M. Yavuz Yılmaz

Yaklaşık iki yıl önce Uluslararası Genç Derneği`nin öncülüğünde, kırktan fazla Genç Gönüllü ile birlikte Azerbaycan Cumhuriyetinin 100. Kurtuluş ve Kuruluş yıl dönümü münasebetiyle yola çıktığımız, Gürcistan ve Azerbaycan seyahatimi, sizlere elimden geldiğince anlatmaya devam ediyorum. Şimdiye kadar altı ayrı yazıyla beş şehirden bahsettiğimiz notlarımızın bu yedinci yazısıyla birlikte artık yavaşça sona doğru yaklaşmaktayız seferimizin. Bir veya iki yazı sonra yapmaktan büyük bir keyif aldığım, onlarca kıymetli bilgi ve tecrübe edindiğim, bu seferi anlattığım notlarıma son vereceğim. Fakat şimdilik, sizlere elimden geldiğince gezmekten ve tanımaktan büyük bir mutluluk duyduğum Bakü sokaklarını, caddelerini, mimarisini ve insanlarını anlatmaya tanıtmaya çalışacağım. Bildiğiniz gibi bir önceki Kafkas Notları`nda Bakü’den bahsetmiştik. Azerbaycan’ın en büyük şehrini ve başkentini tanımak ve sizlere anlatmak için bir yazının yeterli olmadığını söyleyerek bugünde Bakü’den bahsedeceğimi belirtmek isterim. Fakat başkent Bakü’den bahsettiğimiz bu seferki satırlar, daha çok şehrin gezilebilecek ve görülmesi gereken yerleri olacaktır.  
 
Şehitler Hıyabanı’nına saat 15. 30 sularında veda ederek Türkiye Diyanet Vakfı’nın yaptırmış olduğu Şehitlik Camisi`nin yanında bizleri bekleyen otobüsümüze doğru yol almaya başladık. Elimizdeki Azerbaycan ve Türkiye bayraklarını sorumlu olan ekip arkadaşımıza teslim ederek otobüsümüzdeki yerlerimizi aldık. Önce istikametimiz Azerbaycan Cumhuriyeti Gençliğe Yardım Fondu’ydu. Burada otobüse bindikten hemen sonra bahsedilen serbest zamanda bizlere Bakü’yü gezdirmek ve tanıtmak için her ekibe ikişerli Azerbaycanlı arkadaşlar refakatçi olarak verildi. Bu dostlarımız ile az sonra Bakü’nün en kalabalık, tarihi en eski ve mimari olarak en güzel taraflarını göreceğimiz sokak ve caddeleri birlikte arşınlayacaktık. Gayet iyi kalpli ve yürekten samimi olan bu iki arkadaştan biri Sübhan idi. Bugün hala kendisini sosyal medyada görmekte ve takip etmekteyim. İnsanlar için en mutlu şey bence başka bir şehirde veya başka herhangi bir yerde bir tanıdığının bir arkadaşının, dostunun olmasıdır. Seferlerin bana verdiği en büyük katkılardan biri de budur. Gittiğim her şehirde farklı yüzler tanımak sonra o yüzlerle hem hal olup dost olmak, hayatta duyduğum, duyacağım en büyük sevinç ve kıvançlarımdan biridir.  
 
Bakü şehir merkezine geldiğimizde kendimi bir Roma şehrinde, bir Rus Şehrinde görür gibi oldum. Gerçi buraları pek gördüğümü söyleyemem ama günümüz dünyasında gitmediğiniz yerler hakkında da pek çok resmi barındırabiliyorsunuz aklınızda. Benim de televizyonda ve internette gördüğüm kadarıyla o günlerde ayak bastığım şehir Bakü, bu aklımda kalan resimlere hitap ediyordu. Zira daha önce bahsettiğim gibi binaların yapısı ve şimdi içine girdikçe belirginleşen o müthiş şehir planı, caddeler, sokaklar ve meydanlar çok genişti. Bunun yanında modern yapının, yani camlardan ve boyadan ibaret bir mimari değil de kesme taş veya ona benzer bir maddenin kullanıldığı binaların yapısı bu meydan, sokak ve caddelere daha da ayrı bir güzellik katıyordu. Her ne kadar Roma desem de yukarıda aslında tipik bir Avrupa şehrine de benzetilmiş diyebilirim ama buna izin vermeyen bir yanı da vardı bu yapıların. Çatılar... Binaların çatıları düz dam şeklinde ya da tamamı üçgen çatı biçiminde değildi. Demek istediğim şey çatıların, normal yapının bittiği anda yükselen bir metreye yakın çıkıntıdan sonra başlaması ve bazen de hepimizin camilerde gördüğü kubbe biçiminde yapılmış, dikdörtgen biçiminde veya tam dairesel kubbe olarak görünen bazı binalar gibi bana Rus esintisinin daha yüksek olduğunu gösteriyordu. 1990’a kadar egemen olarak Azerbaycan topraklarında olan Ruslar için kendilerini mimari olarak bu topraklara karşı etkilemeyi başarmışlar diyebilirim. 
 
Gençliğe Yardım Fondu’dan yarım saatlik bir tanışma ve zaman konusunda bazı belirlemeler yapıldıktan sonra ayrıldık. Serbest zaman ekibimiz altı kişiydi, dördü Genç Gönüllülerden ikisi ise Azerbaycanlı arkadaşlarımızdı. Önce eski yapı olduğu çok belli olan ve ortaya nostaljik, güzel görüntüler sunan beş ya da altı katlı binaların bulunduğu küçük bir sokaktan büyük bir caddeye çıktık. Yokuş aşağıya indiğimiz bu caddenin deniz seviyesine indiği belli oluyordu ki az sonra Hazar Denizi de görünmeye başlayacaktı. Caddeden aşağıya tam indiğimizde karşımızda daha büyük bir yol ve meydan vardı. Bu meydanda birde altgeçit mevcuttu. Bizler bu sıralarda önce karşıya geçtik ve meydanda etrafımızda bulunan sarı taşlı binaların o muhteşem derecedeki eşsiz mimarisini izledik. Daha sonra ellerimizdeki kameralarla bu görüntüleri kaydetmek için sürekli fotoğraf çekmeye ve çekinmeye başladık. Otobüsümüzdeki bazı arkadaşlarımızı da burada görmüştük. Onlar bizim bulunduğumuz alt geçitten direk Bakü Bulvarı`na girmeye karar vermişlerdi. Bizler ise şehrin içlerine doğru gidip daha sonra uğrayacaktık Bakü Bulvarı`na. 
 
Bakü sokaklarında ve caddelerinde gezerken yukarıda hep dediğim gibi kendinizi binalara hayran olmaktan alıkoyamayacaksınız. Bizlerin de tam o sırada yürümüş olduğumuz kaldırımların uzandığı cadde, belki de en güzel caddelerindendi Azerbaycan’ın. İsmi Azerbaycan Türkçesiyle İstiglalalliyet Küçesi idi. Bu cadde boyunca gördüğünüz binaların hemen hepsi resmi dairelerdir ki bunlardan en güzeli de yine Azerbaycan Türkçesi ile Bakı Şeheri İcra Hakimiyyeti binasıydı. Bu bina üç katlı olup pencereleri ve üzerinde kullanılan tuğla rengindeki turuncu boyadan, kilise çanı gibi kapı girişinin üzerinde bulunan ve minare gibi yükselen çıkıntıdan daha sonra çatısından da anlaşılabileceği gibi Rus mimarisine yakın bir havası vardı. Onun hemen karşısında da yine aynı mimaride bir eğitim kompleksi vardı. Cadde uzun ve geniş bir yolda devam ediyordu. Az sonra karşımıza tamamen çoğunluklu olarak sarı renk ve beyaz tonlardan oluşan büyük bir kubbe altına cami gibi inşa edilmiş ve açıkçası o zamanlar ne olduğunu merak edip yanından geçtiğim bir yapıdan da bahsetmek gerekirse: sonradan öğrendiğime göre adı Müslüm Magomayev Adına Dövlet Filarmoniyası imiş.  Daha sonra bulunduğumuz bu caddeden ayrılan bir başka yoldan gezintimize devam ettik. Burada karşımıza Azerbaycan Milli İncesenet Müzeyi’de görme şansı bulduk. Ardından yolumuza devam ederken biraz önce bahsettiğimiz Devlet Filarmoniyası`nın aynı isimle hemen aşağısında bir parkında olduğunu fark ettik. Şehir hem mimari olarak hem de içinde barındırdığı yeşil olarak çok güzel bir görüntüye sahipti. Bu da şehri yeni görmüş olanlara çok güzel bir görsel şölen sunuyordu. 
 
Türkiye saatiyle ikindi sularında Bakü Bulvarı`ndaydık. Sahil boyunca bir kıyı şeridi üzerinde devam ede giden bir bulvar burası. Hazar Denizi`nin kıyısında inşa edilmiş olan Bakü şehrine burada denize arkanızı dönüp baktığınızda, ne derecede mükemmel bir yerde olduğunuz anlıyorsunuz. Sağınıza baktığınızda Bakü şehrinin biraz sonraki satırlarımızda anlatacağımız tarihi yapılarını, solunuza döndüğünüzde modern yapıyla süslenmiş bir şehri görme şansı bulacasınız. Bunlardan en göze çarpanı eski şehrin içinde bulunan Kız Kalesi’ydi. Sonra modern yapıya örnek olarak, ünlü alev kuleleri ile Bakü Televizyon Kulesi, tüm forsuyla sizleri selamlayacaktır. Altı arkadaş bulvar boyunca epeyce bir yürüdük. Burada Hazar Denizi`nin görünüşüne şaşırmıştım biraz da. Çünkü denizin suyu bulanık ve durgundu. Bunun ise denizin kendisinden mi yoksa sudaki çevre kirliliğinden mi pek anlayamıyordum. Fakat denizin etrafı, üzerinde yürümüş olduğumuz bu bulvar ve çevresindeki yeşil alanların gayet temiz ve düzenli bir hali vardı. Bu yüzden çevre kirliğinden olmasa gerek diyerek pek emin olmadan Hazar Denizi`nin kendi görünüşü olduğunu tahmin etmekteyim. 
 
Hazar Denizinin kıyısında Bakü Bulvarı`nda yavaşça ve etrafımızdaki her görüntünün keyfini çıkararak attığımız adımlarımıza biraz hız vererek şehrin artık içlerine doğru yol almaya başladık. Az sonra geldiğimiz yer şehrin tam merkezi denilebilecek bir yerdi. Daha çok alışverişe hitap eden ve oldukça eski yapıya benzetilerek inşa edilmiş modern yapılarla süslenmiş olan sokaklarda yürümek çok büyük keyif veriyordu bizlere. Türkiye’den birçok şeyi de burada görmek mümkün. Ünlü giyim markalarını ve çeşitli Türk bankalarına rastlamamızın yanında Türkiye’de adını muhakkak duyduğunuz başka işletmelerde burada hizmet veriyordu. Azerbaycan’da dikkatinizi vermenizi istediğim bir şey: sokak, cadde ve yer adlarıdır. Mesela burada bulunduğumuz yerde Nizami diye geçiyordu. Yani gittiğiniz her yerde bir Türk büyüğünün ya da Azerbaycan için önemli sayılabilecek konumdaki bir şahsın ismi verilmiş durumda. Tabii bunu Azerbaycan’ın 1990 yılından sonra bağımsızlığını kazanmış bir devlet olarak ele alırsak bunu başarı olarak görmeliyiz. Zira şimdiye kadar burada her yer Rusça anılmaktaydı. Devletin bu yöndeki politikaları da son derece önemlidir. 
 
Şehir merkezini dolaştığımız bir sırada kendimizi yine ünlü mağaza ve kafelerle çevrili olan şık bir meydanda bulduk. Yoğun bir insan kalabalığının olduğu bu meydanın adı: Fevvareler Meydanı idi. Meydanı baştan sonra yürüdüğümüzde ise bizleri az sonra Azerbaycan Edebiyat Müzesi karşılamıştı. Nizami Gencevi onuruna ve 800’üncü doğum günü münasebetiyle 1945 yılında açılan bu müze; yazar ve şairlerin eserlerini, resimlerini, portrelerine, el yazmalarına ve bazı çok az rastlanan ender kitaplara ev sahipliliği yapmaktadır. Binanın meydandan görünen yüzüne baktığınızda Türk ve özellikle Azeri sahasının en ünlü şair ve yazarların heykellerini görmek mümkündür. Biraz daha yürüdüğünüzde ise önünüze çıkan birkaç merdivenden sonra sağ elini beline bağlamış olduğu bir kemere atmış, sol elinde ise bir kâğıt destesi tutan, yaklaşık üç veya dört metre uzunluğa sahip bir mermer yükseltisinin üzerine inşa edilmiş olan Nizami Gencevi’nin büyük bir heykeliyle karşılaşmıştık. Ardından tarihi yapısıyla bizlere adeta şimdiye kadar neredeydiniz diye bakan İçeri Şehir’e doğru adımlarımızı attık. İçeri Şehir ya da Eski Şehir adıyla da bilinen bu yer Azerbaycan’ın tarih merkezi konumundadır. Zira içerisinde bulunan Şirvanşahlar Sarayı ve Kız Kalesi sebebiyle oldukça mühim bir tarihe sahiptir. Bu iki önemli tarihi yapıdan ötürü de 2000 yılında UNESCO tarafından dünya mirası olarak kabul edilmiştir. Fakat İçeri Şehir sadece bu iki eserden ibaret değildir. Büyük bir tarihi kompleks mahiyetindeki bu yerin neresinde dolaşırsanız dolaşın eskiye nazar bir yapı görmektesiniz. Gerek içinde bulunan konaklar olsun gerekse hamamlar olsun kendinizi modern bir ören yerinde hissedeceğiniz bir yerdir burası. 
 
Nizami Gencevi’nden sonra uzaktan baktığımız ve dışarıdan gördüğümüz kadarıyla bu küçük kale surlarının arkasına gizlenmiş olan böylesine nadide bir yeri görmek için sabırsızlanıyorduk. İçeri Şehir, Azerbaycan’a gelen herkesin mutlaka görmesi gereken bir yer. Gezerken büyük bir keyif alacağınız bu yerde önemli olan iki eserden yukarıdan kısaca bahsetmiştik. Şimdi yine değinmek gerekirse bunlardan bizlerin ilk olarak gördüğümüz Şirvanşahlar Sarayı idi. Fazla bir vaktimiz olmadığı için her ne kadar dış görünüşüyle yetinmiş olsak da bu tarihi yapı, UNESCO Dünya Kültür Mirasları listesine girmeyi her şekilde hak ediyor. Saray 15. yüzyılda Şirvanşahlıların büyük Şahı İbrahim Halilullah döneminde inşa edilmiştir. 1964 yılından bu yana müze olarak faaliyet gösteren sarayın yapısıyla ve mimarisindeki kusursuzluk ile yakın doğuya ait tarihi yapıların en görkemli eserlerinden sayılmaktadır. Burada dikkatinizi çekeceğim bir başka eserde Kız Kalesi’dir. Bakü’nün en güzel mimari eserlerinden birisi olan bu tarihi yapının inşası ve ismi üzerine oldukça farklı söylentiler ve görüşler vardır. Bir defa inşa süreci hakkında birçok görüş vardır ki üç bin yıl geriye gidenler de vardır, Sekizinci yüzyıla dayandıranlar da vardır. Yapılışı için tam olarak bir tarih belirlenmeyen Kız Kalesi’nin ismi üzerine de belirlenemeyen bazı görüşler mevcuttur. Fakat en çok kabul gören görüş Bakü Han’ının kızı olarak bilinen hikâyeden edinilen görüştür. Birkaç cümle ile hikâyeye değinmek gerekirse; efsaneye göre kardeşi ya da hükümdar olan babası tarafından kalede kalmaya mecbur bırakılan kızın daha fazla buna dayanmayarak kendisini denize attığından ismi böyle kalmıştır. Fakat bir başka görüş ise kale hiçbir zaman düşman tarafından ele geçirilmediği için bakirelik sembolü olduğu için Kız Kalesi diyenlerde vardır. Diğer bir görüş ise eskiden bu ismin Göz Kalesi olduğu ve sonradan Kız Kalesi’ne dönüşmüş olduğu yönündedir. Tabi her ne kadar bizler bu iki eserden bahsediyor olsak da burada başka, birbirinden güzel ve tarihi yapıları görmek mümkündür. Bunlardan özellikle ahşap ve taş işlemeciliğiyle yapılmış olan konaklar çok dikkatimizi çekmişti.
 
Akşama doğru saat yedi gibi altı kişilik bir grup olarak bu serbest zamanımızın sonuna geldiğimizi anlayarak Gençliğe Yardım Fondu’nun yolunu tuttuk. Altı arkadaş şarkı söyleyerek ve arada bazı marşlar okuyarak İçeri Şehir’in sokaklarından modern Bakü sokaklarına doğru süzülmeye başladık. Sözlediğimiz şarkılar ve marşlar arkamızda hoş bir seda ile sarı ve yontma – kesme taşlarla inşa edilmiş olan bu tarihi ev ve yapıların arasında Azerbaycan semalarına kanat açıp uçuyordu. Daha sonra arkamızda unutamayacağımız anlar biriktirerek yürümekten yorulmuş olan ayaklarımıza dönüş yolunu tutturduk. Ayrıca dönüş yolunda Azerbaycanlı arkadaşlarımızla onlarla geçmiş birkaç saatten sonra hasbihali tarihi İçeri Şehir sokaklarını gezerken ettiğimizden daha sıcak ve koyu bir halle devam ettiriyorduk. O akşam, Bakü’de kaldığımız iki günün sonuna gelmiştik. O günün sabahında yine yola koyularak kuzeye, Şamahı Rayonu’na doğru yol alacaktık. Buraya kadar sabırla okuduğunuz için sizlere müteşekkir olarak bir sonraki Kafkas notlarında görüşmek dileğiyle diyorum, kendinize iyi bakın, kalın sağlıcakla…


GENÇ'ın Yazısı.