Gülsüm Tuna

8372... Gerçekten sayılarla bir çok ölçüyü ifade edebilir miyiz? Onca mezarın arasında yürüyünce anlıyor insan, sayılar hiçbir şeyi ölçemiyormuş. 1995 Temmuz ayında Sırp güçleri tarafından beş gün içeresinde resmi kayıtlara göre Srebrenica`da 8372 sivil öldürüldü. Bosna, 92 yılından itibaren sayıların ötesinde kayıplar yaşadı. Naaşlarına ulaşılmayan binlerce insan, 25 yıldır sevdiklerinin bir mezarı olsun diye bekleyen aileler var. Bir de kelimelere değinmemiz gerekiyor galiba. 48 bin Boşnak`ın sığındığı "güvenli bölge"de eşleri, çocukları, anneleri, babaları gözleri önünde öldürüldü. Güvenli bölge, yani kimseden zarar gelmeyeceğine emin olunan yer, emniyetli. Gözleri önünde sevdikleri öldürülen, geriye kalan 18 bin insan Potoçari`den kaçarken bu kelimenin bir önemi kalmış mıdır acaba? Yollarda kurulan tuzaklar, yapılan saldırılanların ardından katledilen 9 bin kişi için daha güvendeydiler diyebilir miyiz? Dağları aşaraki aylar sonra Nezuk`a ulaşabilen 9 bin kişiye soralım bu sayıları, kelimeleri...
 
Ne bu sayılara ne de kelimelere Bosna`nın acısını sığdıramayız. Bu soykırımın izleri silinmeyecek şekilde o coğrafyada halen duruyor. Kurşun sesleriyle, kurulan tuzaklar arasında yürüdükleri Bosna dağlarında, binlerce kişiyle bu izlerin arasından geçiyoruz. Srebrenitsa şehitlerinin yürüdüğü Potoçari`den Tuzlaya uzanan yolun tam tersi istikamette; Tuzla Nezuk`tan şehitlere doğru, Potoçari`ye. Yaşanan onca acıya rağmen, farklı coğrafyalardan, binlerce insanla birlikte barışı korumak için yürüyoruz. Marş Mira...
 
Bazen bir fotoğraf karesine uzaktan bakmanın yetmediğini hissedersiniz. Her yıl, 11 Temmuz`da Srebrenitsa`da gördüğümüz, mezar taşlarına sarılan anneler ve onca yılın ardından yeniden kazılan mezarların fotoğraflarına bakarken de aynı şeyi hissediyorduk.  Bosna savaşında, kardeşleri için "biz ne yapabiliriz" diyen, gençlerin derdiyle kurulan bir vakıfta bulunmanın sorumluluğu ve öğretisiyle de düştük yollara.
 
Marş Mira öcesi, Saraybosna`da başkomutan Aliya İzzetbegoviç`in kabrini ziyaret ediyoruz. Vasiyetinde, Bosna şehitleriyle  yanyana yatmak istediğini belirten Aliya`nın kabri, şehrin tepe noktasında Kovaçi mezarlığında bulunuyor. Kabri de başlı başına bir ders Aliya`nın. Yaşanılan soykırımın ardından, "Bizi toprağa gömdüler fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı." diyordu. Aynı söylediği gibi; içinde bulunduğu şehitlik,  toprakta yeni filizlenen tohumları andırıyor adeta.
 
Üç günlük yürüyüşün ilk gününe başlıyoruz. Binlerce insan günün ilk ışıklarıyla beraber uyanmış ve çadırlarını toplayarak hazırlanıyor. Yürüyüşe, Nezuk kampından ilk adımlarımızla beraber, minareden yükselen Bosna ağıdı eşliğinde  binlerce kişinin uzandığı ormanlık alana girerek başlıyoruz. Gördüklerimiz kadar duyduklarımızın da hafızalarımızdan silinmeyeceği, fiziksel ve duygusal bir yolculuğun ilk anları geçiyor böylece. İlk günün rotası bizi bu anlamlı yürüyüşe hazırlıyor gibi. 35 km`lik bir mesafeyi katederken bir çok Boşnak köyünden geçiyoruz. Yürüyüş, ilk olarak bu köylerde anlamlanıyor. Her evin önünde kazanlarla yapılan kahveler, tabak tabak uzattıkları meyveler, hazırladıkları çeşit çeşit yiyeceklerle teşekkürlerini dile getiriyorlar. Bunca acının ardından Avrupa`nın ortasında yalnız olmadıklarını bilerek, acılarına ortak olan binlerce insan yaşanılanları katlanır kılıyordu adeta. Bu hissiyat ilk günden "Onca yolu yürüyebilir miyim, dağları aşabilir miyim?" sorusunu siliyor aklınızdan.
 
"Bir şehri yürümeye başladığınızda o şehirle tanış olursunuz." denilir. Srebrenica`nın acılarına tanış oluyoruz. Tarih okumak gibi değil, hatıraların izlerine dokunurak ğreniyoruz. Bu zamana kadar bildiğimiz tüm kavramları sorgulamaya başlıyoruz. Diller değer kaybediyor, kelimeler ise anlam... Gerçek olan tek bir şeye sarılıyor insanlar, sevgi ve dayanışmaya. Her geçtiğimiz köyde gülümseyerek bekleyen çocuklar, devamlı ikramlarda bulunan Boşnaklarla karşılaşıyoruz.
 
Üç gün sonunda ulaşacağımız toplu mezara varmadan, yürüyüş boyunca toplu mezarların yanından geçiyoruz. Üzerlerinde ilk kemik buluntularından fotoğraflar olan tabelalar, yaşanılanları bizlere anlatıyor. Fiziksel olarak tüm hazırlığımızı yaparak geldiğimiz bu yürüyüşte tek düşüncemiz bu insanlar oluyor. Geçtiğimiz her zorlu yolda; keskin nişancılar arasında, kucaklarında evlatlarıyla aylarca neler yaşadıklarını düşünüyoruz.
 
İlk günün ardından, gece bastıran yağmur ve gök gürültüsü bu düşüncelerimiz artıyor; ekipman olmadan ormanların içinde bu şartlarda nasıl günleri geçirdiklerini anlamaya çalışıyoruz. Böyle bir gecenin ardından tüm bu düşüncelerle, gün ışığının her yeri aydınlattığı bir anda yeniden yürümeye başlıyoruz.
 
Bugün yolumuz zorlu ama iyi ki buradayız. İkinci gün 30 km`lik güzergah içerisinde 900 metre irtifaya çıkacağımız dağ yolu, iki gecedir durmadan yağan yağmur ile birlikte toprak balçığa dönmüştü. Sorguladığımız tüm kavramlar arasındaki gerçekliklere dokunuyorduk. Bu zorlu tırmanışta binlerce insanın birbirine yardımıyla, dağ aşılmış oluyor.
 
10-15 yaşındaki çocuklar bu zorlu yollarda aileleriyle beraber yürüyorlar. Burada babalar çocuklarına, Aliya İzzetbegoviç`in şu sözünü miras bırakıyorlar: "Biz kin gütmeyeceğiz ama asla yapılanları unutmayacağız.".
 
Marş Mira dünyaya verilen barış mesajının, Boşnak halkına gösterilen desteğin ötesinde katılımcılara en iyi tarih ve hayat dersi oluyor. Fiziksel olarak zorlandığımız her an bu dağlar arasına sıkışan insanlar geliyor aklımıza. Anmak için gelmiştik ama her detayını anlatıyordu bu yürüyüş bize; okuduklarımızdan, baktıklarımızdan çok daha fazlasını...
 
Ayaklarımız bunca hazırlağa rağmen yara olmaya, su toplamaya başlıyordu. Ağrıyan yerlerimiz bu yürüyüşü bitirmemizden daha önemli değildi. İlaçlarımızı sürüp, yaralarımızı sararak üçüncü gün yürüyüşüne başlıyorduk. Yürüyüşe başlamadan önce bir önceki yıl ekibimizdeki arkadaşlarımızın ziyaret ettiği, kamp alanının hemen arkasındaki Boşnak teyzenin evine uğruyoruz. Türk bayrağı ile süslediği, dağın başındaki bu evinde yürüyüşe katılanların ihtiyaçlarını karşılama düşüncesiyle kalan teyzemiz, kızıyla beraber ikramlara başlıyor. Selam verip, yürüyüşe başlayacağımızı söylesek de masayı hiç boş bırakmadan ikrama devam ediyorlar. Kızıyla İngilizce olarak anlaşabiliyor, teyzeyle ise devamlı gülüşerek ve sarılarak karşılıklı minnettarlığımızı gösteriyoruz. Muhabbetin en güzelini, kalben sevgimizle yapıyor, bir kez daha orada bulunmanın şükrüne eriyoruz.
 
İki gün, yol boyunca bir çok coğrafyadan insanla tanışmış, yürüyüşe katılma hikayelerini dinlemiş ve bir çok farklı hayata dokunabilmiştik. Duygusal yoğunluğumuzla birlikte fiziksel yorgunluğumuz da bize kendini hissetiriyordu. Yürüyüşe geç başladığımız için, kalabalığın gerisinden yürüyor, yolumuzu kalan ekiplerle beraber buluyorduk. 14 kişilik ekibimizle sıralı bir şekilde yürüyor, birimiz yorulduğunda hepimiz dinleniyorduk.
 
Yine bir dağ yamacında başlayan şiddetli yağmurla beraber yürüyüşümüz yavaşlıyor ve zorlaşıyordu. Ağaçların altında dinleniyor, uzun bir zaman su tankerlerine denk gelmediğimiz için sularımızı ortak kullanıyorduk. Arkadaşlarımızın çoğunun ayakları tamamen yara olmuş ve yürümeye devam edemeyeceği halde acısına katlanarak ilerliyordu. Yaraları artan arkadaşımızın, acıya dayanamadığı bir anda bir kaç evin bulunduğu orman yoldan geçerken, Boşnak bir kardeşimiz derdimizi anlayarak yanımıza geldi. Bildiği Türkçe kelimelerle anlaşmaya çalışıyor, teşekkür ediyorduk. Tükiye`ye geldiğinde görüşmek üzere ayrıldık yanlarından.
 
Artık yolu bitiremeyeceğimizi, katılımcılara yetişemeyeceğimizi düşündüğümüz bir yerde yeniden güzel insanlarla karşılaştık. Bize evini açan Boşnak bir aile, kendisini doğa doktoru olarak tanımlayan bir abla, arkadaşlarımızın ayağındaki yaraları tedavi ediyordu. Etraftan topladığı yapraklar ve telkin edici konuşmasıyla yaraları tedavi ederken, bize doğru yaklaşan kalabalığı görmemizle tükendiğimiz yerden yeniden toparlandık. Birbirimizi hiç bırakmadan devam ettiğimiz yolun, aynı heyecanla sonuna geliyorduk. Kortejin başında 95 yılında soykırımdan kurtulan Boşnaklar yer alırken, arkalarında bir çok coğrafyadan binlerce insan geliyordu. Bu insanların, üç gün boyunca 110 kilometrede, her bir adımları Bosna`nın artık yalnız olmadığını göstermek içindi.
 
Yürüyüşün son düzlüğünde Srebrenica`ya vardığımızda, Potoçari mezarlığının etrafı büyük bir sessizlikle kaplanmıştı. Mezarlığın etrafında, bizleri beyaz tülbentleriyle Srebrenica anneleri ve yıllar önce ailelerini kaybeden Boşnaklar bekliyordu.
Sessizliğin ruhumuzda bıraktığı izleri anlatacak bir ifade bulamıyorum. Bazen tüm kelimeler anlamını yitirir, yalnızca hisleriniz kalır. Bir gün önce duyduklarımızla bu sessizlik daha da büyük hissiyatlar bırakıyordu.
 
Eşlerini, evlatlarını kaybeden, bizleri gördüklerinde hem duygulanan hem de mütebessim bir şekilde karşılayan Srebrenica anneleri; evlatlarını 25 yıl sonra o dağları aşıp, ormanların arasından çıkagelenlerin gözlerinde ararlarmış. Kalabalığın arasından gözgöze geldikleri her gence gülümseyen anneler, kendi evlatları gelmişcesine gözleri dolu ama yüzleri gülerek karşılıyorlar bizleri.
Gözgöze geldiğimiz anneler ile sarılırken biz onlara değil de onlar bize destek oluyor, bizi toparlıyor gibiler. Onca yıla rağmen taptaze anılarıyla ve bitmeyen umutlarıyla çok şey öğretiyor duruşları. 25 yıldır bekledikleri, kaybettikleri yakınları değil; bakışlarıyla derdini anlatacakları, sevdiklerinin yokluğuyla bırakmayacak kardeşleri...
 
Artık yürüyüş bitti, günün ilk ışıkları vuruyor beyaz taşlara.
 
11 Temmuz... 
 
İçinde bulunduğumuz yer devasa büyüklükte bir mezarlık. Herkes aynı yerinde. Mezar taşlarının başında aileler, yeni hazırlanan defin alanları ve büyük bir kalabalık... 
 
Bu kalabalığın içinden geçerken bir fotoğraf karesinin içinde yürüyormuş gibi hissediyorsunuz. Yeni defin edilecek mezarlık başında taziyeleri kabul eden bir anneyle karşılaştığınızda nerede olduğunu anlıyorsunuz.
 
Marş Mira yaşam ve ölüm arasında kalan her şeyi sorguladığımız bir yürüyüş, yolculuk oluyor. Sarıldığınız annelerin gözleri yolda kalmasın diye, daha dönmeden bir sonraki yürüyüşü planladığınız bir yolculuk. Günlerce birlikte yürüdüğünüz, evine misafir olduğunuz, bahçesini ikramlarla dolduran insanlara, sizi gülücükleriyle karşılayan çocuklara verdiğiniz bir söz oluyor.
 
Arkamızda ölüm, bastığımız yerlerde mayın tehlikesi yoktu. Geçtiğimiz yollarda keskin nişancılar bizi gözetlemiyordu. Yürüyüşün sonunda 25 yıldır değişmeyen gerçeğe, geçmeyen acıya ve bitmeyen umuda vardık. En büyük soykırımı unutmamak ve unutturmamak adına tekrar adımlarımızla, duruşumuzla burada bulunmak duasıyla. 


GENÇ'ın Yazısı.