ondan uzağız. Daima padişah odur. Adı da Simurg’dur, binlerce nur ve zulmet perdeleri ardındadır. Gelin de onu arayıp bulalım.” der. Kuşlar Hüdhüd’ün kılavuzluğunda yola düşerler. Fakat kuşların kimi yoldaki hicaplarda kalır, kimi yem isteğiyle bir yerlere dalar, kimi aç susuz can verir. Kuşlar, padişahlarını, yani Simurg’u aramaya başlarlar ve kendilerine lider olarak Hüdhüd kuşunu seçerler. Hüdhüd, padişahlarının Kafdağı’nın arkasında olduğunu söyler. Zorlu bir yolculuktan sonra, Kafdağı’nın arkasına vardıklarında geriye yalnızca 30 tane kuş kalmıştır ve vardıklarında bir ses duyarlar:

- Aslında padişah sizsiniz!

Aynaya bakarlar ve aslında kendilerinin Simurg olduğunu görürler. Kitapta anlatılan hikâye, kuşların diliyle vahdet-i vücud’un sembolik bir anlatımıdır. Simurg Tanrı için bir sembol olmuştur. Simurg’a ulaşmanın yolu olarak saydığı vadiler tasavvufta sıklıkla kullanılan kavramlardır ve bireyin tasavvuftaki yolculuğunun çeşitli kademelerini, makamlarını belirler. Her vadiyi açıklanırken aslında o makamın özellikleri ve zorlukları açıklanır. Yolun sonuna varıldığında tasavvuftaki her şeyin Tanrı’nın bir yansımasından ibaret olduğu inancına dayanan bir şekilde dergâhın bir ayna olduğu ve Tanrı’yı sembolize eden Simurg’un da oraya varabilmiş kuşlar olduğu aşikârdır.


GENÇ'ın Yazısı.