Avatar Filmine Ters Bakış
“Avatar” bir nevi “Dert bende derman bende” filmi… Dünyanın ikinci sınıf ilkel insanlarını yine Amerika`nın “İçindeki İyiler” i kurtaracak. Buruk zaferler tattırıyorlar bize her zaman olduğu gibi…
1985`te Elazığ`dan Ankara`ya yerleştik. O yaşıma kadar günde üç-beş film izlemeden uyumazdım.
İnsanın gözlerini bir noktaya dikerek kıpırdamadan, konuşmadan, yiyip içmeden, sigarasını yakmadan iki saat duvardaki perdeye bakması kişiyi dinden imandan eder çünkü saydığımız şeyler sadece namazda geçerlidir. Altı üstü bir film izliyoruz, koftiden bir karanlık cemaatiyiz, niçin ibadet ritüellerine bürünelim ki, değil mi? Yıllardır üç boyutlu film laflarını duyuyordum… Dedim, bizim üç boyutlu film şu olsa gerek: “Esas - Oğlan Ağa`nın kızını sevecek… Ağa, kızını Oğlana vermeyecek ama aşk galip gelecek” Üç boyut dediğiniz bu mu?
Abi öyle değil” diyorlardı…
Üç boyutlu film yani sen de olayın içine giriyorsun…
Yav iyi de ben paramı vermiş gelmişim, paşa paşa oturur filmimi izlerim niye olayın içine gireyim, ben karışmam, şurada izler giderim, sonunda kabak niye bana patlasın ki?
Empati yapacaksın, kendini kahramanın yerine koyup, aynı şeyleri yaşayacaksın!
Kardeşim, tövbe yarabbi! Babacığım hadi kahramana çok acıklı şeyler yaptılar diyelim, durup dururken oturduğumuz yerde niçin güme gidelim? Neyse abi, bu gözlüğü takınca öyle oluyor işte.
Gözlük?
Sene 2010… Ankara… 25 yıl sonra eşimle sinemadayız. Gözlerimizde gözlük. Üç boyutu kafa almamış bir türlü! Bin kişide gözlük var. Cem Yılmaz`ın dediği gibi Artiz Cenazesindeyiz sanki? Mısır tanesini tutup baktım, bildiğin mısır! Panikle eşime dedim ki: E hani, mısıra bakıyorum, boyut moyut yok? “Sus, duyan olacak” diye etimi cimcikliyor. “Film başlamadı daha…” Reklamları izliyoruz. Benim kafam onun gözlüğünde… Şimdi iki gözlüğü üst üste takıp izlesem 6 boyut mu olacak… Fısıldayarak sormama rağmen arkadakiler gülüyor. Kafamda bere, on yıllık kahverengi paltom, sakallar, bot… Tam bir mağara adamı gibiyim zaten…
Aklıma ilk gelen şey şu olmuştu: “Gözlük çok banal, acaba üç boyutlu filmler için lens yapılamaz mı?” Soruyu biraz sesli sorduğum için arkadakiler mort oldu :)
Sinema çocukluğumdan kalma bir şey benim için… Hal böyle olunca şımardıkça şımardım. Kıpırdıyor, mızmızlanıyor, kendimce espriler yapıyor, eşimi kızdırıyordum. Film bitene kadar cimcik yemekten sağ kolum çürüdü…
Sinemaya gitmeden evvel eşim saatler boyu “Beni orada rezil etme” demişti ama bana soracak olursanız sigara içmeden dört saat duvara bakıp gözlük takmaktan daha rezil ne olabilirdi?
İsterseniz şimdi filmden anladıklarımı aktarayım sizlere: “Avatar” gerçekten de teknolojinin doğaya ve insanlara nasıl zarar verdiğini anlatıyor. Dünyanın bir yerinde Şirinler`in köyü gibi bir köy var ve orada kuyruklu, kedi ile maymun arasında insanlar yaşıyor ama bulundukları yerde Amerika için çok önemli yer altı kaynakları var. Bitiyorum Batı`nın bu keresteliğine… Onlar güya uygar olmayana hep “Darwinci” bakıp kuyruk takmışlardır. Sinirlerim allak bullak oldu. Üç boyutlu filmle ilgisi var sandım önceleri: “Yav ben, insanlarda kuyruk görüyom?” derhal çimdiği yiyip sustum. “Yav, bunlar bize maymun diyor?” Çimdik… İlk insanlar gibi doğayla, tabiat anayla birlikte yaşayan bir kabile. Hayat Ağacı` denen bir kutsal ağacın içinde yaşıyorlar. İnanılmaz bir tabiat ve hayvan çeşitleri var. Gâvurlar yer altı kaynaklarını ele geçirmek için oraya paralel eşleşme yaparak bir casus gönderiyorlar fakat casus, filmin sonunda onlardan oluyor. Şu cümle önemliydi…
“Üstünde oturdukları hammaddenin değerini bilmiyor onlar! Oysa o bize lâzım, bilim ve teknoloji için çok gerekli” Bizimkiler ok ve yaylarla savaşıyorlar. Ağır, büyük tankların tekerleklerine saplanmış tüylü oklar gerçekten büyüleyiciydi…
Amerika Irak`ı vururken de aynı şeyi düşündü. Orada “petrol” var, Afganistan`da “bor” var, bize lâzım, onlara gerekmiyor… Batı tarzı böyledir. Bizim iyiliğimiz için bizi öldürürler!
Timsah gözyaşları döken modern insan filmin bir sahnesinde “Onları öldürmemek için uzlaşalım, onlara istedikleri şeyleri verip alalım mı?” sorusunu soruyor. Oysa onların takas edecekleri bir şey yok… Çünkü büyükyırtıcı kuşları eğitip uçak gibi kullanıyor ve insanca yaşıyorlar, yani kot pantolon ve alkolsüz bira vererek takasa giremeyeceklerini anlıyorlar.
Özellikle “Alkolsüz Bira” kısmına dikkat çekmek istiyorum. Red Kit`ten ve kovboy filmlerinden hatırlayacaksınız: Rangerler, Kızılderililere tüfek ve viski (Ateş suyu) vererek barış isterlerdi… Şimdi ilk kez yine yerlilerle savaşan Amerika onlara “Alkolsüz Bira” öneriyor. Yani daha medeni ve zararsız olduklarını gösterecekler haspalar!
Filmde Ebabil Kuşları`na gönderme var. Yıllardır “İçinizdeki Öküze Oha Deyin,” kitabımda dediğim gibi… Güçlü ve zayıf yoktur. Masum ve inançlı olan kazanır… Koca karı imanımız olursa kazanırız… Allah diyen kaybetmez, La ilahe illallah diyerek yerden aldığımız taşla helikopter düşüreceğimize inanmalıyız. Bugün kaybediyorsak teknolojik olarak geri kaldığımız için değil, imanımız zayıfladığı içindir. İnançlı her mümin Nemrut`un kulağından giren topal sinek olur…
Gerçekten de filmin Amerikalı kahramanının iki bacağı sakat ama eş bedeninde onlardan olup Amerika`yı yeniyor. Kahraman “Mesih” figürü çiziyor… Masumların yanında yer alıyor… Batı filmlerinde en çok küfrettiğim sahneler bunlardır. Amerika savaşır, kan döker ama hep masum bir nedeni vardır, öldürürken istemeden yapar, timsah gözyaşları döker!
Bizimkiler sonunda tabiat ananın isyanı, Amerikalı Mesih ve hayvanların, desteğiyle oklarla onları yeniyorlar. Tabi ki akla ilk olarak şu soru geliyor, diplerde bir yerde içimiz sızlıyor: Yine onların iyisiyle kötü olan kendilerini yendik!
Bu duygu bütün filmde var. “Avatar” bir nevi “Dert bende derman bende” filmi… Dünyanın ikinci sınıf ilkel insanlarını yine Amerika`nın “İçindeki İyiler” i kurtaracak. Buruk zaferler tattırıyorlar bize her zaman olduğu gibi…
Filmde savaşın başlama anında komutanın söylediği şu söz onların kibrini göstermeye yetiyor: “ Orayı hemen yerle bir edin, akşama biralar benden…” Irak Savaşı`nı başlatırken de benzerini söylemişlerdi: “Tek kurşun sıkamazlar, Cumartesi günü alırız Irak`ı…” Bütün savaşlar Cumartesi`ne denk geliyor niyeyse…
İsrail`de Filistin`i vuracağı zaman aynı günü seçiyor, anlamadım gitti… Yahudiler “Sebt Günü” esprisi yapıyorlar zannedersem!
Film bittiğinde Ankara kar altındaydı… Dr. Bahadır İslâm`ın evinin önünden geçtik, saat gecenin biri olmasaydı bir kahve içerdik ama kısmet değilmiş. Arabanın sağ koltuğundaydım, gözlüğü çıkarmamıştım henüz ve yolda üç şerit gördüğümü söyleyip son çimdiği yedim… Yirmi beş yıl daha sinemaya gitmem artık… Çünkü sinirlerim bozuluyor… Üç boyutuyla da tek boyutuyla da bu gâvurlar kötü… Şimdi eve gitsek, Yeşilçam TV`de “Neşeli Günler” olsa, turşu yüzünden Münir Özkul ile Adile Naşit` tatlı bir kavgaya tutuşsa… Galiba en iyisi bu?
Bülent Akyürek'ın Yazısı.