Bir Solukta Ayasofya Tarihi
Site Özel
3370 okunma
Mehmet Erturan
“Karanlık hep vardır, çabalayan ışıktır.”
Ayasofya, Ortodoks Hıristiyanlığın merkezi olan Doğu Roma’nın baş şehrinin başkilisesidir. İnşa fikri, Mahmut Toptaş’ın ifadesiyle “İstanbul’u Kudüs’e benzetme düşüncesi” sonrasında alınan karar gereğidir. İmparator Justinyan’ın emriyle yapımına başlanan, Hagia Sophia (Kutsal Bilgelik) adının layık görüldüğü ve on bin işçinin çalıştığı mabet, altı yıllık gayretin ardından büyük bir törenle 537 yılında açılmıştır.
Depremler başta olmak üzere farklı sebeplerle çeşitli dönemlerde ibadete kapanıp bakıma alınan Ayasofya’nın günümüze kadar gelebilmesinin en önemli sebeplerinden biri de Bizans ve Osmanlı dönemlerinde yapılan tamiratlardır. Bizans onarım masraflarıyla her seferinde kendisi ilgilenmiş, fakir düştüğü dönemlerde de halkın yardımına başvurmuştur. Tanzimat döneminde Şeyhülislam Mekkizade Mustafa Asım Efendi’nin mirası, evladı olmadığından vasiyeti üzere Ayasofya’da yapılacak bakım çalışmalarında kullanılması için bağışlanmıştır.
MİNARENİN YERİ FETİHTEN ÖNCE HAZIRDI
1402’de şehre gelen İspanyol elçi Clavijo, Ayasofya’yı harap ve bakımsız gördüğünü aktarır. Evliya Çelebi’nin rivayetine göre fetihten birkaç yıl önce yapılan tamiratta Edirne’den gelen Müslüman bir mimar da bulunmuş ve müstakbel fetihle Ayasofya’ya dikilecek minarenin yerini hazırlamıştır.
Fetihten hemen önceki yıllarda Bizans kamuoyunu meşgul eden en ciddi konulardan biri de mezhep kavgalarıdır. Bizans Tarihi yazarı Dukas’ın naklettiğine göre mezheplerin yani kiliselerin (Katolik-Ortodoks) birleşmesi gerektiğini savunanlarla Ortodokslar arasında sonu aforoza kadar giden tartışmalar yaşanmış, birleşme taraftarlarının elinde olduğu dönemde Ayasofya, Bizanslılar tarafından şeytanların ilticagâhı ve putperestlerin mabedi olarak telakki edilmiştir.
Doç Dr. Said Öztürk’ün ifadesiyle “mezheplerine vatanlarından daha çok bağlı” olan Ortodoks Bizanslıların bakış açısına güzel bir örnek olan “Bizans’ta Müslüman sarığı görmek, Latin külahı görmekten daha iyidir.” şeklindeki tarihi cümle de bu atmosferde söylenmiştir. Bu derecedeki nefretin sebepleri, Latin denilen Katolik Avrupa Haçlılarının 1204 yılında geldikleri İstanbul’u işgal ettikten sonra şehirde yaptıkları talan ve fenalıklarda aranmalıdır. Ayasofya 1204-1261 yılları arasında Katolik Kilisesi olarak kullanılmıştır.
AYASOFYA BİR MEFKÛREDİR!
Dönemin meşhur Osmanlı tarihçisi Tursun Bey’in naklettiğine göre Fatih, şehre girince ilk iş olarak Ayasofya’ya gitmiş ve mabedin harap haline şahit olmuştur. Burada kılınan ilk Cuma namazı sonrasında Sultan Mehmed şehrin yeni imparatoru olmanın yetkisiyle kendi mülkiyetine geçen Ayasofya’yı ilk hayratı olarak (Osmanlı fetih geleneğini de tatbik ederek) camiye dönüştürüp vakfetmiştir. Ömer Lekesiz’in altını çizdiği üzere Ayasofya aynı zamanda bir mefkûredir.
İsmail Hami Danişmend’in ifadesiyle Osmanlılar 1453’te Bizans’ı yıkmış ama İstanbul’u yıkılmaktan kurtarmıştır. Tursun Bey, İstanbul’un artık ‘darül eman’ (güven yurdu) olduğunu söyler. Diğer yandan İstanbul’daki Ayasofya uygulaması, fethedilen her yeni şehirde en büyük kilisenin camiye çevrilmesinin ardından Ayasofya adını alması konusunda örnek olmuş, bu isimlendirme bir geleneğe dönüşmüştür. Türkiye içinde ve dışında mesela Edirne, İznik, Trabzon, Kırklareli, Benefşe, Sofya, Selanik, Ohri gibi yerlerde Ayasofya isimli fetih sembolü camilere rastlamak mümkündür. Hoca Sadeddin Efendi’nin beyanıyla fethi takip eden yıllarda İstanbul’da bulunan yüzden fazla manastır ve kilise, cami ve mescide dönüştürülmüş, birçoğu da medrese yapılmıştır.
AYASOFYA MERİDYENİ
Ayasofya, Osmanlı dönemindeki en yoğun anlarını Ramazan aylarında yaşamış, zirveye ise padişahların da hazır bulunduğu Kadir gecesi ve bayram namazı günlerinde ulaşmıştır. Prof. Dr. Semavi Eyice bu ilgiyi Müslümanların Ayasofya’yı ne derece benimsediklerine örnek olarak gösterir. Astronom Yakup Emre’nin belirttiği üzere Osmanlı, Ayasofya Cami’nden geçen meridyeni başlangıç meridyeni olarak belirlemiş, Müslümanlar da saatlerini buraya göre ayarlamıştır. Başlangıç meridyeni, dünya üzerindeki coğrafi konumunuzu belirlemek için sıfır noktası olarak kabul edilen ilk boylamdır.
Semavi Eyice’nin tespitiyle Ayasofya, Osmanlı devri mimarlarına, kendiliklerinden ulaşmış oldukları bir yapı tipinin ayakta duran bir tatbikat örneği teşkil etmiş ve öğretici bir model görevi yapmıştır. Prof. Dr. Bünyamin Bezci de Selçuklu’nun çokgenli kümbetlerinden sonra kubbeyi Ayasofya’da gördük ve benimsedik diyerek bu yorumu destekler.
İNGİLİZLERİN AYASOFYA PLANI
1920’de İstanbul’u resmen işgal eden İngilizler, Yunanistan’ın isteğiyle Ayasofya’yı çan takıp tekrar kiliseye dönüştürmeyi düşünmüşler ancak Osmanlı kamuoyu ve Hindistan Müslümanlarının tepkisini dikkate alarak vazgeçmişlerdir. Sinan Meydan’ın ifadesiyle dinde Türkçeleştirme çalışmalarının yapıldığı camilerden biri de Ayasofya olmuştur. 1932 yılının Kadir gecesinde ilk kez Türkçe Kur’an, tekbir ve kamet burada okunmuş, program radyolardan canlı yayınlanmıştır.
Ayasofya, 1931’de Amerikan Bizans Enstitüsü kurucusu Prof. Thomas Whittemore’a Bizans dönemi mozaikleri konusunda çalışma yapması için bırakılmış, üç yıl sonra yani 1934’te Bakanlar Kurulu kararı ve Reis-i Cumhur imzasıyla ibadethane özelliğini yitirip Müzeler Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir. Böylece müze vasfıyla kamuya hizmet vermeye başlayıp ibadete kapatılmış, 11 kuruş giriş ücretiyle ziyarete açılmıştır.
Sinan Meydan, Ayasofya’nın bizzat Atatürk tarafından hiçbir baskı altında kalmadan müzeye dönüştürüldüğünü belirterek bu kanaatini şöyle savunur: Atatürk, bütün Anadolu uygarlıklarına (Hitit, Frig, Lidya, İyon) sahip çıkmış, eserlerinin gün yüzüne çıkarılması için kazılar yaptırmış, buluntuları sergilemek maksadıyla etnografya ve arkeoloji müzeleri kurdurmuştur. Atatürk’e göre Ayasofya, insanlığın ortak kültür mirasıdır ve artık Bizans ve Osmanlı Eserleri Müzesi olarak hizmet verecektir.
AYASOFYA PAZARLIĞI
Mustafa Armağan’ın müze kararı değerlendirmesi ise pazarlık ihtimali üzerine kuruludur: 18. yüzyıldan beri Batı’da Ayasofya’nın yeniden kilise yapılması fikri ve çalışmaları başlamış, bu düşünce Osmanlı’nın kaybettiği Balkan savaşları sonrasında iyice alevlenmiş ve İngilizlerin İstanbul’u işgal etmesiyle en sıcak gündem maddelerinden biri haline gelmiştir. Başta Rockfeller olmak üzere bu çalışmaları finanse eden Batı’nın ultra zengin aileleri, Amerikan Bizans Enstitüsü aracılığıyla Atatürk’le irtibata geçmiş ve Ayasofya’nın kilise olmasını, kilise olmayacaksa cami de olmamasını teklif etmiştir.
ABD arşivinden elde edilen bilgilerle Amerika’nın bu konuyu dış işleri bakanlığı düzeyinde takip ettiğini ve görüşmeler ayarladığını belirten Armağan, bu teklifin ne karşılığında yapıldığını henüz bilmediğimizi söyler. Amerika’nın bu kadar işin içinde olmasının sebebi ise konunun İngiltere tarafından ABD’ye havale edilmiş olmasıdır.
Peyami Safa’nın, Büyük Doğu dergisinin 3. sayısında çıkan Ayasofya başlıklı yazısında konu, Haçlıların Bizans özlemi vurgulanarak ele alınır: Ayasofya’nın müze haline getirilmesi, Hıristiyanlığın İstanbul üzerindeki emellerini bertaraf etmemiştir. Bilakis cesaretini artırmış, kışkırtmış ve azdırmıştır.
ANKARA`DA BİR İNGİLİZ KADIN
Murat Bardakçı, 14.06.2020 tarihli “Atatürk, Ayasofya’yı ibadete kapatıp müzeye çevirmeye tâââ 1923’te karar vermişti!” başlıklı yazısındaki iddiayı, Türkiye’ye defalarca gelip gitmiş üstelik Ankara’nın da ‘makbul’ gördüğü Grace Ellison isimli yazar ve onun iki kitabından (Ankara’da Bir İngiliz Kadın, Bugünkü Türkiye) yaptığı alıntılarla ispatlamaya çalışır.
Türkiye kamuoyunda, Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesi tartışmaları en ciddi şekilde, 1967’de İstanbul’a gelen ve Ayasofya’ya giderek dua eden Katoliklerin papası 6. Paul’ün bu açık tahriki karşısında Milli Türk Talebe Birliği mensuplarının Ayasofya müzesinde namaz kılma eylemi ile başlamıştır. Necip Fazıl, Osman Yüksel, Sezai Karakoç gibi topluma mal olmuş nice ismin Ayasofya hakkında verdiği coşkulu konferanslar, kaleme aldığı şiirler ve yazılar mabedin statüsü konusundaki tartışmaları bir özlem noktasında hep diri tutmuştur.
Dursun Gürlek’in ifadesiyle seksen altı yıllık fetret döneminde Ayasofya’yı, minarelerini yıkma teşebbüsü de dâhil, İslami kimliğinden soyutlamak için bazen sinsi, bazen açıkça ne gibi faaliyetlerin yapıldığını anlatmaya kalkışırsak koca bir kitap yazmak gerekir.
Prof. Dr. Bünyamin Bezci’ye göre adını bile değiştirmeye gerek görmeden sahiplendiğimiz Ayasofya, dinin değil devletin egemenlik sorunudur. Bu sebeple Ayasofya’dan vazgeçiş dinden değil, devletten vazgeçiştir. Ayasofya’yı dini bir heyecanla bekleyen ahali de biliyor ki mesele namaz kılmak için geniş bir mekân daha kazanmak değildir. Devletin gönüllü olarak devrettiği egemenlik haklarına yeniden sahip çıkmasıdır.
GENÇ'ın Yazısı.