Uzaktan Yaşama Sanatı
Yeni bir evredeyiz insanlık olarak, şu an için ne kadar süreceği de tam kestirilemiyor. Evlerdeyiz, hayatı uzaktan yaşıyoruz, adeta e-hayat dönemi söz konusu. Alışkanlıklar değişti, ekonomi etkilendi, sosyal hayat başka bir şekil aldı. Şaşkınız, bir nevi şoktayız, akla hayale gelmeyecek şeyler acı bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Eğitimler, dersler, programlar, toplantılar vs. tamamen sosyal medyaya taşınmış oldu. Herkes, her farklı iş kolu kendi içinde farklı tecrübeler yaşıyor şu an. Bu süreçte kuşkusuz şimdi olduğu kadar gelecekte de konuşacağımız ve bugünlerden taşıyacağımız meseleler var. GENÇ Dergisi’nin Mayıs ayında tüm bunlardan yola çıkarak COVID-19 (Koronavirüs) salgınındaki ahvalimizi, bahsettiğimiz meselelerin bizlere olan yansımalarını konuştuk. Usta hocalarımızın, alandan ve sahadan isimlerin ve tabii ki meselelerin muhatabı gençlerin görüşlerine başvurduk. “Uzaktan Hayat” üzerinden kurguladığımız dosyamızın istifadeli olmasını dileriz. Umarız bu sancılı günlerin de feraha kavuşması yakındır...
Korkum, Sanallığın Yalanlığı Körüklemesi
Savaş Ş. Barkçin / Yazar-Siyaset Bilimci
“Uzaktan hayat”tan ziyade “temassız hayat” desek sanki daha doğru... Elbette zaten temas etmeyen, her türlü teması ise cinsellikle ilişkilendiren Batı’da insanların bugünlerde birbirinden ayrı kalmasının bir ayrıcalığı yok. Adamlar o kadar insandan kopmuş vaziyetteler ki temassız hayat çoktan başladı. Mesela sosyal medyada chat programları vb. bu toplumlarda üretiliyor. Çok iç içe oldukları, hep muhabbet etmek istedikleri için mi? Günlük hayatlarında bu kadar sosyal mi bu insanlar? Asla değiller. Yalnızlar ve bir insanla nasıl muhabbet edeceklerini bilmiyorlar. O yüzden sohbetin sahtesi bile olsa ona meylediyorlar. Bu yalnızlık o kadar ısırıcıdır ki göreceksiniz salgın ilerledikçe ABD ve Avrupa’da binlerce insanı evlerinde ölmüş olarak bulacaklar. Yalnızlıktan... Bu yalnızlık sanallıkla, sanallık da yalanla yürütülmeye çalışılıyor.
Gelin görün ki koronavirüs meselesi bizim gibi hâlâ organik olan, hâlâ insan insana sohbet etmeyi seven, bir arada bulunmak için bahane üreten toplumlar için çok daha riskli. Benim korkum yeni teknolojilerle insanların temassız hayata alışması değil. Sanallığın yalanlığı körüklemesi...
En Hayırlı Azık Takvadır
Bence bir kul hangi şart altında olursa olsun Mevlası ile rabıtasını kurar. İster kalabalıkta, isterse tenhada. Aksine bugünlerdeki vaziyetten ibretler almak gerekir. Ailemizi, evimizi ihmal ettiğimizi idrak edip çaresine bakalım. İki kelime sohbet etmekten uzaklaştığımızı fark edip dostları arayalım. Ölüm korkusunu şimdilerde her gün hissediyoruz. O zaman gurbetten vatana dönüşü daha sık hatırlayalım. Azığımızı, rızkımızı hazır edelim. En hayırlı azık ise takvadır.
Aşırı Tüketime Kaldığımız Yerden Devam Etmeyelim
Doç. Dr. Alev Erkilet / Sosyolog
Gelecek öngörülerinin özne insanlar tarafından nasıl tersine çevrilebildiğini pek çok örnekte görmüş olduğumuzdan, biz sosyologlar, kehanetlerden uzak durmaya çalışıyoruz. Ama sanal insanlık dediğimiz şeyin sınıfsal mahiyetini ve eğer gelecek böyle şekillenirse bunun ne gibi toplumsal sonuçları olacağını tartışmaya açabiliriz. Öncelikle, sanal insanlığın toplumun sadece bir kısmının, dünya nüfusunun da pek azının yararlanabildiği bir ayrıcalık olduğunu vurgulamak gerekir. Afrika’da 20 saniye elini yıkayabilmek için gereken suyu alacak parası olmayan, baraka yerleşimlerde sıkış tepiş yaşamak zorunda kalanlar açısından sanal bir durum yok mesela. Biz de dahil tüm ülkelerin mavi yakalıları, prekaryası, göçmenleri açısından da sanal bir durum yok.
Iskarta Hayatlar
Biz izolasyonda iken meydana gelen bir göçükte üç madenci hayatını kaybetti. Bu meselenin bir boyutu. Kol gücüyle çalışarak ekmeğini kazananlar açısından zorlu koşullardan geçiyoruz. Gelecekte uzaktan çalışma bir sistem haline gelirse, bu kesimlerin entegrasyonu ciddi bir problem olacaktır. Sanayi toplumundan sanayi-sonrası topluma, sanayi kentinden hizmet kentine geçiş sürecinde ortaya çıkan yeni işlerin gerektirdiği vasıflara sahip olunmaması nedeniyle nöbetleşe yoksulluğun kalıcı yoksulluğa dönüştüğünü biliyoruz. Gelecekte bu süreçlerin robotik, yapay zekâ ya da online iş yapma biçimleri tarafından daha da ileri götürülmesi halinde sistemin dışarı attıkları için çözüm üretmek zorlaşacaktır. Bauman’ın Iskarta Hayatlar kitabını bu vesileyle okuma listenize eklemenizi öneririm. Sanayi sonrasına geçebilenlerin çevreyi kirleten yatırımlarını ucuz emek cennetlerine kaydırabilen toplumlar olduğunu biliyoruz gerçi ama bizi bekleyen yeni koşullarda en az 10 bin iş kaleminin ortadan kalkacağı söyleniyor.
Klasikleri Yeniden Okuyabiliriz
Buraya kadar söylediklerimiz, ekonomik işleyişin yaratabileceği sorunlara dairdi. Bir diğer sorun alanı ise mahremiyetle ve özgürlüklerle ilgili. Sizin de bildiğiniz gibi 20. yüzyıl anti-ütopyalarında insanların gündelik hayatına eşlik eden, onlara komut veren, izleyen, tabiri caizse onları çizgide tutan ekranlar ve tek taraflı görünürlük eleştirilmiştir. Bugüne ve uzaktan yaşamaya bir de giderek panoptikon mahiyeti kazanabilecek olan mekanizmalar ve süreçler açısından bakmak gerekebilir. Sınırsız çevrimiçi olma durumu, gözetlenme, denetim, kaydedilme bakımından ne anlam ifade ediyor? Uzaktan yaşama süreci, bu konular üzerine düşünmek için de iyi bir fırsat bence. 1984, Fahrenheit 451, Biz, Cesur Yeni Dünya, Temize Havale gibi klasikleri de bu bağlamda yeniden okuyabiliriz. Söz konusu değişimleri, ilerleme tezahüratlarıyla karşılayanlar da var elbette ama her meselenin birden fazla veçhesi olduğunu hatırlamakta yarar olur kanaatindeyim. İnsanlar çekilince havanın ve suların temizlenmeye, doğanın toparlanmaya, hayvanların geri gelmeye başlaması ise bu sürecin üzerinde en hassas durmamız gereken boyutlarından biri. İpuçlarını iyi değerlendirelim, muhasebe yapalım ki gerçek toplumsallıklara, dolaysız etkileşimlere döndüğümüzde sömürüye, haksızlıklara, aşırı üretim ve tüketime, çevreyi kirletmeye kaldığımız yerden devam etmeyelim.
Ramazan’da Bu Virüsü Baskılayabiliriz
Ersin Çelik / Yeni Şafak Gazetesi İnternet Yazı İşleri Müdürü
Çok değil iki ay önce Türkiye için farklı gündemlerimiz vardı. Vaka Çin’de ortaya çıktıktan sonra süreci takip ediyorduk fakat bir anda evlere kapanma olasılığı çok yok gibiydi. Fakat İtalya’da yaşananları gördükten sonra Türkiye’de de bunun olabileceğini düşünmüştüm. Bir anda hayatımız değişti, yavaşladı, kısıtlamalar getirmek zorunda kaldık. Bu süreçte toplum önce bir şok yaşadı. Bu da normaldi. İlk sokağa çıkma yasağından sonraki iki saatlik o panik ve telaşı saymazsak; ülkemizde bu yeni durum gözlemlediğimiz kadarıyla birçok Avrupa ülkesine göre çok daha normal seyrediyor. Adapte olabildik. Bu biraz toplum ile alakalı aslında. Biz, çekirdek aile kültürü olan bir milletiz. Avrupa gibi değiliz. Anne, baba, dede, anneanne, babaanne, torun ve çocuklar ile bir arada yaşama kültürümüz hâlâ güçlü. Ayrıca bu adaptasyonda internetin bir imkan olması; uzaktan çalışma ve takip etme, kendini oyalama, meşgul etme, eğitimin bir şekilde devam etmesi, ülkemizin böyle bir altyapıya sahip olması gibi faktörlerin hepsi bir etken oldu.
Avantajımız Var: Ramazan
Bu arada bizim bir avantajımız var: Ramazan ayı geldi. Sabır ve ibadet ile biraz daha hayatı yavaşlattığımız bir ay zaten. Toplum olarak buna çok müsaidiz. Bu bir ayda, bu virüsü baskılayabiliriz. O yüzden evde yaşama kültürünün faydalarını görebileceğimiz dönemdeyiz aynı zamanda. Bu süreci eski kodlarımızı tazeleme, koptuğumuz örf ve adetleri yeniden sahiplenme ve yeni nesil ile tanıştırmamıza vesile olacak bir süreç olarak da görmek lazım.
Yeni Çalışma Modelleri Oluşacak
Yaşadığımız bu süreç sonrasında iş dünyası için yeni çalışma modelleri oluşacak. Biz gazeteciliği evden yapıyoruz ve açıkçası performans olarak bir kayıp yaşamadık. Sadece koordinasyonda birtakım eksiklikler oluyor. Bu çalışma modeli kültürleşirse onlar da oturabilir. Eğitim çok önemli ve dünyada Çin’den sonra bunun altyapısını en hızlı şekilde sağlayan ülke biz olduk. Tabii ki eksiklikler var. Onlar da oturacaktır. Eksiklikleri test ederek, deneyimleyerek giderebilirsin. Bir dönüşüm yaşıyoruz. Elbette sonuçları olacak. Toplum biraz daha yavaşlayacak, dinginleşecek. Bazı lüks ihtiyaçları, israfları bırakacağız. Okuma ve kitap kültürü çoğalacak. Bakın, sizlerin hazırladığı bu derginin içerik politikası bile değişti. Ayak uydurmak gerekiyor.
En başta dediğim gibi diğer ülkelere ve toplumlara göre hem büyük oranda Müslüman olmamız hem temizlik alışkınlarımız hem de aile ile bir arada yaşama kültürümüzün güçlü olmasını avantaj görüyorum. Bütün insanlıkla beraber çok kalıtsal sorunlar yaşamadan bu süreci atlatacağımızı düşünüyorum.
Eski Durumun Muhafazası Bile Başarıdır
Erol Göka / Psikiyatrist
Hepimiz biliyoruz ki koronavirüs asıl hasarı ruhlarımıza, psikolojimize yapıyor. Az bir kısmımız fiziksel olarak etkileniyoruz koronadan ama toplumun tamamının psikolojisinin üzerinden silindir gibi geçiyor. Üçe ayırabiliriz psikolojimize etkilerini:
Birincisi öteden beri psikolojik bakımdan rahatsızlık çeken insanların psikolojilerini daha da harap ediyor.
İkincisi dayanma güçleri nispeten zayıf kişilerde ya bana bir şey olmaz tepkisine yol açıyor ya da tam tersine tepkilerini vesvese düzeyinde artırıyor.
Üçüncü olarak da tüm toplumu şöyle ya da böyle korku ve endişeye sevk ediyor. Çok sık görüyorum kitap okuma, maneviyatı derinleştirici filmler izleme, nafile ibadet yapma, içe bakış teknikleri gibi önerileri. Yapabilenlere aşk olsun. Biz psikoloji profesyonelleri böyle kriz zamanlarında eski durumun muhafazasını bile başarı olarak görürüz. Benim önerilerim de daha çok buna yöneliktir. Karantina şartlarında elden geldiğince işimizi gücümüzü eskisi gibi sürdürmeye çalışmayı çok önemsiyorum. Bu duruma karşı bir yandan fiziksel mesafeyi korurken diğer yandan ruhsal kaynaşma ve dayanışmayı artırmalıyız. Aramıza sanallığı sokan, yüz yüze iletişimi torpilleyen bilişim teknolojilerini bu kez gerçekten kendi hizmetimize sunmalı, sürekli eşi dostu aramalı, hâl hatır sormalıyız.
Belli ölçülerde korku ve endişe, hatta bir miktar karamsarlık -asla umutsuzluk sanılmamalı- makuldür. Bunu böyle bilip kabul etmek virüs ile mücadelede çok önemlidir. Çoğu insana böyle yaklaşıldığında anlaşıldığını hisseder ve endişesi yatışır.
Gelirinizi Değil, İlminizi Geliştirmeye Odaklanın
Melih Ecertaş / Yönetim Danışmanı
Bu süreçten sonra hayatımızda pek çok şeyin değişeceği aşikar. İş yapış şekillerinde de pek çok gelişmeler göreceğiz. Önemli olan ülke ve birey olarak bu gelişmelere ne ölçüde ayak uydurabileceğimiz.
Aşağıdaki 6 konuda güçlü olan ülke 2020’li yılların ve sonrasının süper gücü olur gibime geliyor:
1- Genç nüfus oranı yüksek olan,
2- Sağlık sistemi ulaşılabilir, geniş ve ucuz olan,
3- Dijital altyapısı güçlü olan,
4- Lojistik olarak merkezde olan,
5- İstikrarlı devlet yapısı olan,
6- En önemlisi de girişim ve ARGE ekosistemi güçlü olan.
Uzaktan Daha Çok Çalışacağız
Bunlara baktığımızda hamdolsun Türkiye olarak ön plana çıkıyoruz. Genç kardeşlerimiz açısından geleceğe bakışta yüksek motivasyona sahip olmak çok kritik, acizane 5 önerimi vereyim.
1- Allah’ın takdirinin her şeyin üstünde olduğunu unutmayın. Tutarlı olun. İnandığınız değerleri taviz vermeden hayatınızın her alanında uygulayın.
2- Gelirinizi büyütmeye değil, ilminizi (know-how) geliştirmeye odaklanın. İşinizi iyi ve severek yapın, alanınızda dünyadaki en iyi uygulamaları (benchmarking) takip edin. İş alanınızın derinliklerine inin. Karantina süreci gösterdi ki artık evden/uzaktan daha çok çalışacağız. Haftalık program yapın kendinize, günlük olarak yapacağınız her görüşmenizin yazılı gündemi olsun. Unutmayın, işini ciddiyetle yapan herkes için gelişim alanı sınırsızdır.
3- Aileyi hayatınızın merkezine alın. Evlenip çoluk çocuğa karışmak esas olduğundan, hayatınıza bereket getirdiğinden en kısa zamanda bunu gerçekleştirmeye bakın. Anne ve babalarımızı razı edelim, akrabalarımız ile yakından ilgilenelim. COVID-19 süreci bizleri ailemize daha çok yakınlaştırdı, bunun hakkını verelim.
4- Kendimizden başkasına faydamız olsun. Virüs hayatımıza girdikten sonra bazı kardeşlerimizin hayatı daha zor hale geldi. Onları takip edelim, destek olalım. Bunu bir vakıf/dernek çatısı altında yapmak verimliliği arttırır, bunu unutmayalım.
5- Doktorlara kulak verelim. Sağlığımıza dikkat edelim. Gençler olarak burada üstümüze düşen temel görev vücut direncimizi güçlü tutmak. Bunun da yolu yediğimize dikkat etmek ve spor yapmaktan geçiyor. Bir virüsün ne kadar hızlı yayıldığına şahit olduk, bundan sonrası için artık “sağlıklı yaşam”ın önemi daha çok arttı.
5 Platformu Aktif Kullanır Hale Gelin
WhatsApp, Facetime, Skype, Zoom, Discord, Bip, Telegram, Signal, Viber, Wechat, Cisco Webex vs. sonu yok arkadaşlar bu dijital dünyanın. Çevrenizdeki kişilerin en çok kullandığı en az 5 platformu aktif kullanabilir halde olun ama 1-2 tanesine odaklanıp tüm iletişim faaliyetlerinizi onun üzerinden götürürseniz, dijital platformlarda kaybolmazsınız. Unutmayalım ki bunlar araç, önemli olan yukarıdaki 5 husus diye düşünüyorum, hepsini dijitalleştirecek yüzlerce seçenek var.
Girişimci Olun ki İnsanlar Sizin Farkınıza Varsın
Alperen Genç / Zeki Özdemir Anadolu Lisesi
Bu süreç bana çok şey kazandırdı ve farkına varmam gereken durumları gün yüzüne çıkardı. Sen kendini tanımadıkça, çalışmadıkça, diğerlerine umut kaynağı olmadıkça ve sorgulamazsan ne yaparsın ki! Bu süre zarfında kendime çok zaman ayırdım ve kendimi nasıl geliştirebilirim çabalarına büründüm. Kendime birçok hedef koydum ve artık ideallerim var.
Bugünler için şunu söyleyebilirim: Kendinize vakit ayırın. Düşünün ki o vakit ne kadar değersiz ise o kadar hatırlanmayacaktır. En önemli tavsiyem ise girişimci olmakla alakalı. Girişimci olun ki yeni maceralara atılın ve anınız değer kazansın. Girişimci olun ki insanlar sizin farkınıza varsın. Benim gayem bu yönde.
Yaşadığımız bu olay ve diğer olaylara pesimist gözle bakmayalım, kendi lehimize çevirelim yapılması gereken her ne ise. İşte böyle hamleler sizi farklı kılacaktır. “Yapacak hiçbir şey bulamıyorum” diyerek çalışmaktan ve emek sarf etmekten kaçınanlar gibi olmayalım. Her daim bir dert edinin kendinize. Ama bu derdiniz bitmesin, ebedi olsun. Hayata gözlerimizi açtığımız dünyada, gerçeği bulmak için koşuşturalım. Allah’ın bize sunduğu güzelliklerden yararlanalım, özellikle de evde kaldığımız bu dönemlerde.
Hayat Düzenimin Başına “Online” Kelimesini Yerleştirdim
Melek Merve Erkılınç / Psikolog
Elimizdekilere bir bakalım, başlamak için yolun neresindeyim? Çok yoğun çalışıyorum ve oturup da tez yazabilecek vaktim yok, erteleyen biriyim ve kısıtlı bir zaman var.
Mesleki getiri olarak farkında olduğum bir şey var; ertelemek, aslında kaçmak demektir. Neden kaçtığımı bulmam ve onunla yüzleşmem gerekti. Peki, bu çok kolay bir durum mu? Tabii ki hayır. Aslında bu benim davranış örüntüm. Yani kaçtığımda arkamdan kovaladığını zannediyorum bu bir noktaya kadar kabul edilebilir, tabi bir devekuşuysanız. Yani sırf kafanızı kuma gömdünüz diye siz ya da orada duran sorun ortadan kaybolmuyor. Yalnızca sizi kovalayan şeyden kaçarken sürekli arkanıza baktığınız için karşılaşacağınız şeyi göremiyorsunuz.
Sonra bir gün bir şey oldu, adı malumunuz “COVID-19.” Beraber çalıştığım tüm kurumlar; “Erteleyelim.”
Danışanlar bir bir korkularını dile getirip; “Erteleyelim.”
Seminerler zaten toplu ortam, semineri düzenleyenler; “Erteleyelim.”
Benim tezim için kurduğum o cümle bugün hayatımın akışı zannettiğim şeyler için kuruldu.
Erteleyenler yalnızca çalıştığım kurumlar değil aynı zamanda tezimi kabul edecek kuruldu. Burada gelsin çığlıklar! Gerçekten içimde koca bir sevinç çığlığı vardı. Teze son 3 hafta ama ben evdeydim ve hiç olmadığım kadar boştum. Önce kendime şunu sordum inkâr mı edeceksin kabul mü? Çünkü inkâr etmeye devam etsem muhtemelen henüz başlangıç noktasına gelmeden olduğum yerde oturup, final çizgisine gidemedim diye ağlayacaktım. Ama zaman hile yapılamayacak kadar gerçek. Bu tıpkı duraktaki otobüse bekle keyfim yetince bineceğim demek gibi bir şey. Yani ya fırsatı değerlendirirsiniz ya da geç kalırsınız. Otobüsle zaman arasında ki farksa, aynı kod numarasıyla başka bir otobüs mümkün ama zaman asla…
Yeni Bir Düzen Kurmak Her Zaman Mümkün
Evet salgın hepimizin korkuttu ve korkutmaya devam ediyor. Ancak en çok evde olmak evden çıkmamak insanları tedirgin etti. Aynı korku ilk gün beni de sarmıştı. Ama şunu fark ettim, ne vardıysa ertelemekten korktuğum bekleyebilirmiş. Ve ne varsa ertelediğim, yüzleştiğimde en büyük zaferim olabilirmiş.
Bugün online yaşantımız başlayalı aylar oldu. Ben de hayat düzenimin başına “online” kelimesini yerleştirdim. Danışanlarımı online olarak görüyorum. Eğitimlere ve kurslara online olarak katılabiliyorum. Koşulları kabul edip, yeni bir düzen kurmak her zaman mümkün.
Camiden Uzaksak Evde Cemaat Yapalım
Furkan Emiroğlu / Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Karşılaştığımız süreç bizi mekan çeşitliliğinden uzaklaştırdı. Normal yaşantımızda geçirdiğimiz vakti, harcadığımız enerjiyi, söz ve eylemlerimizi modern olanın hızından yalıtılmış halde tekrar değerlendirme imkanı elde ettik. Mekanın zenginliği, türlü alternatif faaliyetler tecrübe açısından olumlu kazanç sağlamalarının yanında zihin dağınıklığı-odaklanamama-erteleme gibi durumlara sebebiyet veriyordu. Salgın tehdidinden ötürü mekanı tek olana indirgemek zorunda kaldık. Eğer nefsimize mukayyet olursak bu teklik, zenginliğe imkan sağlayabilir.
Dört duvar arasında/dört köşe çalışma masası karşısında esas verimi elde edebileceğimizi bilmeliyiz. Bu motivasyon ile sair zamanda uzun zamanda bitireceğimiz bir çalışmayı daha kısa sürede ve daha yüksek verimle tamamlayabiliriz. Elbette bu dörtlüler içinde dört köşeli olan telefon ve bilgisayar ekranı karşısında vaktimizi malayani uğraşlarla harcamamalıyız. Sosyal medya ve internette bulunduğumuz mecraları da yeniden gözden geçirmeliyiz. Malumunuz birçok kurum yazılı ve görsel arşivlerini erişime açık hale getirdi. Ücretli olan ve üyelik gerektiren birçok kitap, dergi kataloğu, seminer dizileri ve üç boyutlu müze gezileri istifademize sunuldu. Çokluğun büyüsüne kapılıp zihni dağıtmadan, rasyonel bir vakit planlamasıyla, bu kaynakları takip edebiliriz.
Aileyle Olan Vakit Çok Kıymetli
Bu süreçte ailemizle kayda değer şekilde zaman geçirmeyi, onların ihtiyaçlarını gidermeyi ihmal etmemeliyiz. Maaile film izlemeli, sohbet etmeliyiz. Eğitim için gurbette geçirdiğimiz zamanları telafi edebilmek için yeri gelince perdeleri söküp takmalı, evin teknik arızalarını onarmalıyız. Camiden uzak zamanlar geçirsek dahi evde cemaatle namaz kılmayı ihmal etmemeliyiz. Manevi yanımızı da ihmal etmeyip tefekkür etmeli, Allah’a şükretmeli, sabır ve şifa niyazında bulunmalıyız.
Son olarak, karantina sürecinde fiziksel olarak hareketsiz kaldığımız bu süreçte evde bilinçli olarak spor yapmayı ihmal etmemeliyiz. Besinlerden aldığımız enerjiyi harekete dönüştürmezsek türlü sağlık problemleri ile karşılaşabileceğimizi unutmamamız gerekir. Bu egzersizler hem zihinsel hem de bedensel kondisyonumuzu yüksek seviyeye çıkaracaktır.
Kalplerimizi Daha Rakik Bir Hale Getirebilmeyi Dilerim
Meryem Sezgin / İstanbul Üniversitesi İslam Hukuku Yüksek Lisans
Yetişilmesi gereken yerler, yetiştirilmesi gereken ödevler, halledilmesi gereken işler, görüşülmesi gereken insanlar, okunması gereken kitaplar, yerine getirilmesi gereken onca sorumluluk...
Hayatlarımızın olmazsa olmazıydı bu satırları okurken aklımıza gelen meşgalelerimiz. Birini hallederken bile bir diğerinin zihninizi kurcaladığı o anları hatırlarsınız, ne stres vericiydi ama... Bahsi geçen anların içerisindeyken, hallerimizden pek de memnun sayılmazdık aslında. Fakat kendi adıma konuşacak olursam bir şeyleri yetiştiremeyecek olmanın verdiği o berbat stresi bile özlediğimi söyleyebilirim. Şu günlerde o kadar çok vaktim var ki alışık olmadığım bu konfor, biraz canımı sıkmaya bile başladı. Fark ettim ki ben sürünmekten keyif alıyormuşum arkadaş. Aslında bu noktada yalnız olduğumu da düşünmüyorum, başka mazoşistler daha vardır böyle hisseden.
Nefes Alma Fırsatı Oldu
Öte yandan iyi bir nefes alma fırsatı olduğunu da inkar edemeyiz bu karantina sürecinin. Her ne kadar şu an fazla oksijenden ciğerlerimin patlayacağını hissetsem de başlarda tabii ki uzun zamandır ihtiyaç duyduğumuz tatili yakalamanın verdiği sevinçle yaklaştım mevzuya. Bu sürece tatil gözüyle baktığım için de durumun ciddiyetinin farkına tam olarak varamamıştım. Dürüst olmak gerekirse bu ciddiyetsizliğim epey uzun süre devam etti. Ta ki konsolosluk aracılığıyla Türkiye’den Kıbrıs’a tahliye edilene kadar. Neyse ki evde vakit geçirmek benim için paha biçilemez bir haz olduğu için bu süre zarfında dışarıya çıkmadım. Hayat tarzım dışarıya çıkmak zorunda kalmadığım müddetçe, gönüllü karantina stili olduğu için epey işime gelmişti açıkçası bu karantina olayı.
Bu süreçte sadece kitap değil, aynı zamanda yaşadığımız her bir “an” ı okumaya çalışmamız; bunca yıldır kayıtsız kaldığımız çoğu meselenin baş mağdurlarını anlayabilmek adına iyi bir adım olacaktır diye düşünüyorum. Kimse ile görüşemiyoruz, okullarımız kapandı, şehirlerde neredeyse tüm kepenkler inmiş durumda, ilçeler arası seyahatler bile yasak, sürekli birilerinin hastalık veya ölüm haberini alıyoruz ve her seferinde ağzımız kulağımıza geliyor, ya sevdiklerimize bir zarar geldiyse diye... Tüm bunlar bir yerlerden tanıdık geliyor. Siz de içerisinde bulunmayı daha önce tahmin edemediğiniz durumların içerisindesinizdir. Bu anlarınız bir yerlerden tanıdık geliyor mu? Tüm bu yaşadıklarımızı iyi okuyabilmemiz belki de empati kabiliyetimizi geliştirmemize yardımcı olacaktır. Zira son zamanlarda milletçe körelttiğimiz bir meziyetti bu.
Her neyse... Bu süreçten sağlıklı bir şekilde çıkabilmeyi umduğumuz gibi, süreç sonunda kalplerimizi de daha rakik bir hale getirebilmiş olmamızı dilerim.
İç ve Dış Bütünlüğü Sağladım
Yusuf Kandil / İstanbul Üniversitesi Gazetecilik
Koronavirüsün etkisiyle insanlık olarak herkesin kendine döndüğü veya dönemediği(!), günlük hayattaki tempo ve hızın olmadığı ev ortamında bulduk kendimizi. Bu süreç dışarıyla içerinin anlamını idrak etme yönünde düşünmeme vesile oldu. Kur’an’ı Kerim’de de buyurulduğu üzere sahip olduğumuzu düşündüğümüz maddi ve manevi mülkün yalnızca Allah’a ait olduğu olgusu bir kez daha açıkça ortaya çıktı. Manevi kısmını vicdani muhasebe ve muhakeme olarak özetlersek, maddi kısmında ise iletişim ve felsefe üzerine bir kitap listesi oluşturdum ama kitap okumak yerine kitap çalışmayı tercih ettim. Bunun haricinde insani yardımla ilgili yürüttüğümüz projeyi de e-hayat çerçevesinde devam ettiriyoruz. Bir genç akranları olarak tavsiyeden ziyade gençleri bu süreçte daha fazla düşünmeye, süreç analizi yapmaya davet ediyorum. Sağlıklı kalabilmek için de sadece bilime değil din ve bilimi birbirinin tamamlayıcısı olan iki farklı alan olarak kabul edip manevi yönlerini güçlendirmelerini rica ediyorum. Millet olarak hayırlısıyla bu süreci atlatabilmeyi Rabbim nasip etsin. Son olarak kurallara uyalım, sosyal izolasyonu sağlayalım.
Güzel Düşünen, Hayatından Lezzet Alır
Firdevs Bakıcı / WEFA Derneği Medya Sorumlusu
Ben Almanya’da ikamet ediyorum. İstanbul’a ailece hep yaz tatillerinde gelirdik. Küçüklüğümden beri İstanbul’da yaşama hayalim vardı. Nihayet işim gereği Şubat ayında İstanbul’a gelmek nasip oldu. İlk defa ailem olmadan bu kış İstanbul’a geldim. Çok heyecanlıydım ve İstanbul’da yapmak istediklerimin hepsini yazdım. Listemdekileri gerçekleştirmek için sabırsızlanıyordum.
Ancak ne yazık ki ufacık bir virüsten dolayı bir nevi hayal kırıklığına uğradık. Bir anda sosyal hayattan kopmak, İstanbul’u daha doyasıya gezemeden evlerimizde kalmak zorunda kaldık. Psikolog olan arkadaşım evden terapi vermeye başladı ve üniversiteye giden arkadaşım ise üniversiteler kapandığı için evde kaldı.
Evde kaldığımız bu süreçte neler yapabileceğimizi düşündük. Ve hiç beklemediğimiz kadar eğlendik. Her günümüz dolu dolu geçti. Özellikle dört şey keşfettik; Allah yolunda öğrendiğimiz bilgileri birbirimizle paylaşıp tartıştık, değerlendirdik ve uzun uzun konuştuk. İçsel yolculuk yaptık. Bunun sayesinde kendimizi tanıyabildik. Bununla beraber kişisel gelişim filmleri izledik ve ertesi gün analizini yaptık. Aynı zamanda medya yönünden benim bildiğim ve film üzerinde detayları analiz ettik. Ve tabii ki mutfak keşiflerimiz başladı. Daha önce hiç denemediğimiz malzemeleri, bir arada denedik. Ortaya harika lezzetler çıktı. Üçümüzün de farklı yerlerde doğup büyümesi aslında bize çok farklı şeyler kattı. Benim Almanya’da doğup büyümem, diğer arkadaşımın Kıbrıs’ta doğup büyümesi ve bir diğer arkadaşımın da Niğde’de doğup büyümesi ve çeşitli vesilelerle yollarımızın kesişmesi bir tesadüf olamazdı. Uzun sürecek güzel bir dostluğun başlangıcıydı. Birbirimizden öğrenecek çok şeyimiz vardı. Koronavirüs salgınından dolayı belki evde kalmak zorundaydık; belki İstanbul’u birlikte gezmenin, yeni yerler keşfetmenin tadına varamadık; ama evde geçirdiğimiz zaman zarfında her günümüzü, her saatimizi değerlendirdik.
Almanya’ya dönmek istedim. Her seferinde “Türkiye’den yurtdışına uçak seferleri başlatıldı. Gidebiliriz.” dediğimiz anda devletin bu süreyi tekrar uzattığını duyunca üzülüyorduk. Ama şu düşünce tekrar motive olmamızı sağladı: Eğer Allah burada kalma süremizi uzattıysa birbirimizden öğrenmemiz gereken ve burada yaşamamız gereken şeyler daha bitmemiş demektir. Ve birden dışarı çıkamadığımız için şükretmeye başladık. Burada Bediüzzaman Said Nursi’nin sözü geliyor aklıma: “Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.” Ve bizler yaşayarak tecrübe ettik ki bir musibet geldiğinde eğer pozitif düşünüp tevekkül edersek birden kötü olan her şey güzele dönüşür ve yaşadığımız sıkıntıları bir imtihan olarak görmemiz kolaylaşır. Fakat karamsar olup negatif düşünürsek bu bize bir ceza olur.
Üstümüze Düşeni En İyi Şekilde Yapmalıyız
Mehmet Türker Seçkin / TÜGVA İstanbul İl Başkan Yardımcısı
Bir büyüğümüz demişti ki “Bizim üstümüze düşen, bize verilen sürede, verilen işi en iyi şekilde yapmaktır.” Hangi durum veya konjonktür içinde olursak olalım kendi işimize bakmaya çalışmalıyız. Bu bakış açısıyla, yaşadığımız günlerin bana kattığı en büyük kazanım kendi eksiklerimi gözden geçirerek bunları tamamlamaya çalışmak oldu. Özellikle sivil toplum faaliyetlerinde aktif görev alanların çoğunluğunda olduğu gibi günlerimiz bir toplantıdan diğerine, bir işten başka bir işe koşturmakla geçiyordu. Eğitimler, programlar, toplantılar organize ederken insan kendini dinlemeyi, ihtiyaçlarını göz ardı edebiliyor.
Bu süreç başladığından itibaren birkaç arkadaş grubumuz ile muhtelif hedefler koyup, kendimizi geliştirmek için programlar yaptık. Öncelikle sosyal medya ve telefon kullanımını azaltmak, içinde bulunduğumuz üç aylar vesilesiyle manevi yönümüzü arttırmak, günlük dergi-kitap okuma vb. faaliyetlerle vaktimizin kalitesini arttırmaya çalışıyoruz. İlgimizin olup, bilgimizin yeterli olmadığı alanlarda araştırmalar yapıp, haftalık olarak öğrendiğimiz bu yeni bilgileri birbirimiz ile paylaşıyoruz. Aynı zamanda sosyal medyadan istifade edebileceğimiz programları takip ediyoruz. Bu vesile ile bir kez daha tecrübe ettik ki insan isterse gün içerisinde kendine çok güzel zaman ayırabiliyormuş. Ayrıca bir genç olarak şunları diyebilirim ki her zorlukla birlikte bir kolaylığın olduğuna iman edenler olarak şu an içinde bulunduğumuz durumu çözmek için gerekenleri zaten işin uzmanları yapıyor, biz üstümüze düşen görevler varsa bunları yerine getirmek ve kalan zamanımızı kendimizde gördüğümüz eksiklikleri tamamlamak için değerlendirmeliyiz. Gözle görülemeyecek kadar küçük bir virüsün karşısında insanoğlunun düştüğü acziyetin farkına varıp tefekkür etmeliyiz.
Zorluklardan Güzellikler Çıkaracağız
Yasin Uslu / camideyiz.biz
Hep birlikte zor günlerden geçiyoruz. İş yerlerimiz, okullarımız ve camilerimiz kapalı. Müslümana yakışan tavır, ümitsizliğe düşmek yerine içinde bulunduğumuz bu zorluklardan güzellikler çıkarmak olmalıdır. İster Yusuf (as)’ın girdiği hapishaneyi, ister Musa (as)’a buyrulan “Evlerinizi kıblegah edinin” (Yunus Suresi, 87. Ayet) ayetini, istersek de ilk Müslümanların yetiştiği Ebü’l-Erkam (ra)’ın evini düşünerek evlerimizi bugünlerde birer medreseye, birer camiye dönüştürebiliriz. Peki nasıl?
Efendimiz (sav) namazla tanışır tanışmaz hane-i saadetlerinde namazı Hz. Hatice (ra) annemizle birlikte cemaatle kılmıştı. Hz. Ali (ra)’ın İslam’la tanışması da bu cemaati görmekle olmuş ve O (ra) da cemaatteki yerini almıştı. Evlerimizi ihya etmek adına yapacağımız ilk şey bu güzelliği hayatımıza taşımak olmalı. O güzel örneğin (sav) izinden giden sahabe efendilerimiz o kadar mescid aşığıydılar ki bir gün Efendimiz (sav) onlara şöyle seslendi: “Namazınızın bir kısmını evlerinizde kılınız da oraları kabirlere çevirmeyiniz.” (Buhârî, Müslim)
Asr-ı Saadeti Evimize Taşıyalım
Gelin şu günlerde asr-ı saadetteki namaz manzaralarını evlerimize taşıyalım. İş, toplantı, öğle yemeği, trafik vb. sebeplerimiz de olmadığına göre hayatımızı namaza, ezana göre planlayalım. “Ezanı işittiğiniz zaman siz de müezzinin söylediklerini söyleyiniz.” [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, İbni Mace] hadis-i şerifinden de anlaşılacağı üzere ezan okunmaya başladığında yapılacak en güzel davranış ezana kulak vermek ve müezzinin sözlerini tekrar etmektir. Tekrar etmek için dinlemek, dinlemek için de durmak gerekir. Büyüklerimiz “namaz kılmak” yerine çok güzel bir ifade kullanmışlar, “namaza durmak” demişler. Ezanla bir durmalı ve ezana hakiki manada hürmet etmeliyiz.
Çocukluğumuzda ninelerimizden, dedelerimizden öğrendiğimiz bir şey vardı. Ezan başladığında “Aziz Allah (cc)” denir ve susulur, yatılıyorsa oturulur, televizyonun sesi tamamen kapatılırdı. Bugün evlerimizde bu güzelliği çocuklarımıza aktarmak için büyük bir fırsat yakalamış durumdayız.
Ezanla bir durmuş iken cami cemaati gibi ailece ezan duası okumanın, secdeye gitmenin, tesbihat yapmanın ve dua etmenin güzelliği ile devam etmeliyiz. Çocuklarına namazın önemini ezan başladığında işini gücünü bırakan anne ve babadan daha güzel kim anlatabilir?
Namazı Hakkını Verirsek
Sabah namazına dahi kalkmakta zorluk çekiyorken diyelim ki teheccüde güç yetiremiyoruz. O halde kolay gelebilecek olandan başlasak nasıl olur? Kahvaltıdan sonra çocuklarımızın gözü önünde kuşluk namazı kılsak mesela... Ya da akşam namazını müteakip evvabin kılsak... Mübarek Cuma akşamını tesbihat namazıyla taçlandırsak... Ümmet olarak içinde bulunduğumuz bu zor koşullardan kurtulmak için hacet namazı kılarak Rabbimize sığınsak...
Namazın hakkını verirsek Allah’ın (cc) izni ile toplum olarak aydınlık yarınlara kavuşuruz. Namazın hakkını veren orucun da zekatın da, haccın da, Kur’an-ı Kerim’in de hakkını verecektir.
Uzaktan Eğitimin İvme Kazanma Potansiyeli Var
Zeynep Yiğit / Necmettin Erbakan Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği
Bu süreçle birlikte uzaktan eğitimi tecrübe etme imkanımız oldu. Okullarımızda aldığımız uzaktan eğitimlerin yanı sıra ilgi alanlarımıza yönelik farklı alanlardan eğitimler de istifademize sunuldu. Uzak mesafelerde yaşadığımız, farklı disiplinlerde yürüdüğümüz birçok hocamızı dinleme imkânı bulduk. İnternet üzerinden geliştirilen kültürel, sosyal alanlardaki program çeşitliliği ve tüm bunlar sürecin bir getirisi oldu, bireyler için zenginlik sundu diyebiliriz.
Öte yandan eğitimin geneli baz alındığında uzaktan eğitimin sosyal bir varlık olan insan için kısır kalacağı da şüphesiz. Sosyalleşme gereksiniminin karşılanmasında eğitim ortamları önemli bir yere sahip. Bu açıdan uzaktan eğitimi zayıf bulabiliriz. Diğer yönüyle ekonomik olarak mekan, ulaşım, sağlanan imkanlar dahilinde düşünüldüğünde oldukça avantajlı. Hem toplum hem devlet için maddi yükü azaltmakta. Zaman açısından da daha ekonomik ve verimli. Yolda ya da okulda harcanan zamanlar minimize edilmiş oluyor. Eğitim boyutuyla da uzaktan eğitimi oldukça verimli bulduğum noktalar var. Derslerde nispeten kısıtlı süreler olması, orada toplanıp zaman ayırmanın sadece ders odaklı olması, eğitmen ve öğrencilerin dikkatini olumlu etkiliyor. Hocalar ders kazanımlarına odaklanıyor ve bazen dozu aşabilen ders dışı konuşmalarla meşgul olunmamış oluyor. Öğrencilerin derse katılımı daha hızlı ilerleyebiliyor, etkileşimler kolaylaşabiliyor. Sosyal hayatın getirdiği streslerden uzak tutma boyutu da var. Kısacası uzaktan eğitim sistemi göz ardı edilemeyecek hatta sonraki süreçte ivme kazanabilecek bir potansiyele sahip.
Süreç Uzaktan Eğitim Bolluğuna Dönüştü
Sema Akçay / İlahiyatçı
Sosyal izolasyon sürecinde insanlara teknoloji aracığıyla olan görüşmeler yeterli gelmiyor. Dersler, toplantılar, sohbetler, her ne kadar devam ediyorsa da mekansal birlik tam sağlanamadığından her şey yavan geliyor. Mustafa Kutlu’nun da dediği gibi insan insanın yurdu olduğundan gurbette gibiyiz şimdilerde.
Bu süreç öncesinde evden yapabileceğim şeyler için dışarı çıkmak bana vakit kaybı gibi gelirdi. Hazırlık ve yol aşamasında harcadığım enerji ve vakit heba oluyor hissine kapılırdım. Lakin bir ders için hocanın dizinin dibinde olmanın kıymetini hepimizin anladığını düşünüyorum. Yine süreç birçok şeyin teknolojinin nimetleriyle evden halledilebileceğini gösterdi. İstanbul’da gerçekleştirilen bir eğitime yaşadığım şehir sebebiyle katılmam uzak bir fikirken şimdi bilgisayarım kadar yakın. Önceden de bu imkan elbette vardı ama internet ortamı şimdilerde uzaktan eğitim bolluğuna dönüştü. Hayatın normale döndüğü günlerde sanırım en çok şehir değiştirmeden katılabildiğimiz eğitimleri özleyeceğiz.
Tarıma Yönelmede Kabalı Köyü Mucizesi
Ülkemizin bir tarım ülkesi olması, maalesef gün geçtikçe daha az zikredecek olduğumuz bir hal almaya başladı. Zira şehirleşme, göç gibi unsurlar başta olmak üzere birçok etkiye maruz kalan bu durum, giderek düşündürücü bir hâl almaya devam ediyor.
Türkiye’nin tarımda yaşadığı sorunlara güzel bir çözüm var aslında: Mesela bir veya birden fazla köyün arazileri kamu tarafından kurulacak veya kurdurulacak bir şirkete uzun dönem sembolik bir rakam ile kiralanacak. Köylere Hizmet Götürme Birliği bu arazilerin sınırlarını kaldırıp, etrafını çevirerek tek bir arazi haline getirip gerekli altyapı yatırımını da ortalama dekar başına 3 bin TL gibi bir maliyetle yaptıktan sonra araziyi blok olarak özel bir şirkete kiralayacak. Bu özel şirket araziyi bir işletme mantığında verimli bir şekilde işletecek. Arazi sahipleri hem garanti kira gelirlerini alacaklar hem de bu şirketin elemanları olarak ayrıca maaşlı çalışacaklar. Hem şirket hem köylüler hem de devlet kazanacak.
Kabalı Meyve Bahçesi
Aslında yukarıda zikrettiklerimiz hayal veya şaka değil. Tüm bunları yıllar önce Yozgat’ın Kabalı köyünde Fahrettin Aksakal Beyin yaptığını ve şu sonuçlara vardığını söyleyerek devam edelim:
• Yıllık 40 bin adam gün istihdam seviyesine gelindi, bölge halkına yıllık 2 milyon TL üzerinde işçilik bedeli ödendi. Tam verimde sağlanacak istihdam 75 bin adam gün olarak hesaplanmaktadır.
• Köyde önceden var olan 230 traktöre karşılık 14 traktör ile köyün üçte bir arazisi olan 5 bin 345 dekar arazi işlenebildi.
• Kuru tarım yapıldığı için arazi içinde tarih boyunca hiç ekilememiş bölümler bile üretime kazandırıldı
• Yıllık 5 bin ton üzerinde meyve üretimi gerçekleştirildi
• Hasat dönemlerinde günlük 700 kişilik istihdam rakamlarına ulaşıldı.
• İlçe ticareti canlandı, ilçeye üniversite kuruldu.
• Bozkır içinde yemyeşil bir bahçe meydana çıktı, bölge halkının gurur kaynağı oldu.
• Kabalı Köyü tersine göçü tetikledi ve İstanbul’dan göç almaya başladı. Proje öncesi 476 olan köy nüfusu proje sonrası 563’e çıktı.
Yani, isteyince ve planlayınca oluyor. Devletin desteğiyle, salgın ve virüs endişesiyle “Acaba rızkımıza engel olur mu bu günler?” dediğimiz şu zamanlarda tarıma yönelme düşüncesi güzel bir yöntem/çözüm olabilir.
İhtiyaç Sahipleri İçin Camiyi Vefa Çarşısına Çevirdi
COVID-19 ile mücadelede toplumun her kesiminden güzel haberler, paylaşımlar gelmesi bu günlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylerden. Ülke genelinde karantina kapsamında virüsten korunmak için ibadete kapatılan camilerimizden de virüsle mücadele için güzel dayanışma haberleri alıyoruz.
Nevşehir Çiçekli Camii İmam Hatibi Ahmet Aydemir, camilerin ibadete kapatılmasının ardından cami içerisinde bulunan aşevi kısmını vefa çarşısına çevirdi. Caminin aşevi kısmına kurulan vefa çarşısına sosyal mesafe kurallarına göre alınan ihtiyaç sahipleri burada alışverişlerinin yapmasının ardından ayrılıyor. Bu güzel niyete öncülük eden cami imamı Ahmet Aydemir de, camilerin sadece bir ibadethane değil aynı zamanda dertlilerin derdine ortak olma yeri olduğunu söyleyerek hayrın çoğalması için camilerin en önemli vesilelerden olduğunu vurgulamış oldu.
Abla-Kardeş Evlerini Okula Çevirdi
COVID-19 (Koronavirüs) sebebiyle yaşanan karantina günlerinde malumunuz okullardaki eğitime de ara verildi ve eğitim evlere taşındı.
Adıyaman Karşıyaka Mahallesi Hürriyet İlkokulu 2’nci sınıf öğrencisi Elif Roda Kaya ise, okula gitmeyi çok özlediğini söyleyince, ortaokul 3’üncü sınıfa giden ablası Zeynep Rana Kaya, onun için öğretmen oldu, evlerini okula çevirdi. Odalarının kapısına “Evde Eğitim Okulu 2/B sınıfı” yazan abla Kaya, okul üniformasını giyip, çantasını takarak her gün kardeşi ile evdeki “okul”a gidiyor. Zeynep Rana kardeşine her gün belli saatte ders çalıştırarak “öğretmen”lik yapıyor ve okullara ara verilip, çocukların sokağa çıkmalarının kısıtlandığı bu koronavirüs tedbir günlerinde kardeşinin okul özlemini gidermeye çalışıyor.
Karantinayı “Kaliteli Zamana” Çevirdiler
COVID-19 salgını sebebiyle sokağa çıkma yasaklarının yanında tüm vaktimizi evlerimizde geçiriyor, çok nadir ihtiyaçlarımız için sokağa çıkıyoruz. Biz bir şekilde bu sürece adapte olmaya çalışıyoruz ama çocuklar için durum daha fena. Havaların güzelleşmesiyle evlerde bunalan çocuklar için karantina sürecinde kaliteli aktivitelerin şart olduğu malumunuz. Zaten bununla alakalı da çok fazla paylaşım, tavsiye paylaşıldı. O zaman bunlar içerisinden güzel bir örnek paylaşalım sizlerle: İkisi de rehber öğretmen olan anne-baba, üç yaşındaki kızları için karantina sürecini resmen bir fırsata dönüştürmüş. Boyama ve kes-yapıştır, birlikte yemek yapmak, evdeki atık malzemelerle oyuncak yapmak, evdeki malzemelerle kostüm hazırlamak, oyun hamuruyla koronavirüs, spor yapmak, ritim çalışması yapmak, ev işlerine yardım etmesini sağlamak, tabii ki kitap okumak, sorduğu sorularla ilgili bilim oyuncakları hazırlama ve belki de en güzel olanı masalları ve olayları canlandırarak anlatmak için teatral masal okuma faaliyetiyle çocuklarına kaliteli zaman sağlıyorlar.
Evlerini İş Yerine Çevirdiler
Karantina süreci içerisinde iş hayatımızın değiştiğine, hatta bazı iş kollarının hayatımızda hiç yokken asli bir hal aldığına değinmeye gerek yok herhalde. Zaten dosyamızdaki görüşlerde de yer verildi.
Ancak, evini iş yerine çevirme mevzuu şu an için geçici gibi gözükse de bazı işlerin “home ofis” olabildiğini görünce işveren ve çalışanların karantina süreci bittiğinde de bunu devam ettireceğini söyleyebiliriz. Masa başı türünden olan neredeyse her iş kolunun evlerden, internetten aktif katılım ve bağlantılar; mesaj ve görüntülü konuşmalarla yapılır hale gelmesi ve ciddi aksaklıklar görülmemesi, evlerini iş yerine çevirenler için güzel bir zemin oluşturdu. Tabii iş evde olur mu, eve iş getirme şurada dursun; evi iş yerine çevirme ilerde aile yaşantısına ne gibi zararlar verir, bunları sonra sonra görmeye başlayacağız.
Bonus: Direkt Kapıya Hizmet
Karantinada sokağa çıkma yasakları 20 yaş altı ve 65 yaş üstü için sabitlendi. Bu anlamda 65 yaş üstü olup da yalnız yaşayanlar için devletimizin çok güzel çalışmaları olduğunu biliyoruz.
Mesela Ordu’da yaşayan 77 yaşındaki Burhan Kılıçkını amcamızın sokağa çıkma yasağının gelmesiyle birlikte kapısına gelip, ev için alışveriş listesini alan polislere isteklerini anlatırken naifliği, güzel diyalogları tüm Türkiye’de gündem olmuştu. Yani; polis, asker, bekçiler, belediye çalışanları ve STK gönüllüleri seferber olmuş durumda; sokağa çıkamayan büyüklerimiz için alışverişlerini yapıyor, dışarıdaki işlerini hallediyorlar. Bize de bu yakışır.
GENÇ'ın Yazısı.