Müslüman olmayan herkes cehennemliktir sözü doğru olmayıp İslam dini hakkında doğru ve yeterli bilgi sahibi olduğu halde bilinçli bir şekilde onu inkâr eden kimseler cehennemliktir.

1. Sorunun Ortaya Konması

“Diyelim ki gayrimüslim bir kimse var. Çok iyiliksever. Fakir-fukaraya yardım ediyor, iyilik peşinde koşturuyor, ahlakî erdemlere sahip. Diğer taraftan mümin ve Müslüman olduğunu söyleyen kimseler içinde pek çok ahlaksızlıklar, zulümler, haksızlıklar yapanlar var. Bu durumda Müslüman olmadan ölen bir kimsenin ebediyyen cehenneme gitmesi, Müslümanın ise –velev ki cehenneme girdikten sonra bile olsa- ebediyyen cennete gitmesi adalet ve hakkaniyetle bağdaşır mı? Müslüman olmayanların yaptıkları iyiliklerin karşılığını göremeyecek mi? Allah`ın adalet, rahmet ve hikmet sahibi olması ile bu durumu nasıl bağdaştırabiliriz.”

Bu yazıda, bu sorunun gayri Müslimleri ilgilendiren bölümü üzerinde durmaya çalışacağız.

2. Bu dünyada yapılan iyilikler inkârcı bir kimseyi âhirette kurtarmaya yetmez

Gerek âyetler gerekse hadisler, inkâr eden kimselerin yapıp ettiği amellerin âhirette hiçbir şekilde iyi bir karşılığının olmayacağını, bu kişilerin inkârcılıkları sebebiyle âhirette sonsuz kayıp ve hüsrana, azaba duçar olacaklarını belirtiyor.

Konuya ilişkin bazı âyetleri kısa açıklamalarla ele almaya çalışalım.

“Kim imanı [iman edilecek şeyleri] inkâr ederse onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.” (el-Mâide, 5)

Bu âyet, iman edilmesi gereken hususları inkâr edenlerin yaptıkları amellerin boşa gideceğini açık bir şekilde ifade ediyor. O halde inkârcı bir kimse hangi ameli işlemiş olursa olsun onun bir değeri yoktur ve o, inkârı sebebiyle kayba uğrayacak, zarar edecektir.

“(Resûlüm!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun (farz-ı muhal) Allah`a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!” (ez-Zümer, 65)

Bu âyet tarih boyunca tüm peygamberlere yönelik ilahî hitap üzerinden o peygamberlerin ümmetlerine yönelik bir uyarıyı barındırıyor. Peygamberler “şirk”, “inkâr” gibi günahlardan korunmuş oldukları halde onlardan bir inkârın meydana gelmiş olması halinde yapıp ettiği bütün iyiliklerin boşa gitmiş olacağı ve hüsranda kalacağı söyleniyor. Tamamen farazî olarak düşünecek olursak: Peygamberlik görevinin belirli bir dönemine kadar insanları hayra davet etmiş, onlara iyilik yapmış olan bir peygamberin, ömrünün herhangi bir anında Allah`a ortak koşması durumunda bir geçmişte yaptıklarının bir kıymeti kalmayacağı bildiriliyor. Peygamber için böyle olunca sıradan insanlar için bu durum evleviyetle böyle olur.

“Onların yaptıkları her bir (iyi) işi ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız).” (Furkan, 23)

Bu âyet, bir benzetme ile kâfirlerin yaptıkları iyilik ve amellerin, saçılmış toz zerreleri gibi uçup gideceğini, bu yaptıkları amellerin bir karşılığını göremeyeceklerini belirtiyor.

“İnkâr edenlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder; nihayet ona vardığında orada herhangi bir şey bulamamış, üstelik yanıbaşında da (inanmadığı, kendisinden sakınmadığı) Allah`ı bulmuştur; Allah ise, onun hesabını tastamam görmüştür. Allah hesabı çok çabuk görür.” (Nur, 39)

Bu âyet, inkâr eden kimselerin yaptıkları iyiliklerin hiçbir karşılık bulmayacağını bir benzetmeyle anlatıyor. Buna göre söz konusu iyilikler çöldeki serap gibidir. Uzaktan bakılınca su gibi görünür ama aslında öyle değildir. İnkârcıların iyilikleri de dış görünüşü itibarıyla iyilik gibi görünmekle birlikte iman temeline dayanmadığı, Allah`ı hesaba katmadığı için gerçek anlamıyla iyilik olması ve güzel karşılık bulması mümkün değildir.

“[Ey Resûlüm, o münafıklara] de ki: [Sadakalarınızı] İster gönüllü verin ister gönülsüz, sizden (sadaka) asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz yoldan çıkan bir topluluk oldunuz. Onların [güya iyilik olsun diye yaptıkları] harcamalarının kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmeleri, namaza ancak üşenerek gelmeleri ve istemeyerek harcamalarından başka bir şey değildir.” (et-Tevbe, 53-54)

Bu âyette ise özel olarak münafıklardan söz edilerek onların kıldıkları namaz, verdikleri sadakaların iman temeline dayanmayıp inkâra dayanması sebebiyle hiçbir olumlu karşılık görmeyeceğini belirtmektedir.

Bütün bu âyetler açık bir biçimde inkârın söz konusu olması halinde bir kimse tarafından yapılan iyiliklerin, hayır ve hasenatın âhirette hiçbir işe yaramayacağını, bu kişinin hüsran içinde kalacağını belirtmektedir.

Konuyla ilgili hadisler ise yukarıdaki âyetlerden sayıca çok fazladır. Ancak bu âyetlerin hem anlam bakımından kesin oluşu hem de sıhhati tartışılmaz bir kaynak olarak Kur`an`da yer alması sebebiyle hadisleri ayrıca zikretmeye gerek görmüyoruz.

3. “İman etmemiş olmak” ile “inkâr etmek” her zaman aynı değildir

Burada sıklıkla karıştırılan bir noktanın açıklığa kavuşturulması gerekir. Müslümanların büyük çoğunluğunu oluşturan ehl-i sünnete göre bir kimsenin iman ile yükümlü olabilmesi için kendisine dinî tebliğin doğru ve tam bir şekilde ulaşması şarttır. Buna göre İslam dini hakkında hiç bilgi sahibi olmayan veya Müslümanlar tarafından doğru ve tarafsız bir şekilde bilgilendirilmeyip İslam`a ilişkin yalan-yanlış bilgiler kendisine verildiği için İslam`a iman etmemiş olan bir kimse “Müslüman olmak” ile yükümlü değildir. Kur`an`da insanın âhirette azapla cezalandırılması için tebliğin kendisine ulaşmış olması şart koşularak şöyle buyrulur:

“Biz, bir peygamber göndermedikçe azap etmeyiz.” (İsra, 15)

Din açısından bir kimsenin “kâfir / inkârcı” sayılabilmesi için öncelikle kendisine hakkın ve bâtılın ne olduğuna ilişkin doğru bilginin ulaştırılması, gerçeklerin bütün açıklığıyla önüne konulması gerekir. Bu olmadıkça ona “inkârcı” denilemez. Bu gerçek Kur`an`da şöyle açıklanır:

“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber`e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” (Nisâ, 115)

Görüldüğü üzere bir kimsenin cehennemlik olması için önce kendisi açısından doğru yolun ne olduğunun ayan-beyan belli olması gerekir. Bunun için de peygamberden haberdar olması, müminlerin neye iman ettiği konusunda bilgi sahibi olması, buna rağmen onların yolunu terk ederek inkârcılığı seçmesi gerekir.

Öyleyse şunu söyleyebiliriz: “Müslüman olmayan herkes cehennemliktir sözü doğru olmayıp İslam dini hakkında doğru ve yeterli bilgi sahibi olduğu halde bilinçli bir şekilde onu inkâr eden kimseler cehennemliktir.”

İşte, yukarıda “iyiliklerinin kendilerine yarar sağlamayacağı” belirtilen kişiler de bu kimselerdir.

4. İyilik yapan kâfir ile kötülük yapan kâfirin bir tutulması mümkün mü?

Tam da burada aklımıza şu soru takılabilir:

“Allah adalet ve hikmet sahibidir. Kâfirler içinden iyilik eden ile haksızlık eden, mazluma sahip çıkan ile mazlumlara zulmedeni bir tutması, aynı cehennemde ebediyyen azap etmesi Allah`ın adalet ve hikmetiyle nasıl bağdaşır?”

Bu soruya şu cevapları verebiliriz:

Kur`an`da mümin ya da kâfir ayrımı yapılmaksızın zerre miktarı iyilik yapanın da zerre miktarı kötülük yapanın da bunun karşılığını göreceği belirtilmektedir. (Zilzal, 7-8)

Kâfir olduğu halde iyilik yapan kimsenin bu iyiliğinin karşılığını görmesi biri dünyada diğeri de âhirette olmak üzere iki şekilde olabilir.

5. Kâfir bir kimsenin samimi niyetle yaptığı iyilikler onun iman etmesine vesile olabilir

İyilik yapan bir kimse şayet bu iyilikleri insanlara gösteriş yapmak, dünyevî menfaat elde etmek gibi sebeplerle yapıyorsa zaten bunlara “iyilik” demek mümkün değildir. Böyle bir çıkar ya da gösteriş duygusundan uzak olarak iyilik yapıyorsa bu yaptığı iyilikler sebebiyle Allah ona iman etmeyi nasip edebilir. Bu şahısların yaptığı her bir iyilik, onları imana biraz daha yaklaştırır. İyilik yapma konusundaki samimiyet ve dürüstlüklerinin devamı olarak Rabbimiz karşılarına iman etmelerini sağlayacak imkân ve fırsatları yaratır. Bu konuyla ilgili şu hadis son derece dikkat çekicidir. Sahabeden Hakîm bin Hizâm, Allah Resûlü`ne (s.a.v.) şöyle dedi: “Ey Allah`ın Resûlü! Ben câhiliye döneminde bile fakir fukaraya sadaka veren, köle azat eden, akrabalarımla iyi geçinen bir kimseydim. Bu iyiliklerim sebebiyle herhangi bir ecrim söz konusu olur mu?” Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sen, yaptığın iyiliklerle Müslüman oldun.” (Buhârî, “Cenâiz”, 23)

Peygamberimizin sözünün farklı yorumlara açık olduğunu belirten âlimlerimiz bu yorumlar için de şu hususun da altını çizerler: Kâfir bir kimsenin iyilik yapmaya devam etmesi onun hidayete ermesini kolaylaştırır. Allah ona bu iyiliksever tavrı sebebiyle iman etmeyi nasip eder. (Bkz. İbn Hacer, Fethu`l-Bârî, III, 302; Aynî, Umdetü`l-Qârî, VIII, 303)

6. Kâfir bir kimse, yaptığı iyiliklerin karşılığını dünyada görür

Mümin bir kimse yaptığı iyiliklerin karşılığını âhirette her halükârda görür. Bu dünyada da ayrıca kendisine mükâfat verilebilir. Kâfir olup da iyilik yapan kimseler ise bu iyilikleri sebebiyle âhirette cezadan ve azaptan kurtulamazlar ama bu iyiliklerin karşılığı dünyada kendilerine verilir. Bu karşılık, kötülük yapan kâfirlere göre daha huzurlu, rahat ve mutlu bir hayat yaşamaları şeklinde tecelli eder. Bu, Allah`ın mümine lütfuyla, kâfire ise adaletiyle muamelede bulunduğunu gösterir. Peygamberimiz bu hususu şöyle ifade etmiştir:

“Muhakkak ki Allah mümin bir kimseye yaptığı iyilik sebebiyle asla haksızlık yapmaz. Ona dünyada bu iyiliği sebebiyle karşılık verdiği gibi âhirette de mükâfat verir. Kâfire gelince; o, dünyada bir iyilik yaptığı zaman bu iyilik sebebiyle kendisine rızık verilir. Ancak âhirete gittiğinde onun için mükâfat alabileceği bir iyilik söz konusu olmaz. (Müslim, “Sıfatü`l-kıyame”, 57)

Buradan anlıyoruz ki Allah, iyilik yapan ile kötülük yapanı kâfir bile olsalar eşit tutmamakta, iyilik yapanlara dünyada bundan dolayı karşılık vermektedir. Bu karşılık ille de zenginlik, servet gibi şeyler olmak zorunda değildir. Kimi zaman hastalıktan uzak sağlıklı bir ömür, kimi zaman huzurlu bir aile yuvası, kimi zaman stres ve depresyondan uzak bir yaşam şeklinde olabilir.

7. Kâfirin yaptığı iyilik azabının derecesini etkiler

Kâfirlere âhirette verilecek ceza her ne kadar ebedîlik bakımından eşitse de derece bakımından eşit değildir. Nitekim Rabbimiz Kur`an`da, cehennemin yedi kapısının [katının] bulunduğunu, her bir kapı için kendisine has toplulukların bulunduğunu haber vermiştir. (Hicr, 44) Çeşitli hadislerde de kâfirlere uygulanacak azabın eşit olmadığı belirtilmiştir.

Allah Resûlü (s.a.v.) kendisini büyüten, en zor zamanlarında yanında yer alan, peygambere düşmanlık eden Mekke`nin ileri gelen müşriklerine karşı yeğenini korumuş olan amcasının yaptığı bu iyiliklerin âhirette nasıl bir sonuca yol açacağını şu hadisinde dile getirmiştir:

“Umulur kıyamet gününde benim şefaatim onun [amcam] için yarar. Allah onu topuklarına kadar gelecek daha hafif bir ateşe sokar. [Ama bu haldeyken bile ateşin sıcaklığından] onun beyni kaynar.” (Buharî, “Fezâilü`s-sahab”, 69; Müslim, “İman”, 360)

Allah Resûlü`nün iki amcasından ona düşmanlık eden Ebu Leheb`in şiddetli bir azaba maruz kalacağı Tebbet Sûresinde belirtilmiştir. O böyle olduğu halde peygamberimizin diğer amcası Ebu Talib`in cehennemdeki en hafif azaba maruz kalması, ikisi arasında peygamberimize ve Müslümanlara yaptıkları iyilik farkı sebebiyledir.

İman etmek, kişinin bütün amellerinin kabul edilmesinin şartıdır. İnsanın hayat boyu yaptığı iyilikleri, salih amelleri “sıfır” rakamına, imanı ise “bir” rakamına benzetebiliriz. Yüzlerce sıfır rakamı birleşse hiçbir değer ifade etmez. Tek başına bir rakamı bu sıfırlardan fazladır. Bununla birlikte o sıfır rakamları bir rakamından sonra gelirse o zaman çok büyük bir değer ifade eder. Aynen bunun gibi insanın iyilikleri, hayır ve hasenatı da o kişi iman etmedikçe âhiretteki azaptan kurtuluş noktasında hiçbir değer ifade etmez. Bununla birlikte kişi iman etmişse o sıfırların her birisi kişinin değerini katlar, arttırır.

8. Sınırlı Süreli İnkâr Sebebiyle Sonsuz Azap Niye Var?

İnkârcı bir kimse dünyada 50, 60 yıl gibi bir süre zarfında inkârda bulunduğu halde buna karşılık sonsuz bir azaba maruz bırakılması da zaman zaman kafalarda soru işareti bırakmakta, Allah`ın rahmet ve adaleti ile bunun nasıl bağdaştırılabileceği konusunda sorular sorulmaktadır.

Bu soruya cevap verirken dünyadaki hukuk sistemlerince de kabul edilen şu genel kuralı göz önünde bulundurmamız gerekir: “Cezanın miktarını belirlerken suçun işlenme süresi değil suçun büyüklüğü dikkate alınır.”

Söz gelimi cinâyet dediğimiz suç birkaç saniyede işlenir. Ancak bu birkaç saniyede işlenen bir suç için dünyadaki hukuk sistemlerinin kimisinde idam, kimisinde ömür boyu veya uzun süreli hapis cezaları uygulanmaktadır. Yine mesela hırsızlık suçu da birkaç dakika gibi kısa bir sürede işlendiği halde buna yönelik ceza birkaç yılı bulabilmektedir.

Bu genel kuralı anladıktan sonra şimdi azabın niçin “sonsuz” olduğu meselesi üzerinde duralım.

Azabın sonsuz olmasının ilk gerekçesi işlenen suçun büyüklüğü. Sonsuz azap cezası inkârcılığın cezası olarak verilmektedir. Bir kimsenin kâfirlik ettiğinde işlemiş olduğu suç o kadar büyük ki, bu suç bir insanın öldürülmesi, bir malın çalınması ile kıyas kabul etmiyor. Çünkü burada sonsuz güç ve kudret sahibi olan, insanı yoktan yaratıp onu yaşatan, kendi varlık ve birliğinin sonsuz delilini kâinatın her bir noktasına nakşeden Allah`ın varlığı inkâr ediliyor veya O`na denk başka varlıklar tanınarak kulluk ediliyor.

Azabın sonsuz olmasını gerektiren ikinci husus ise bu suçu işleyenlerin ıslah olmasının mümkün olmamasıdır. Geçmişi de sonsuz geleceği de bilen Allah, cehennemliklerden söz ederken şöyle buyurur:

“Onların [cehennemliklerin] ateşin karşısında durdurulup “Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak!” dediklerini bir görsen! Hayır! Daha önce gizlemekte oldukları şeyler (günahlar) kendilerine göründü. Eğer (dünyaya) geri gönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerdir. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar.” (En`am, 27-28)

Bu ifadelerden anlaşıldığına göre kâfirlerin cehennemdeki pişmanlıkları, yaptığı işin kötülüğünü anlayıp akıllarını başlarına aldıklarından dolayı değil, içinde bulundukları azabın şiddetindendir. Kendileri o ortamdan kurtulmuş olup farz-ı muhal dünyaya tekrar gönderilmiş olsalar yine bu inkârlarına devam edeceklerdir. Buradan inkârcılığın onların ruhuna işlediği, cehennemde azap görmüş olmanın bile ruhlarına kazınan bu durumu onlardan temizleyemediğini göstermektedir. Buna karşılık peygamberimizin hadislerinde günahları sebebiyle cehennemlik olan müminlerin bu günahlarının cezasını çektikten sonra cennete gidecekleri belirtilmektedir. Zira onlar cehennemlik olduğunda yaşadıkları pişmanlık gerçek pişmanlıktır. Sahip oldukları iman, onların ruhlarında ebedî bir hasarın oluşmasına engel olmuştur. O halde kâfirler “sonsuza kadar inkâr etme” azminde olduklarından sonsuza kadar cezalandırılmaktadır.

Bütün bu açıklamalardan sonra bir mümin için en önemli şeyin iman ile ölebilmek olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple biz de önce Rabbimizin, sonra da elçisinin bizlere öğrettiği birer dua ile bitirelim:

“Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin.” (Âl-i İmran, 8)

“Ey kalpleri evirip çeviren Allah`ım! Kalbimi senin dinin üzerinde sabit kıl.” (Tirmizî, “Kader”, 7)


Soner Duman'ın Yazısı.