Ayşenur Yeni

Bir anneanne yolculuğu. İki kız kardeş. Şevval ve Ayşenur... Sık sık yapılırdı bu yolculuk. Çantalar sırta yüklendi. Hazırlıklar yapıldı. Haftasonu anneannelerde geçirilecekti. Haftasonu iple çekilmişti. Zaten cuma en sevdikleri gündü. Ve ayakkabılar giyilip, kapı kapatıldı, yola çıkıldı. Durak, eve on dakika yürüme mesafesindeydi. Durağa gidene kadar yanlarına ne aldıklarını konuştular. Mali durumlar yoklandı. Anneanneye gitmeden önce markete uğrayabilirdi belki. 
 
Derken durağa geldiler. Saat öğleye gelmesine rağmen, durak oldukça kalabalıktı. Durağın dışında ayakta bekleyen takım elbiseli beyefendi, onun biraz ilerisindeki kırmızı montlu bir teyze vardı. Ve durağın içinde oturan bir aile. Dişçiden dönüyor olmalıydılar. Kadının ağzının içinde pamuk vardı, oldukça rahatsız görünüyordu. Yanında çocuğu ve eşi oturuyordu. Ayşenur ve Şevval, durağın arkasında beklemeyi tercih ettiler her zamanki gibi. Hayattaki üstlendikleri rolü her yerde uyguluyorlardı. Her şeyden, herkesten saklanıyorlar gibiydi. Sanki hayattan görünmeden geçip gitmek istiyorlardı. İkiside çok çekingen ve içine kapanık olmasına rağmen çok farklı bir hafızaları ve bakış açıları vardı. Örneğin durağın yanındaki turunç ağacını hiç kimsenin farketmediği kadar çok fark etmişlerdi.
 
Otobüslerinin kırk beş dakikada bir geldiğini biliyorlardı ve beklemeye herkesten çok alışıklardı. Çünkü sorunlara odaklanmaktan çok etrafı değerlendirmeyi her şeyden çok yeğlerlerdi. İkisinin de çok iyi resim yaptığından kaynaklanıyor olabilirdi bu gözlem yeteneği. Ve şimdi de yerdeki o turunç meyvesini konuşuyorlardı. Duraktan her on dakikada bir, en az üç otobüs geçmesine rağmen o turunç yolun nerdeyse ortasındaydı ama işte sapasağlam duruyordu öylece. 
 
Sonra Ayşenur: "Aslında ne kadar da şanssız bir meyve değil mi?" dedi, "Ne portakal ne de mandalina olabilmiş. Ama işte orada öylece sapasağlam duruyor, belki de onun şansı, onun payına düşen de budur.".
 
"Evet" dedi Şevval. "Ama orada durması gerçekten de çok acayip ve burası bir durak, sürekli arabalar geçiyor ve otobüsler duruyor."
 
Ayşenur devam etti: "Acaba kaç saattir orada duruyor? Sence sabahtan beri neler görmüş olabilir?" Ve sabahtan beri turuncun neler gördüğü üzerine varsayımlar üzerinde konuştular. Ayşenur yine devam etti: "Ağlayan bir çocuk ve onu çekiştiren bir anne kesinlikle görmüştür.".
 
"Ama bazen, bazı ailelerin parası yetmiyor çocukların o an istediği şeylere, hatta sonra anne, baba üzülüyor ama alamıyorlar işte" dedi Şevval. 
 
"Evet, doğru ama sence de böyle yolda hem çekiştirip hem de pataklar gibi çocuğu ağlatmak ne kadar doğru ki. Bence bazen anne babalar çocukların duygular ve sevgi ile de büyüğünü unutuyorlar. Sanki sadece karnı tokken başka hiçbir beklentisi olmamalıymış gibi."
 
Şevval tekrar konuşmaya başladı: "Evet belki az da olsa bizde böyle büyüdük ama içimizdeki çocuk hiç ölmedi değil mi abla?". 
 
Her çocuk gibi Şevval de büyüdüğünü düşünüyordu lakin henüz yedinci sınıftaydı ve 13 yaşındaydı. Ayşenur ise 17 yaşındaydı . İkiside aslında hayatın pek çok zorluğu ile karşı karşıya kalmış ama her nasılsa Şevval`in söylediği gibi içindeki çocuğu öldürmemişlerdi. Ayşenur, Şevval`e göre çok daha düşünceli ve duygusaldı. Her şeyi ve herkesin sorunlarını kendi sorunu gibi düşünürdü. Sonra Ayşenur konuşmaya devam etti: "Turuncun gördüğü en çok şeyde herhalde, işine yetişmeye çalışan insanlardır. Hani vardır ya; hayatın koşuşturmacası içinde nefes almayı, gökyüzüne bakmayı ve şükretmeyi unutan insanlar.".
 
Şevval de devam ettirdi; "Ve selam vermeyi, gülümsemeyi, yaşamın gerçek gayesinin yalnızca para kazanmak olmadığını unutan." Ayşenur: "Zamanın geçtiğini, geri gelmeyeceğini, çocuğuna hep daha iyisini, daha çoğunu almak yerine bir gülümsemenin bir sarılmanın daha iyi olduğunu. Bu hayatta para biriktirmek yerine dost biriktirmenin daha değerli olduğunu.”
 
Şevval, ablasına bakıp gülümsüyordu, onu çok fazla örnek alıyordu. Durakta bekleyen insanlar birer birer otobüslerine binip gidiyorlardı. Sonra yerlerine yeni insanlar geliyordu. Kalplerinden geçirdikleri fikir hep aynı oluyordu iki kız kardeşin. Bu durakta aynı dünya gibi dolup boşalıyordu. Vakti yeten otobüsüne binip gidiyordu. Ayşenur tekrar devam etti:
 
"Eminim ki şuradaki amca gibi de pek çok kişi görmüştür, turunç. Çok düşünceli gözüküyor. Belki de bizim gibi dört kız çocuğu vardır. Geçim sıkıntısı çekiyordur belki. Sonuçta dört kız çocuğu yetiştirmek zor olmalı. Zaten annem söylemiyor mu, eskiden okumak daha kolaydı diye. Artık eğitim almak da zor."
 
"Allah kolaylık versin." dedi Şevval. Sonra devam etti: "Ve bu amcaya karşın, kendini çok farklı göstermeye çalışanlar da var değil mi abla? Belki de bu tüketim toplumunun bizzat çalışanı olmuş. Maddi durumu çok iyi olmamasına rağmen kendisini bir prenses gibi gösteren. Davası uğruna çile çekmesi bile gerekirken her şeyi kolay yollardan kazanmaya çalışan."
 
Ayşenur konuşmaya başladı: "Sanırım turunç adına çok üzüldüm. Turunç, olduğu kişiyi kabullenmiş olmalı. Bir portakal veya mandalina değil ama o en azından portakal olmaya çalışmıyor.".
 
Bu yorum üzerine ikisi de gülmeye başladı. Bir süre sessizce turuncu izlediler. Durakta beklemeyeli yarım saat olmuştu. Beklemekten yorulmuşlardı. Ama beraber vakit geçirmeyi ve sohbet etmeyi çok sevdiklerinden bu durumdan hiç şikayetçi değillerdi.
 
"Aslında başka hayatlara bakarak tecrübe kazanmak önemli ama bizde içimizden bile düşündüğümüz bu konularda önyargılı olabiliriz. Hiç kimsenin yaşantısını bilemeyiz. Çevresini, koşullarını, duygularını, savaşlarını. Her şeye rağmen kucaklayıcı, birleştirici ve bütünleştirici olmalıyız galiba. Saygı duyarak, selamı esirgemeyerek." dedi Ayşenur.
 
"Otobüs geliyor." dedi Şevval. Son kez turunca baktılar ve sonunun ne olacağına. Otobüse bindiler. Ve otobüs gözlerden uzaklaştı. Duraklar doldu ve tekrar tekrar boşaldı.


GENÇ'ın Yazısı.