İçgüdünün Güdümünde misin?
Evliliğin başka (son)baharlara ertelenmesi, yaşadığımız sanalkurgu düzenin yürüyen aksamını besliyor. Çünkü artık iyice semirerek ultra-kapitalizme evrilen işleyiş, örtülü bir erotizmle beslenmekte... Evlilik çeşitli gerekçelerle geciktirilerek, sistemin dişleri bilenmiş ve dişlileri yağlanmış oluyor.
llah tarafından konulan pastörize yasalara sahibiz. Fakat onları, Üstad’ın ifadesiyle, ceketimizin iç cebinde kaybetmişiz. İnancımızın kaybolup giden her parçasıyla beraber, benliğimizi de yitiriyoruz. Aslında her kayıp ilanı, biraz da değerlerimizi bulmak umuduyla asılmıştır.
Seküler sistemde dini yaşamanın tonluk ağırlığı, Müslüman gençlerin sırtında... Korkarım ki, dindar ailelerin reis(e)leri bu pıhtılaşmaz kanamanın farkında değiller. Hatta ebeveynler bilinçsizce, çocuklarına semersiz vurulan bu manevi yükün üzerine bastırıyorlar. Yaşam enerjisini dinden alan gençlerin, gerek evlilik sapağında gerekse evlilik yolunda karşılaştıkları zorlukları seslendiren, yazılandıran ve bunu dert edinen çok az kişi var. Bu konuya reaksiyon fazla olduğundan, kimse ‘bulaşmak’ istemiyor.
Saçma sapan toplumsal vecibeler nedeniyle, evlilik şafağı rötarlı doğuyor. Sosyal yapıyı geçtik, gönül hayatımızın karargâhına da yabani kurallar taşınmakta artık.
Bazı durumlarda evlilik, bonservis ücreti karşılığında imzalanan bir mukaveleye dönüşüyor. Hastalıklı kaidelerden biri, yalnızca erkeklerin istedikleri kızı ‘almaları’dır. Kızlar ise evlenmek istedikleri kişiye teklif götürecek olsalar, ‘hafif kız’dan başlanarak bir dizi küflü kelimeyle niteleniyorlar. Muhakkak ithal biyografilerle büyüyen insanlar, hiçbir zaman Hz. Hatice gerçekliğiyle tanışamayacaktır.
Evliliğin başka (son)baharlara ertelenmesi, yaşadığımız sanalkurgu düzenin yürüyen aksamını besliyor. Çünkü artık iyice semirerek ultra-kapitalizme evrilen işleyiş, örtülü bir erotizmle beslenmekte... Evlilik çeşitli gerekçelerle geciktirilerek, sistemin dişleri bilenmiş ve dişlileri yağlanmış oluyor.
Yani bir yandan müstehcen mamullerin müşterisiz ve erotik film fabrikası emekçilerinin(!) işsiz kalmaması gerekiyor. Diğer yandan ertelenmişlikler nedeniyle, kendini yalnız/değersiz hisseden insanların cıvatalarını sıkmak amacıyla inşa edilen, klinik adlı tamirhanelerin dolması gerekiyor.
Eğer bu yazıda kendini buluyorsan, aşağıdaki seçenek muhtemelen karşına çıkacaktır kardeşim! Evlilik gibi bir konuyu bir genç olarak dillendirdiğinde; nefsine hâkim olamayan, zavallı bir zaafkâr olarak bakılacaktır sana. Sakın aldırma! ‘Gençlerin evlenmelerini zorlaştırmayın’ diyen Resulü anlatmayı dene!
Karşı(na) çıkanlar bilsinler ki gecikmemiş evliliği arzulamaktaki ilk amaç, eş bulmak değil ‘tek’ olmaktır. Çiftleşmek değil birleşmektir. ‘Bekârlık sultanlıktır’ dedikçe, boynundaki ip sıkılaşan köleler çevirmiş etrafımızı. Saracağımız bir umut, yaslanacağımız bir çınar, demirleyeceğimiz bir liman bulamadıkça bir-eyleşemeyiz ve özgürleşemeyiz çünkü. Battıktan sonra karaya çıkartılan gemi gibi oluyoruz, otuzumuzdan sonra evlenerek... Tüm hücrelerimizi su basmış...
Bilmeliyiz ki karantinaya alınmış duygular, potansiyel değil kinetik tehlikedir. Şehvani arzulara engel olamamaktan bahsetmiyorum; ruhsal doyuma varamadıkça, psikolojik dayanağa yaslanamadığımız müddetçe bizi içgüdülerimiz güdümlüyor, bunu söylemeye çabalıyorum.
Kafasına basılan, gözaltına alınan, tutuklanan duygular; yani paylaşmak, dertleşmek, yaslanmak, sevmek-sevilmek, güvenmek gibi gereksinimler artık gereksiz addediliyor. Oysa sterilize kalpteki gediklere, zaman geçtikçe acı sızıyor. Daha acısı; evlilik güzergâhındaki engelleri aşarak bitişe ulaşanlar bile, yakın mesafeden takip edenlere el uzatmıyor.
Dini önemsemeyenlerse, tensel hazza dayalı yüzeysel ilişkilere rahatça ilişiyorlar. Onlar, nikâhsız evlilik veya evsiz beraberlik tarzında yaşayarak, biyolojik ve psikolojik yıpranmadan korunduklarını sanıyorlar. Ayrıca çok da tınmadıkları dini sınırları ihlal etmenin yanı sıra, sosyolojik çitleri de aşmış oluyorlar. Özellikle üniversite gençliği arasında yayılan bu hayat görüşü; kısıtlayıcı baba-ana-yasalarına karşı, başını ve isyan bayrağını kaldırmak suretiyle beliren, son yılların protest akımıdır.
Evlenebilmek için şart koşulan alış-vermeyiş listesinin ilk sırasında ‘20 milyar’ gerekliliği yer almakta... Onun alt katlarında ‘ev-araba, okulu bitirme, mesleği eline alma’ şeklinde suni farzlar sıralanıyor. Bunları icat eden, özellikle de Müslüman mucitlerin beşinibiyerde toplayıp, peygamber sünnetiyle uyarmak gerekiyor. Çünkü onlar yüzünden gençler, caddelerin giriş-çıkışlarında pusuya yatan ve avını zoom’ladıktan sonra ‘kesen’ sansarlara dönüşüyor!
Evlenme yolunda maddi unsurlar önemli şüphesiz, dazlak ceple hayatın karşısına çıkılmaz! Ama parayı gözardı edemediğimiz gibi abartamayız da! Ayrıca evlenmeden önce üniversiteli kızına/oğluna ortalama 500’er lira veren ebeveynler; evlendikten sonra da bir süreliğine aynı miktarı, üstelik burs olarak verseler ne kaybederler? Böylece çocuklarının nikâhsız yaşayacakları çeşitli düzeylerdeki birlikteliklerden, üzerlerine hâsıl olan bonus günahlardan da korunmuş olurlar.
Çocuğunun yaşadıklarına gözü görmedikçe gönlü katlanan ebeveynlerin bu yaptığına, hiçbir İslami hüküm göz yumamaz! Büyükler ertelenmemiş evlilik konusunda gençlere destek olarak, “yığılmış yemin olmadan yaşayamazsın!” diyen homo-hayvanus kapitalistlerin mezarına, siyah çelenk bırakmış olurlar aynı zamanda...
Genciz! Çiçek -Ot- olup susmanın idealize edildiği ve sükûtun, kaç ayar olduğunu bilmese bile altın olduğunu öğrenerek büyüyen; doğmak suçundan yargılandıktan sonra sekiz yıl legal hükme çarp(ıl)mış, gündelik mahkûmlardık yıllarca. Tahliye olduk ya artık, kanımız bu yüzden kaynıyor! Evlilik konusunda da ısınmak değil ama fokurdamak güzelmiş.
Yazdıkça tutsağızdır, okuduğumuz kadar özgür... Ağızdan kaçtı denir ama kalemden –klavyeden- kaçtı denmez! Bunun ızdırabıyla kazdım hafızamı ve kazdıkça yazdım. Selametle...
Abdullah Yalnız'ın Yazısı.