Kafkas Notları VIII - Dönüş Yolunda İki Şehir
Site Özel
2530 okunma
Yavuz Yılmaz
Sevgili okurlarım… Bundan yaklaşık iki yıl önce Uluslararası Genç Derneği’nin düzenlemiş olduğu "Kafkas İslam Ordusunun İzinde" adlı projeyle Azerbaycan Cumhuriyeti’nin 100. kuruluş yılı münasebetiyle yüz yıl önce soydaşlarımızın yakmış olduğu egemenlik meşalesinin yere düşmemesi ve sönmemesi için Anadolu`dan kilometrelerce yol giderek yardıma koşan, Kafkas İslam Ordusu şehit ve askerlerini anmak ve yaptıkları bu mücadeleleri yerinde görmek, anlamak, hissetmek maksadıyla kırk Genç Gönüllü ile birlikte gerçekleştirdiğimiz bu son derece yüksek manevi bir öneme sahip olan seferimi sizlere anlatmaya devam ediyorum. Daha önce yazmış olduğumuz yedi yazının devamı niteliğinde olan bu yazımız da esas itibariyle yolculuğun bir safhası niteliğindedir. Yolculuğumuzun bu safhalarında ise Bakü`den ayrılmadan önce ziyaret ettiğimiz merhum Şehit Mübariz İbrahimov`dan ve şehirden ayrıldıktan sonra yolumuz üzerinde bulunan Şamahı`yı ve Gebele`de ziyaret ederek güzel sohbetine nail olduğumuz Abdüssamet amcadan bahsedeceğiz.
Bakü`de son kahvaltımızı yaptıktan sonra şehre veda edecektik. Birçok güzel anı ve tecrübe edindiğimiz, her sokak ve caddesinde gezmekten büyük bir keyif aldığımız Bakü`den ayrılmak içimizde küçük bir burukluğun oluşmasına sebep oldu. Fakat aklımıza kazınan hatıraların bugün üstünden neredeyse iki yıl geçmiş olmasına rağmen hala taze olduğunu söyleyebilirim. Öyle ki şimdi bu hatıraları sizinle paylaşabiliyorum. İşte bu hatıralarda şimdi Bakü’den ayrılış vardı. Fakat bu güzel şehirden ayrılmadan önce önemli bir ziyaretimiz oldu. Ziyaretimizin konumu yine bir şehitlikti. Burada eminim sizlerin de daha önce duymuş olduğunuz Azerbaycan`ın millî kahramanı Seyid Mübariz İbrahimov`du. Cennet mekân şehit Mübariz İbrahimov`u ziyaret etmek bizleri derin bir vatani duygunun tesiri altında bıraktı.
Azerbaycan`ın Bilesuvar şehrinin Aliabad köyünde dünyaya gelen Seyid Mübariz İbrahimov, 2005 yılında lise öğrenimini bitirdikten sonra aynı yıl vatani görevini yapmak üzere askere alınır. Askeri görevini Azerbaycan İçişleri Bakanlığı Özel kuvvetler Birliği`nde yapan Mübariz İbrahimov, 2007 yılında çavuş rütbesiyle görevini tamamlayarak bir süre sivil hayatında çeşitli işlerde çalışır. Orduya tekrar dönen ve 2009 yılında astsubay çavuş rütbesini alan şehit Mübariz İbrahimov, Azerbaycan’ın Terter şehrinde görev alır. Yiğit kardeşimiz İbrahimov, bir gece kimseden habersiz sadece bir mektup bırakarak neredeyse bir kilometre boyunca mayın döşeli olan Azerbaycan – Ermenistan sınırını geçerek, Ermenistan Silahlı unsurlarının olduğu bir karakola ani bir baskın düzenler. Tek başına göstermiş olduğu bu kahramanlığın neticesinde bir rivayete göre elliye yakın bir rivayete göre de yüz elliye yakın Ermeni askerini öldürür. Tek başına bir ordu gibi saatlerce Ermeni askeri unsurlarıyla savaşan kahramanımız, bir süre sonra daha fazla dayanamamak şehit olur. Vatan uğruna yaptığı bu fedakârlığı bir destana dönüşen Şehit Mübariz İbrahimov, arkasında ölmeden saatler öncesinde yazdığı mektubundaki şu sözler kalır: "Canım, atam və anam. Məndən sarı darıxmayın. İnşallah, cənnətdə görüşəcəyik. Mənim üçün bol-bol dua edin. Vətənin dar günündə artıq ürəyim dözmür. Allaha xatir bunu etməliyəm. Ən azından ürəyim sərinlik tapar. Şəhid olanadək bu şərəfsizlərin üzərinə gedəcəyəm. Şəhid olsam ağlamayın. Əksinə, sevinin ki, o yüksəldim. Allaha ibadətlərinizi dəqiq yerinə yetirin. Çoxlu sədəqə verin. Seyid nəvəsi olaraq bunu etməliyəm. Allah böyükdür. Vətən sağ olsun. Oğlunuz Mübariz. Haqqınızı halal edin.". Haklarımız helal olsun! Vatanı cennet olsun… Şehitlik makamına eriştikten sonra Azerbaycan’ın en yüksek karar organı olan Cumhurbaşkanlığı tarafından şehidimiz için Milli Kahramanlık unvanı verilir. Neticede bizde kahramanlar bitmez! Zira Hüseyin Nihal Atsız’ın da dediği gibi: "Kahramanlar can verir, yurdu yaşatmak için…".
Kahramanımıza Azerbaycan Türkçesiyle "2 Saylı Fexri Ve Şehidler Xiyabani" adıyla müsemma olan kabristanlıktan ayrılırken dikkatimizi çeken bir şey vardı. Bu yürüdüğümüz yolun sol tarafının Ermeni mezarlığı olmasıydı. Ermenilerin yaptığı onca zulüm, işkence ve soykırımdan sonra Azerbaycan halkı aralarında onların ölülerine hala yer verebiliyordu. Hem de kutsal saydığımız şehitliğimize ve şehre yakın bir konumda. Bu bizlere millet olarak içimizde barındırdığımız merhametin her zerresinin yine vücut bulması demekti. Zira onlar da böyle bir şey söz konusu değil ve hiç olmadı. Tarihleri toplu ölüm ve mezarların olduğu bir milletten de böylesi bir şey beklenemez. O nedenle bizlerin bu mezarlıkla karşılaşmamızı ben basite indirgeyerek anlatmamazlık etmek istemedim.
Bakü`den ayrıldıktan yaklaşık üç saat sonra Şamahı`ya vardık. Burada bizleri şehrin girişinde yol üstünde muazzam bir görünüme sahip olan Şamahı Cuma Camisi karşıladı. Tarih ve kültür mirası olarak Azerbaycan için önemli bir yere sahip olan cami, çeşitli doğal afetler ve son olarak Ermeni çetelerince zarar verilmesi nedeniyle yakın dönemde yenileme çalışmaları yaşamış. Bu nedenle uzun bir süre kapalı kalmıştır. Yenileme çalışmaları bittikten sonra birçok din adamının katılımıyla Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafından resmi bir törenle açılışı gerçekleşmiştir. Tarihi 743 yılına kadar uzanan cami, bir zamanlar İslam`ın kabul merkezi olması münasebetiyle oldukça önemlidir. Zira Hazar Devleti`nden bazı yöneticilerin burada Müslüman oldukları belirtilmektedir. Caminin Sovyetler döneminde ayakta olmasına rağmen ibadete kapalı olması rejimin baskıcı politikasının bir göstergesidir. Fakat 1980`li yıllarda artık rejimin baskısının azaldığı bir zamanda cami tekrar ibadete açılır. İbadete açıldıktan sonra çokça zarar görmüş olan camiye o zamanın Azerbaycan cumhurbaşkanı Haydar Aliyev tarafından bir yenilemeye gidilir. Fakat caminin yenileme çalışmalarının daha geniş bir biçimde ele alındığı tarih 2009`lardır. Geçirdiği son yenileme çalışmalarıyla birlikte sadece bir cami olarak değil adeta bir kompleks olarak faaliyet vermiştir. Cami mimari olarak çok güzel bir mimariye sahiptir. Sarı kesme taşlı bir yapı olan caminin ön tarafında iki tane minaresi vardır ve bu iki minarenin her birinin ikişer tane şerefesi bulunur. Geniş bir avluya sahip olan caminin iç mimarisi harikuladedir. Son derece büyük bir ince işçiliğin hâkim olduğu iç mimarisi büyük bir görsel şölen sunmak birlikte yine Türk İslam mimarisinin muhteşemliğini göz önüne koyuyordu.
1930’lu yıllarda Sovyetler döneminde kurulan bir yönetim birimi olan Şamahı’nın tarih boyunca bölgedeki diğer yerleşim yerlerinde olduğu gibi birçok millete ev sahipliği yapmış olduğu bilinmektedir. Bunların başında Araplar gelmektedir. Yazılı kaynakların bizlere verdiği kadarıyla Arapların burayı "Eş-Şemahiyye" olarak adlandırdıkları söylenmektedir. Fakat isminin kökeni için birçok değişik teoriler bulunmaktadır. Genel olarak tarih bakımından bölgedeki diğer şehirlere göre fazla el değiştirmemiştir. Araplar ve Hazarlar`ın mücadelelerine şahitlik eden Şamahı, bir müddet Şirvanşahlar`ın eline geçer. Sonradan önceden Safevi Devleti`ne katılan Şamahı ardından Osmanlı Devleti`ne geçse de bir süre sonra Safevi`ler tarafından tekrar ele geçirilmiştir.
Yolculuğumuza Şamahı`daki Cuma Camisi`nden sonra devam ettik. Rotamız Gebele şehriydi. Burada önemli bir simayla güzel bir sohbetimiz olacaktı. Kendisini sizlere biraz anlatmak istedim. Zira o bizlerin geldiğini duyunca mutlaka görmeliyim diye yanımıza gelmişti ve bizleri kabul etmişti.
Ekibimizde bizlere Azerbaycan seyahatimiz boyunca refakatçi olan Azerbaycanlı bir ağabeyden kıymetli bir büyüğümüzle sohbet edeceğimizin haberini aldığımızda artık Gebele`ye varmıştık. Az sonra kırk Genç Gönüllünün olduğu otobüsümüz "Gebele Şeher Yeni Mescidi" adında bir caminin yakınında durdu. Biraz sonra hepimiz otobüslerimizden inerek oraya doğru yol almaya başladık. Görüşeceğimiz o önemli ismin adı Abdussamed Baba idi ve burada bu mescidin hemen yanında bulunan camiyle bir bütünlük teşkil eden toplantı ve çeşitli toplu faaliyetler için kullanılan bir salonda bir araya gelecektik. Nihayetinde öyle de oldu. Biraz sonra hazır bekletilen salonda bizler Abdussamed Baba adında yaşı ilerlemiş o mütevazı ve bir o kadar da muhterem olan büyüğümüzle görüştük. Birbiri ardında sıralanmış ve birleştirilmiş uzunca bütün bir masanın etrafında karışlıklı oturmuştuk. Abdussamed Baba tam karşımızda masanın başında oturuyordu. Hepimiz onun diyeceği sözleri ve konuşacaklarını bekliyorduk dört gözle. Çünkü kendi açımdan söylemek gerekirse beni etkileyen bir simaya ve görünüşe sahipti. Kaldı ki bizleri daha görmeden evvele sadece gelişimizi haber alan Abdussamed Baba, "Türkiye`den gelen o gençleri mutlaka görmeliyim." demiş. İşte şimdi bizlerle birlikteyken bu sözünün ne denli samimi olduğunu görüyorduk. Ara sıra başını kaldırıp masanın uzana diğer ucuna bakar etrafına göz gezdirirdi. Biz gençleri görmek istiyordu. Ama bunu bir ya da iki defa yaptı ve sonrasında boynunu eğerek son derece mütevazı bir duruşla sohbetine devam etti. Başında siyah bir papak vardı Abdussamed Baba`nın. Bu papak Kafkasya`ya özgü kuzu derisinden ya da yünden yapılmış kalpaklardandı. Kendisine o kadar güzel ve asil bir görüntü veriyordu ki o papak benim üzerimdeki tesirin yarısı oydu. Geleneklere bağlı kalan insanlara içimde hep büyük bir sevgi saygı beslemişimdir. Abdussamed Baba da işte şimdi böyleydi gözümde. Onun o mütevazı duruşu ve papağı şimdi bile gözlerimin önünde.
Ömrünü bu yörede çoban olarak geçirmiş olan Abdussamed Baba, çoban olduğu sıralarda buralarda meftun bulunan Kafkas İslam Ordusu`nun ve diğer Türk şehitlerinin yıkılmış ya da artık kabir olduğu fark edilmeyen mezarlarını bulup yeniden düzenleyen bir hayırsever. Çobanlık yaptığı sıralarda bunu yaptığını söyleyen Abdussamed Baba`nın az sonra papağını neden içeride dahi çıkarmadığını, havanın bu kadar sıcak olmasına rağmen neden taktığının sorusuna da cevap bulunmuş oldu. Şöyle ki; Abdussamed Baba çobanlık yaptığı sıralarda hep bu papağı takarmış, hatta Hacc`a giderken bile başından çıkarmak istememiş ki benim sonradan gördüğüm bazı resimlerde bu durumun gerçekten böyle olduğunu anladım. Abdussamed Baba, kutsal topraklarda bile bu papağını çıkarmamıştı o fotoğraflarda. Bunun sebebi işte çobanlık yaptığı o günleri unutmamak içinmiş.
Abdussamed Baba`ya öyle bakarken kendimi bir an yaşlı bir Kırgız ya da Kazak Türkü`ne bakarken buldum. Bu istemsizce aklımdan geçiyordu ve hala onun resimlerini gördüğümde öyle hissederim. Çünkü genel görünüşü o muhitte yaşayan insanları andırırdı. Azerbaycan`a geldiğimiz günden bu yana onun gibi bu papağı takan kimse görmemiştim. Bu papak her ne kadar bu yöreye ait bir şey olsa da sadece onun başında olmasını bir farklık olarak gördüm ve bu sahalardan daha uzak Türk sahalarda böyle olduğunu düşündüm. Zira yüz şekli ve sakalları dahi o bölgenin Türklerine benzemekteydi. İşte böyle bir süre sadece onun şu fiziki görünüşü ile meşgul oldum. Hayran hayran bakıp dinliyorken artık yola koyulma vaktinin geldiğini söyleyen ekip liderlerimiz eşliğinde Abdussamed Baba ile tek tek vedalaştık. Ardından toplu bir fotoğrafımızı çekinmiştik ve Abdussamed Baba`ya veda etmiştik. Bu notu yazdığım şimdilerde Azerbaycan seyahatimizi yaparken bizlerle birlikte olan Azerbaycanlı arkadaşa Abdussamed Baba`yı sordum. Geçen sene vefat ettiğini biliyordum. Yolculuğu gerçekleştirdiğimiz arkadaşlarımızla aracığıyla bu durumu öğrenmiştik. Ama şimdi Azerbaycanlı bu arkadaşa yine sormak istemiştim. Allah rahmetiyle muamele etsin, mekanı cennet olsun inşallah Abdussamed Baba’nın.
Ziyaret etmiş olduğumuz olduğumuz Gebele şehri, eski çağlarda bu bölgede hüküm sürmüş olan Albanya devletine başkentlik yapmış bir yerleşim yeridir. Albanya ya da Albania, bugünkü Gebele ve yakınlarında kurulan eski bir krallıktır. Yunanca anlamı "dağlık" olan Albania`ya konumu itibariyle neden böyle denildiği kolayca anlaşılabilir. Zira bulunduğu konum dağlıktır. Beşinci yüzyılda Sasaniler tarafından işgal edilmiş olan şehir Kafkasya Albanyası’nın başkenti olmuştur. Bu devlet Araplar tarafından yıkılır. Şehir Araplara geçince gelişim kazanır. Fakat Moğollar tarafından daha sonra yağmalanmıştır. Şimdiki nüfusu on binlerle ifade edilmektedir. Bugünlerdeki önemi ise İslam İşbirliği Teşkilatı tarafından 2020 İslam Dünyasının turizm başkenti seçilmesidir.
Gebele`den ayrılırken artık Şheki`ye saatler kalmıştı. Fakat bunun öncesinde yol üstünde bulunan bir botanik bahçede hayli rahat, keyifli, soluklu güzel bir vakit geçirecektik. Yol üstünde buluna bu bahçe inanılmaz güzellikte bir yerdeydi. Düzlük bir alanda genelde tarım için kullanılmış olan bir ovada etrafı tel örgülerle çevrelenmiş çok büyük bir alan içine kurulmuş olan botanik bahçenin içerisinde çok sayıda evcil ve hatta yırtıcı hayvan vardı. Bunlardan bazıları ise kafeslerinde hemen girişte bulunan doğan ve şahinlerdi. Ama demem o ki o kadar güzel bir bahçeydi ki kuşlar, ağaçlar ki bunların en güzelleri meyve ağaçlarıydı insanı cezbediyordu. Hatta bir ara ikram olarak meyve getirildiğinde onlarca meyvenin bu bahçede yetişiyor olması beni şaşırtmıştı. Ardından bahçede dolaşarak, kamelyalarda dinlenerek yolculuğun yorgunluğunu atan arkadaşlarım ve ben bir süre kendimizi dinlenmeye almış gibiydik. Bir saate yakın bir süre burada kaldıktan sonra Azerbaycan`da son kez konaklayacağımız yer olan Şheki’ye gitmek üzere yola koyulacaktık. Gece saat dokuz sularında Şheki merkezde olacaktık. Muhtemelen bir sonraki Kafkas notlarımızda Şheki`den bahsedeceğiz. Fakat şimdilik Şheki`ye gelmeden önce bizler bugünkü yazımıza burada son vererek bir sonraki yazımızda görüşmek dileğiyle diyelim. Esenlikle, hoşça kalın…
GENÇ'ın Yazısı.