Kafkas Notları IX - Tarihi Bir Şehir "Şeki"
Site Özel
2433 okunma
Yavuz Yılmaz
Değerli okurlarım, daha önceki sekiz yazımızda bu seyahatin asıl maksadını ve önemini sizlere birçok kez açıkladık. Şimdi biraz daha değinmek isterim. "Kafkas İslam Ordusu’nun İzinde" adlı proje, Uluslararası Genç Derneği tarafından icra edilen bir projeydi. Önemi yüz yıl önce Azerbaycan’da ortaya çıkan bağımsızlık savaşına destek vermekti. Osmanlı devletinin zor günler geçirdiği yıllarda Anadolu’dan kardeş Azerbaycan’a böyle bir yardımın gitmesi son derece büyük bir öneme sahiptir. Bu yardımı Enver Paşa devletin resmi organlarından habersiz yapar ve kardeşi Nuri paşayı görevlendirir. Böylelikle İstanbul’dan yola çıkan Kafkas İslam Ordusu askerleri Anadolu’dan geçerken Bakü’ye kadar hem destek toplamış hem de nice zaferler elde etmişlerdir. Öyle ki ordunun başındaki Nuri Paşa şimdilerde bile Azerbaycan için büyük bir kurtarıcı ve kahramandır. Çünkü onlar o zorlu bağımsızlık günlerinde kardeş kanının daha fazla akmasına müsaade etmeyerek Rus ve Ermeni milislerine karşı canlarını ortaya koyarak, feda ederek savaşmışlardır. Böylelikle Anadolu ve Kafkasya’nın yiğit evlatları sayesinde Azerbaycan belki de yok olmaktan kurtuldu. Bu tarih ve zafer Azerbaycan’ın ilk kurtuluş ve kuruluş müjdecisi oldu. Evet, iki yıl önce o günlerde Azerbaycan’ın yüz yıl önce Kafkas İslam Ordusu tarafından düşman işgalinden kurtarılıp bir cumhuriyet olduğu günlerdi. Bizler de bu yüz yıl önce atalarımızın Bakü’ye kadar zaferler kazanarak gittikleri yolları takip ederek Kafkasya Dağlarının içinden süzülmeye devam ediyorduk ve bugünkü rotamız Şeki şehriydi…
Bir önceki yazımızda Bakü’den ayrıldıktan sonra ziyaret ettiğimiz iki şehirden bahsetmiştik. Bu şehirler: Şamahı ve Gebele idi. Seyahatimiz boyunca tarihi mekânları görme fırsatını sürekli yakalıyor ve tadıyorduk. Ayrıca görüştüğümüz değerli şahsiyetlerle de seferimizin manevi büyüklüğünü ve önemini görebiliyor ve anlayabiliyorduk. Şimdi bu yazımızda geçen anılarımızdan ve bir gecede olsa muhteşem bir konaklama imkânı bulduğumuz Azerbaycan’ın Şeki şehrinden bahsetmeye başlayalım.
Şeki, Azerbaycan’ın kuzeybatısında yer alan, ülkenin önemli turistik şehirlerindendir. Kafkasya’nın büyük sıradağlarının eteklerinde meydana gelmiş oldukça büyük bir kültürel öneme sahip olan tarihi bir şehirdir. Eskiden şehir daha aşağılarda, Kiş Çayı`nın aktığı yerlerde ve kıyısında iken 1772 yılında büyük bir yağmurun beraberinde getirdiği sel sularıyla birlikte yıkılmış ve şimdiki yerine taşınmak zorunda kalmıştır. Daha önce bahsettiğimiz gibi 7. yüzyıldan önce Şamahı ve Gebele şehirleri gibi Şeki de Kafkas Albanyası Krallığı`na bağlı bir şehirdi. Fakat tıpkı Şamahı, Gebele ve civardaki diğer kentlerde olduğu gibi Şeki’de yedinci yüzyıldan itibaren Arapların işgali altına girmiştir. Böylelikle bu bölgenin kaderi olmaya başlayan Arap ve Hazar savaşlarına tanıklık etmekle kalmayıp yıllarca Hazarlar ve Arapların arasında el değiştirdi. 11. yüzyılda sahneye dahil olan Şirvanşahlar o bölgede birçok kenti ele geçirdiği gibi Şeki’yi de ele geçirmişlerdir. Fakat şehir kısa bir süre sonra kurucuları Atabey Şemseddin İldeniz olan İldenizliler tarafından hâkimiyet altına alınmıştır. Daha sonra şehir yine uzun bir süre aynı kişilerin egemenliği altında kalmamış ve bu seferde Gürcü Krallığı tarafından işgal edilmiştir. Şehir bundan sonra da 1551’li yıllarda o sahada önemli bir devlet olmayı başarmış olan Safevi devletine dahil olur. 1578 yılında sahneye Türkler katılır ve Şeki, bu tarihlerde Osmanlı Devletinin egemenliği altına girerek Şeki Sancağının merkezi konumu haline gelir. 1600’lerin başlarında tekrar Safevi devletinin eline geçse de şehir, 1700’lerde tekrar Osmanlı hâkimiyetine girer. Fakat sular bu topraklarda bir türlü durulmaz. 1743 yılında büyük bir isyan başlar. Nadir Şah’ın atadığı yetkili öldürülür. Kısa bir süre sonra Hacı Çelebi’nin başını çektiği isyancılar tarafından Nadir Şah’ta öldürülür ve Şeki Hanlığı kurulur. Şeki Hanlığının varlığı da uzun sürmez. 1805’te Ruslar tarafından işgal edilir. 1930’lu yıllarda Şeki Azerbaycan’ın bir ili olarak şu anki statüsüne kavuşmuştur.
Şeki yukarıda da anlattığımız gibi tarihte önemli olaylara şahit olduğu için bünyesinde bir çok kültürü barındırır ve hâlihazırda da bu farklı kültürlere ev sahipliği yapmış yapmaya da devam etmektedir. Şehir bu kültürel potansiyelinden ötürü 2016 yılında Türk Dünyası kültür başkenti olarak ilan edilir ve aynı zamanda Unesco Dünya Kültür Mirasında olmaya hak kazanmıştır. Şehir merkezindeki önemli yapıları ziyaret ettiğinizde bunu fazlasıyla hak ettiğini de fark etmiş olursunuz. Bizler de bu nadide şehirde bir gece konaklama şansı yakalamıştık. İşte bir gece konakladığımız mekânda tarihi bir öneme sahip olan ve Şeki’nin en önemli yapıları arasında olan Kervansaray olarak bilinen şuanda da konaklama hizmeti veren bir yerdi. Şeki Kervansaray, Şeki’nin günümüze kadar korunmuş olan en iyi yapılarından biridir.
Kervansaraylar tarih boyunca ticaretin gelişmesi adına büyük katkılarda bulunmuş önemli yapılar arasındadırlar. Bir güzergâh boyunca tüccarların kullandığı yolların üzerinde inşa edilen kervansaraylar hem ticaretin gelişmesi hem de tüccarların can ve mal güvenliği için de büyük bir konaklama imkânına sahipti. Mallarıyla birlikte ticaret yollarında dinlenmek ve bazen de sığınacak bir yer olarak kalmaları için güvenli yerler de olan kervansarayların günümüze kadar gelebilmiş birçok örneği vardır. Bunlardan bir tanesi bizlerin Azerbaycan’da konakladığımız Şeki şehrindeydi. Bugüne kadar pek az Kervansaray gördüm, haklarında mimari olarak pek büyük bir bilgiye sahip değildim ama Şeki kervansarayı gerçekten sizlere bir Kervansaray olduğunu kanıtlar niteliğindeki olağanüstü güzellikte ve önemli yapısıyla karşınıza çıkarak bunu kanıtlamak ister gibidir. 18 yüzyılda yapıldığı tahmin edilen Şeki Kervansaray’ı neredeyse 8 bin metrekare alanıyla oldukça büyük bir alanı kapsamaktadır. Odaların bulunduğu bölüm iki katlı olmasına rağmen dışarıdan, sokağa bakan yüzünden yapıya dikkat ettiğinizde bu yüksekliğin üç katına çıktığını görebilirsiniz. Şeki Kervansaray’ı yaklaşık 300 odadan oluşuyor. Bunlardan 200 küsur oda konaklama imkânı sağlarken diğer odalar ise mahzen ve ambar olarak kullanılmaktadır. Mahzen ve ambarlar konaklama imkânı veren odaların hemen altındadır. Bu ambarlara merdivenle inilebilmektedir. Böylelikle malları her an kontrol edebilmektedirler. Bu yüzden ambarları bodrum katı olarak aldığımızda 3 kattan oluşmaktadır. Sokağa bakan kısmı biraz daha yüksektir orası yaklaşık beş katlı bir bina yüksekliğindedir. Kervansaray’ın sokağa bakan en alt kısmında dükkânlar bulunur. Şeki Kervansaray’ı 1988 yılında Kervansaray otel olarak kullanılmaya başlanmıştır. Şeki’ye gittiğinizde muhakkak görmeniz gereken bir yapı. Bir gece konaklayarak sabah uyandığınızda son derece muhteşem bir avlusu ve arka bahçesi bulunan Kervansaray’da doğa ve tarih ile iç içe bir kahvaltı yapma imkânı da bulursunuz.
Tarihler 7 Temmuz saatler ise 22.00 sularındayken bizler Azerbaycan’daki son gecemizi geçirmek üzere Şeki’ye gelmiş bulunmaktaydık. Burada bizler için en büyük sürprizlerden birisi konakladığımız yerin Şeki Kervansaray Otel olmasıydı. Yukarıda anlattığımız gibi büyük tarihi ve mimari güzelliğiyle ziyaretçilerine görsel bir şölen sunan Kervansaray’a gece geldiğimizden dolayı avlusundaki yeşilin ve yapısının renk cümbüşünü göremesek de karanlıkta kalmış olan neredeyse üç asırlık duvarlarına ve odalarına tutulan aydınlatmalar sayesinde bizler yine de yapıya hayran olmaktan kendimizi alıkoyamadık. Sonra bu denli önemli bir tarihi yapıda konaklama imkânı bulduğumuz için de kendimi şanslı hissediyordum. Hanlar döneminden kalma bu kervansarayda geçirdiğimiz bir gece diğer bütün gecelerden daha mutluluk vericiydi. Özellikle sabah uyandığımızda kolonların üzerinde kıvrılan çemberlerden oluşan ve dikdörtgen bir yapı meydana getiren bütün bu yapının ortasında kalan iç avlusundaki bahçe, mermerden su yolu, su yolunun üzerinde iki adım uzunluğunda kurulan küçük köprülerden sonra havuzun tam ortasında inşa edilmiş oturma alanı hem bahçenin hem de Kervansaray’ın tüm güzelliğini gözler önüne sermekteydi. Fakat mermerden yapılmış bu su havuzu ne yazık ki susuzdu ama yine de mükemmel görünüyordu. Ardından sabah kahvaltımızı yapmak üzere kervansarayın arka bahçesine gittik. Burası büyük ağaçlardan oluşan bir koro gibiydi. Bir yaz sabahı böylesine güzel bir yerde kahvaltı yapmak herkesin en güzel anlarından birisi oldu.
Şeki Kervansaray Otel’de yaptığımız kahvaltıdan sonra şehri gezmek ve diğer tarihi yapılarını görmek için çıktığımızda ise etrafımızda tıpkı Karadeniz dağları gibi yemyeşil koca dağlar olduğunu gördük. Bu dağlar sanki ayaklarımızın uçlarına değiyormuş kadar şehre yakındı. Az sonra biraz yürüdüğümüzde taş ve ahşaptan yapılmış olan tarihi yapıları da görünce Şeki’nin bu tarihi merkezinin neden Unesco Dünya Kültür mirasına girdiğini ve 2016 Türk Dünyası kültür Başkenti olduğunu bir kez daha anlayabiliyorduk. Kırk Genç Gönüllü olarak gezdiğimiz bu tarihi sokaklarda şimdi yaya olarak belirlediğimiz rota Şeki Hanlar Sarayı’ydı. Ama oraya gidene dek birçok değerli yapıyla göz göze geliyor, önünde bir hatıra fotoğrafı çekilmekten kendimizi alıkoyamıyorduk. Az sonra Şeki Hanlar Sarayı’na geldiğimizde ise bizi bambaşka bir atmosfer karşılıyordu. Kendimizi adeta 18. yüzyıldaki varlığını hala sürdürmeye çalışan bir yere gelmiş gibi hissediyorduk. Etrafımızdaki her şey bu tarihi atmosfere o kadar uyuyordu ki sanki geçmişe dönmüş gibiydik.
Şeki Hanlar Sarayı’na gelmeden önce bizleri kale duvarlarını anıran surlar karşıladı. Andırıyordu diyorum çünkü bu surlar Anadolu’da gördüğümüz gibi büyük surlar değildi. Küçük taşlarla ve üç-dört metre yüksekliğinde inşa edilmişlerdi. Taşlar genelde küçük olmakla birlikte çoğu kırmızı ya da sarı tuğlalardan oluşmaktaydı. Sonra bu duvarların arasında üç metreden yüksek bir kapıyla karşılaştık. Hanlar Sarayı’na ve çevresindeki diğer tarihi yapıları görmek için bu duvarların ardına ve bu kapıdan geçmemek zorundaydık. Az sonra burasının bu surlarla çevrili bir kale olduğunu anladık. Kalenin içinde bizleri ilk karşılayan yapı Sanatkârlar Evi adlı bir yapıydı. Bu yapı Rus ve Kafkasya ait bir mimari estetikle yine sarı ve kırmızı renkte olan küçük tuğlalardan oluşmaktaydı. Biraz daha yürüdüğümüzde ise bir çiftlik gibi etrafı çiftlerle çevrili olan ve yine tarihi bir yapı olan Han Mescidi ile karşılaştık. Bu yapı fazla büyük olamamakla birlikte ortasında yükselen dairesel bir duvar üzerinde kubbeli bir mimari özelliğe sahipti. Şu anlarda müze olarak kullanılmaktadır.
Nihayetinde saatlerimiz henüz sabahın dokuzuna gelmişken Şeki’nin en önemli yapısı olan Hanlar Saray’ı gelmiş bulunmaktaydık. Şeki hanlarının eski ikamet yerlerinden birisi olan ve yazlık olarak kullanılan bu saray 1762 yılında Hacı Çelebi Han’ın torunu Hüseyin Han tarafından inşa edilmiştir. Bu saray Azerbaycan’da "Şeki Hanlarının Saray"ı ya da "Müştağ Sarayı" olarak anılmaktadır. Müştağ Sarayı olarak anılmasının sebebi Hüseyin Han’ın aynı zamanda bir şair olması ve Müştağ mahlasını kullanmasından dolayıdır. Yazlık saray olarak inşa edilen yapı, 10 metre yüksekliğiyle iki kattan oluşmaktadır. Yaklaşık 30 metre de uzunluğu bulunan sarayın genişliği ise 8 metredir. Şeki Kalesi olarak adlandırılan ve en başta bahsettiğimiz surların çevrelediği alanın içine dâhil olan bu yapı 6 odadan ve bu odalara açılan koridorlardan oluşmaktadır. İkinci katında sağ ve solda iki tane balkon vardır. Bu balkonlar daha önce hiçbir yerde görmediğim bir mimariyle ve aynalı olarak yapılmasıyla dikkatimi çekmişti. Saray’ın avluya bakan kısmında renk renk taşlarla süslenmiş olan ve köşklerde kullanılan tiplerden olan ahşaptan pencereli bir yüzünün olduğunu görmekteydik. Sarayın en güzel ve orijinal hatta UNESCO Dünya Kültür Mirasına eklenmesine de vesile olan şey bu ince işçiliği ve bu kadar yoğun işçilikle birlikte bir tane bile çivinin kullanılmamış olmasıdır.
Şeki Han Sarayı ziyaretinden sonra öğlen saat 13.00 gibi şehir merkezine gelerek öğlen yemeğini yemek üzere bir restoranda geldik. Burada yemekten duyulan memnuniyet ve tok kalmaktan ziyade bir ayrılış havasının burukluğunu yaşıyorduk. Çünkü az sonra bizler Şeki’den yola çıkarak Azerbaycan ve Kafkasya dağlarının içinden süzülerek Gürcistan’a geçmiş olacak ve Azerbaycan’a veda etmiş bulunacaktık. Buz yüzden bizlere refakatçi olan ve Azerbaycan’da bizlere her türlü imkânı sağlamakta olan Azerbaycanlı dostlarımız hepimize birer kalem ve kâğıt vererek ziyaretten duygu, düşünce ve tecrübelerimizi yazmamızı istediler. Bizler de Azerbaycan’daki seyahatimiz boyunca gördüğümüz ilgiyi ve Kafkas İslam Ordusu’nun üzerimizde oluşturduğu derin tesirlerden, Azerbaycan halkının 100 yıl önce bu topraklarda vermiş olduğu özgürlük mücadelesinden, atalarımızın buralara ne hikmet ve amaçla geldiğini anlayarak, anlattık. Biraz sonra herkes en samimi gönül kaleminden mürekkebin değmiş olduğu sayfaları dostlarımıza uzatarak artık ayrılmak için son dakikaları beklemeye başlıyorduk. Nihayetinde yola çıkmıştık ve yaklaşık dört saat süren bir yolculuktan sonra Azerbaycan – Gürcistan sınırına gelmiş bulunmaktaydık. Ben de yazıma burada son vererek gelecek muhtemel son Kafkas Notları yazısıyla görüşmek dileğiyle diyorum, esenlikle kalın…
GENÇ'ın Yazısı.