Ayasofya Ve Mimar Sinan
Site Özel
7092 okunma
Ahmed Oğuz Aydın
Kelime anlamı "kutsal bilgelik" olan Ayasofya, günümüzdeki üçüncü Ayasofya`dır. Birinci Ayasofya M.S 330 yılında, ikinci Ayasofya ise M.S 415 yılında açılmıştır. Jeodar incelemelerde Ayasofya’nın zeminin altında ikinci Ayasofya`ya ait birçok yapı kalıntısı olduğu tespit edilmiş, bu kalıntılar sayesinde yaklaşık 1500 yıldır Ayasofya`nın zeminde hemen hemen hiç deformasyon olmamıştır. İkinci Ayasofya`ya ait birçok kalıntı kazılarda çıkarılmış, günümüzde bahçede sergilenmektedir. İlk iki Ayasofya da siyasal nedenlerle gerçekleşen şiddetli isyanlarda yakılmış ve harap edilmiştir.
M.S 532 yılında inşaatına başlanan günümüzdeki üçüncü Ayasofya, İmparator Justinyen tarafından Anthemios ve Isidoros adlarında iki mimar-matematikçiye inşa ettirilmiş, M.S. 537 yılında açılmıştır. Roma mimarisinin nadide bir eseri olan Ayasofya, daha önce başarılamamış bir mimariye sahiptir.Yaklaşık 30 metre çapında, zeminden 55.60 metre yüksekliğinde bir ana kubbe ile iç mekanda büyük bir boşluk ve yükseklik ilk kez tasarlanmıştır. Adeta havada asılı duran bu benzersiz, devasa kubbeyi 4 kemer ile 4 ana taşıyıcı kolon (fil ayak) taşımaktadır.
Kubbenin hafif olması için Rodos Adası`na normalinden on iki kat daha hafif tuğlalar sipariş edilmiş, bu tuğlalar ahşap yapı iskeletinin üzerine dizilerek kubbe inşa edilmiştir.Ortadaki büyük ana kubbeyi batı ve doğu tarafında tamamlayan iki yarım kubbe ile mekan daha da büyütülmüş, ihtişamı ve görkemi ile mimarlıkta zirve noktasına ulaşmıştır. Ayasofya’nın bu kubbe büyüklüğünü geçmek yaklaşık 1000 sene sonra ancak Mimar Sinan’ın hedefi olacaktır.
Ayasofya`yı yaptıran imparator henüz ölmeden çöken kubbe ile başlayan hasarlar onarılmış, 9. ve 10. yüzyılda gerçekleşen depremlerde yapı bir kez daha ağır hasar almıştır. 1204`de gerçekleşen Latin İstilası sırasında da yapıda yağma ve tahribat gerçekleştiği bilinmektedir. 1453’te fetihten sonra Osmanlı, İstanbul gibi Ayasofya`yı da harap olmuş halde bulmuştur. Dönemin tarihçisi Tursun Bey, Ayasofya`yı şöyle anlatır: "Onun rahnesine taş koyacak bir mimar kalmamış, mamur olarak sadece bir kubbesi kalmıştı. Padişah-ı Cihan Fatih Sultan Mehmed Han bu binayı harab ve yebab (yıkık) görünce, ahır harap olmasun deyü tamirini ve bakımını emretti."
Fetihten sonra hızlıca onarılıp camiye dönüştürülen Ayasofya, zaman içerisinde minareler, şadırvan, sebil, medrese, sıbyan mektebi, kütüphane, türbeler, imarethane ve muvakkithane ile bir Osmanlı cami-külliyesi haline gelmiş, Osmanlı`nın bakım ve onarımlarıyla günümüze kadar sağlam bir şekilde ulaşabilmiştir. Oryantalist tarihçi Paul Wittek şöyle diyor: "Ayasofya`nın bu muhteşem kilisenin muhafazasını, asırlar görmüş yapının zamanın tahribatına karşı müdafaasını, sırf Türklerin sahip olduğu teknik maharete ve iktisadi kaynaklara borçlu olduğumuzu itiraf edelim."
Rumeli`den Anadolu`ya, Anadolu`dan Arap Yarımadası`na yaklaşık 365 adet eseriyle 16. yüzyıla damga vuran Mimar Sinan’ın Ayasofya’nın sağlam şekilde günümüze kadar gelmesinde rolü büyüktür. Yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalan Ayasofya’nın esaslı bir şekilde onarılmasını isteyen Sultan II.Selim’in emriyle onarıma başlayan Sinan, yapının çevresindeki binaları, harabeleri temizleyerek işe başlar. Sinan`ın Ayasofya`ya en önemli katkısı ilave ettiği iki minare ve payandalardır. Daha önce Fatih ve Yavuz döneminde inşa edilen iki minare ile kıyaslanmayacak kadar kalın gövdeli inşa ettiği iki minare, yapıyı batı yönünde adeta zemine bağlamıştır. İnşa ettiği camilerde ince ve uzun minareler tasarlayan Sinan, Ayasofya`da daha alçak ve kalın minareler tasarlayarak kalıplaşmış tasarımlardan uzak, her yapı için üzerinde bulunduğu topografyaya göre bir temel yaklaşımına sahip olduğunu ispat etmektedir. Minareler haricinde "payanda" adı verilen duvarların yıkılmaması için karşı güç verecek ek dış duvarlar oluşturarak, ana duvarların esneyip yıkılmasını engellemiştir. Bu payandaları özenle yerleştirerek Ayasofya`nın cephesinde bir bütünlük oluşturmayı da başarmıştır.
Ayasofya`nın 30 metre çapındaki kubbe genişliğini geçmek şöyle dursun taklidini bile kimse deneyememişken yaklaşık 1000 sene sonra bu kubbe genişliğini geçmek Mimar Sinan`ın başlıca hedefi olmuştur. Adım adım Şehzade Cami ve Süleymaniye Cami`nde bu hedefe ulaşmak için denemeler yapan Sinan, ömrünün sonlarında ustalık eserim dediği Selimiye Camii`nde bu hedefini gerçekleştirmek istemiştir. Sinan, Tezkeret-ül Bünyan`da şöyle anlatır: "Ayasofya kubbesi gibi büyük bir kubbe, İslam Devleti’nde yapılmamıştır diye, kafirlerin mimar geçinenleri `Müslümanlara karşı galebemiz vardır.` derlerdi. Yanlış görüşlerince, o kadar büyük bir kubbeyi durdurmak son derece zordu. `Benzerini yapmak mümkün olsa yaparlardı` dedikleri bu zavallının (kendisini kastediyor) yüreğinde ukde olup kalmıştı. … Sözü edilen cami binasında çalışıp çabalayarak, ihsan sahibi Allah`ın yardımıyla, Sultan Selim Han`ın zamanında kudret gösterip bu yüce kubbeyi Ayasofya kubbesinden altı zira (parmak uçlarından dirseğe kadar olan uzunluk birimi) daha yüksek ve çevresini dört zira daha geniş yaptım."
Mimar Sinan, Ayasofya`nın görkemli mimarisini örnek almış, onunla rekabet ederek Şehzade, Süleymaniye ve Selimiye Camileri gibi yüzlerce eseri inşa etmiştir. Bu eserleri bugün dahi hayranlık duyduğumuz, kültürümüzün hazinelerinden olmuştur. Ne Ayasofya olmasa Sinan bu kadar büyük ve güzel camiler yapabilirdi, ne de Sinan olmasaydı Ayasofya bugün ayakta kalabilirdi dersek yanılmış olmayız…
Kaynakça
Sedat Bornovalı, Tarihin En Uzun Şiiri AYASOFYA, Timaş Yayınları (2020)
Yavuz Bahadıroğlu, Mimarideki Osmanlı Mührü Mimar Sinan, Panama Yayıncılık (2016)
Turgut Cansever, Mimar Sinan, Albaraka Türk Yayınları (2005)
Nicole Bridge, Mimarlık 101, Say Yayınları (2019)
GENÇ'ın Yazısı.