@suleymanragip

Akşama doğru bizim evin önündeki sokaktan epey gürültülü bir ses yükseldi: 
 
"Sarımsak geldi, sarımsaaaak, çorbaya, salataya, cacığa koy, şifa bu şifaaaa!" 
 
Balkona çıktım, izledim satıcıları. İki adam, geniş kasalı bir arabaya yüklemişler sarımsakları, mahalle mahalle geziyorlar. Biri aracı sürüyor ve anons geçiyor, diğeri de sepetleri kolluyor, gelenlere bakıyor, talep edene yetişmeye çalışıyor. 
 
Anons yapan adam laf cambazıydı, dikkat çekmek için ulusa sesleniş yapıyormuş gibi resmî bir dil dahi kullanıyordu zaman zaman.
 
- Sayın vatandaşlarımız, bir duyurumuz var: Her derde şifa sarımsak kapınızda, koşun, acele edin! 
 
Doğrusu adamı dinlemek büyük keyif verdi, masal diyarlarında yaşıyormuşuz gibi hissettirdi. İçten içe, bu tür satıcılardan mahrum süper gelişmiş şehirler için üzüldüm, bu otantik dakikalara şahitlik edemeden ölecek olan ultra zenginler için hüzünlendim. :) 
 
Kullandıkları hoparlörün sesi epey yüksekti, ezan sesinden bile daha baskın bir tonda geliyordu. Doğrusu rahatsız olan çıkar mı diye bekledim, pek ses eden olmadı. Herkes tanıdık bir komşuyu görmüş gibi rahattı, belli ki benzeri sıkça yaşanan sıradan hadiselerden biriydi. Muhtemelen en huzursuz olan insan dahi, biraz da koronavirüsün sebep olduğu sıkıntılardan ve ev hapislerinden dolayı, "sarımsak candır, sarımsak bizden biri" diye geçiriyordu içinden.
 
Sepetler bir aşağı indi bir yukarı çıktı, alan aldı, bakan baktı, sonra da hızlıca ayrıldılar mahalleden. Bu seri gidişlerinin ardında, zabıtalara yakalanma korkusu vardı muhtemelen. 
 
Onları öyle görünce, keyiflendim ve şöyle bir hayal geçti içimden:
 
Salih Yüzgenç, Yusuf Temizcan, Taha Süha Şimşek, Yunus Emre Altun gibi arkadaşlarla, arkası açık küçük bir kamyonetimiz olsa, kasaya birbirinden güzel dergileri yüklesek ve mahalle mahalle gezsek, diyar diyar dolaşsak, sokak aralarında insanları gülümsetecek anonslar yapsak. Mesela Yusuf alsa mikrofonu ve seslense: 
 
- Ablalaaar, abileeeer, koşun, gelin, hür tefekkürün kalesi geçiyor, bin bir emekle hazırlanan ama yüzüne en az bakılan eşsiz miras burada. Eyyyy ahaliiii, insanlığın en değerli hazinesi ayağınıza geldi, gönlünüz açılsın, gözünüz nurlansın, gelin haydiii! 
 
Pencereyi açıp "Allah Allah" diye bakanları veya balkona çıkıp "hayırdır, nedir yahu bu" diye düşünenleri merakta bırakmamak için, bu defa Salih geçse kaptanlığa ve içli bir konuşma daha yapsa:
 
- Sevgili mahalleliler, gözünü sevdiğimin insanları, kuruduk milletçe, tadımız kaçtı, seviye düştü, yangın var yangıııın! Twitter trollerle doldu, facebook`u yamyamlar istila etti, instagram baydı, whatsapp zaten normal hayatımızı dahi mahvetti. Gelin şu sanal çukurlardan çıkın, dergilerin sakinliğine, derinliğine sığının. Kültürel iktidar sadece lafla olmaz, hep birlikte okuyacağız, hep birlikte yaşatacağız dergilerimizi. Koşuuun, geliiiin! Dergisiz büyüyen çocuklara acıyın, o masum yavruları nitelikli insanlarla buluşturun, haydiii, fırsat bu fırsaaat!
 
Hayal ama güzel, sahi ne hoş olurdu, ne farklı bir hava eserdi sokaklarda, yüzler ne çok gülerdi, düşünün bir. Böyle İstanbul`un her yerini dolu dizgin, meczupvâri, neşeyle ve muhabbetle gezdiğimizi hayal edin. Şu manzaraları da canlandırın zihninizde:
 
Yaşlı teyzenin biri balkona çıkmış, sesleniyor bize:
 
- Oğluuum, Türkiye Çocuk dergisiyle büyümüştüm ben, sizi görünce duygulandım, varsa benzer bir şey, koy sepete, bir katkımız olsun, hem torunlar okur bizim, tablet düşmüyor ellerinden, bağımlı oldu yavrucaklar...
 
Diğer bir amca, çıkmış gelmiş aracın yanına ve Taha Süha ile pazarlık yapıyor:
 
- Kardeş, iyisiniz hoşsunuz da, biz kilo ile almaya alışığız her şeyi, kültür mültür anlamam, yarım kilo dergiyi uygun fiyata vereceksen, siftah yapın diye alabilirim, yoksa hayatta tek satır okuyacak adam değilim ama sizi sevdim, hoşuma gitti valla, böyle ne bileyim, acıdım biraz da size..
 
Sonra dört bir yandan çocuklar koştursun peşimizde, arabanın arkasına asılsınlar, "bize bir dergi vermezsen bırakmayız abi" diye ısrar etsinler. Yunus Emre aniden kapıyı açıp dışarı fırlasa ve "ulan her şeyi parayla alıyorsunuz, iş dergiye gelince bedavacı çıktınız yine, bu yaklaşım yüzünden nice dergi diri diri gömüldü ülkemizde, yürüyün harçlıklarınızı getirin, alışmayın bedavaya hergeleler" diyerek tatlı sert kovalasa onları.. 
 
Üsküdar Güzeltepe taraflarında, "dergiler babası" Asım Gültekin, yılların eskitemediği yeleği ile balkondan el sallasa bizlere, "alemsiniz vallahi" dercesine bakışlar atsa ve seslense: 
 
- Satamadıklarınızın hepsini bana hediye edebilirsiniz, canım daha fazla dergi çekiyor şu korona günlerinde. 
 
Onun doymak bilmeyen bu dergi tutkusuna gülümseyip, yola devam etsek..
 
Akşama doğru da, mahallelerden birinde, biz girince büyük bir alkış başladığını ve pencerelerden, balkonlardan toplu bir tezahürat yapıldığını hayal edin mesela.. Hep birlikte bağırıyorlar:
 
- Dergiler hakkımız, seve seve alırız! 
 
Üniversite öğrencileri üzerimize güller atıyor, heyecanla açtıkları pankartta da şunlar yazıyor:
 
"Bir dergimiz var, bin derdimize derman!" 
 
Büyük bir seçim kazanmışız gibi halkı selamlıyoruz, yediden yetmişe herkese bir dergi veriyoruz, tebessümler, takdirler, tebrikler eşliğinde geri dönüş yolunu tutuyoruz.. 
 
İşte böyle...
 
Hayal ettim, sizi de hayalime ortak ettim..
 
Olur mu dersiniz? 
 
Olsa ne hoş olur, sahiden yeşillenirdi İstanbul, gülerdi yüzler mi dersiniz? 
 
Deneriz belki de, kim bilir...
 
Muhabbetle..
 
*Teşekkür:* Tasarım stajı yapan sevgili Taha Ersöz temsilî bir görsel hazırlamış, sağ olsun. :)


Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.