Ahir zamanın da ahirindeyiz. Zaman korkunç bir açlıkla içinde öğütüyor bizi. Bugün keyifle geçirdiğimiz saatlerin yarın bizi pişman edecek bir suretle karşımıza çıkmayacağından emin değiliz. Bu yüzden perhize ihtiyacımız var. Vaktimizi bizden çalan her uğraş için perhiz.

ir “ev” dergisinden bu kural. “Eğer yolculuğa çıkacaksanız mutlaka %50 kuralını uygulayın. Yanınızda götürmek istediğiniz eşyaları tümünü yatağınızın üzerine serin. Ve bunların arasından seçim yaparak yarısını dolabınıza geri kaldırın. Böylelikle yolculuk boyunca gereksiz eşyaları taşımaktan kurtulacaksınız.”

Tam da insana en çok da hanımlara göre bir şey. Ya lazım olursa diyerek onu da, bunu da, şunu da yanımıza almak ve sonrasında “hamallık” yaparak yorulmak.

Geçenlerde bir arkadaşım, ofisteki bütün eşyalarını gözden geçirdi. Bazı işe yaramaz olanları attı, bazılarını kullanabileceklere iletti. Masasının üzeri neredeyse bomboş kaldı ama çok ferahladı. Hem masa, hem de kendi. Rabia abla dedi, Feng shui’ye göre fazla eşyalardan kurtulmak insanı çok rahatlatırmış.

Dergideki o %50 kuralını okuduktan sonra hafızamdan hızlıca bir sürü “az eşya” cümleleri, sonra diğer “az”lar gelip geçti. Bu dünya misafirhanesinde hepimiz yolcuyuz. Bir yolcu gibi yaşamamız da bize tavsiye edilmiştir, bu dünyanın da ahiretin de kurallarını en iyi bilen insan tarafından. Gerçek şu ki anlamıyoruz. Unutuyoruz diyemiyorum çünkü unutmak için önce bilmek gerekir. Nasıl bir şeydir dünyada bir “yolcu” gibi yaşamak?

Eşyalar, taşınabilirler, taşınamazlar açısından değil de insan faktörü ile bu pencereden bakayım istiyorum. Fatma Karabıyık 22 Şubat tarihli köşe yazısında “Onu alman lazım bunu alman lazım diyenlerle bir müddet sonra ilişkimi kesiyorum. Çünkü ben ona yüküm, o da bana yük.” demişti ki işte tam da bu nokta, ifade etmek istediğim yer.

Bize verilen ömrün ne zaman biteceği, elimizdeki imkanların ne zaman sona ereceği bilgisine vakıf değiliz. Halbuki önümüzde cennet, rıza-i ilahi, adam gibi kul olma gibi önemli ve bir o kadar da zor hedefler var. Malum tabirle işimiz vaktimizden çok.

Hal böyle olunca, vakti en verimli şekilde değerlendirmek “bakarsan bağ” olur düsturunca yaşamak zorundayız her an ve her alanda. Eşyalarımız konusunda da böyle, arkadaşlarımız konusunda da.

Arkadaşlarımızla hangi konularda konuşuyoruz, nasıl vakit geçiriyoruz? Onlarla birlikte iken aldığımız tat nereye ait? Biraz daha param olunca almayı planladıklarıma ait tatlı! hırsların lezzeti mi yoksa şu dönem bitmeden bu projeyi bitirmeliyim planının lezzeti mi? Namazı son vaktine kadar bıraktığımız bir demde pişmanlık yakamıza yapışmışsa bunun arkasında muhakkak iyi bir sohbet, iyi bir arkadaş yahut iyi bir kitap vardır. Yok o namaz pişmanlığı değil de yeni bir hevesi tutuşturuyorsa vay halimize!

Bir iş yapılacaktı, yapıldı mı? Bahaneler sayılıyor, bahanelere kanma, iş bitti mi bitmedi mi bunu sor, duruma göre yeni bir çözüm üretmeye çalış. Yeni bir fikir ortaya atılıyor, bir anda gelişip büyüyor, bütün dünyayı kaplıyor. Dağıt hayal bulutunu, elimizdeki işler için ne yaptık, bitti mi? Önce şunları yapalım, sonra sıra buna da gelir. Bir mevzuda istişare edilecek. Halbuki on dakikalık iş için bir saat istişare edilmez, kalk git oradan. Sıradan bir konuda fikrin soruluyor, biliyorsun ki kararını vermiş zaten, sana doğrulatmak istiyor. Kendi haline bırak. Meşgul olduğun her işi, yaşadığın her köşeyi, çantandaki her nesneyi gözden geçir. Başkasına faydası dokunacak ama senin zaptettiğin şeyleri israf etmeyi bırak! Büyük! işlerde kaybolup, küçükleri! ihmal etme. Bazen küçük bir iyilik büyük bir mükâfâta küçük bir kötülük de büyük bir cezaya sebep olabilir. Uyanık ol hasılı, vakit uyku vakti değil. Önce kendime, sonra dinleyenlere…

Ahir zamanın da ahirindeyiz. Zaman korkunç bir açlıkla içinde öğütüyor bizi. Bugün keyifle geçirdiğimiz saatlerin yarın bizi pişman edecek bir suretle karşımıza çıkmayacağından emin değiliz. Bu yüzden perhize ihtiyacımız var. Vaktimizi bizden çalan her uğraş için perhiz.


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.