Aile ile ilgili yazılan yazıların çoğunda "aile toplumun temelidir" ya da "aile toplum için en önemli kurumlardan birisidir" gibi başlangıç cümlelerini sık sık görürüz. Evet, aile gerçekten de öyledir. Ama daha da fazlasıdır. Aile olmak, klasik tanımlarda yer aldığı gibi sadece kan bağının esas alındığı, bir arada yaşama ile meydana gelen bir toplumsal birim değildir benim nezdimde. Aile olmanın esaslarında üyelerin iletişim kurması, birlikte geçirdikleri vakitten keyif almaları, yeni deneyimlere kapı açmaları, zorlukları beraber aşmaları gibi unsurlar da vardır. 

Elbette bizler şu an kan bağı olan çoğu birlikteliğe aile diyoruz. Ama bu nereden baktığımızla alakalı. Mesela birbirinden nefret eden, birbirini görmeye katlanamayan, iki kelam edemeyen bireylere aralarında kan bağı da olsa aile demeye dilim varmıyor benim. Teknik olarak inkar etmemekle birlikte bu nitelendirmenin pek de sağlıklı olmadığını düşünüyorum. 
 
Bu tartışma konusu bir yanda duruversin şimdilik, hepimizin hafızalarında unutulmaz yer edinen pandeminin aile olmaya etkisinden bahsetmek, kendi yorumumla bu konuyu ele almak istiyorum. İş, okul, seyahat, turizm vb. sebeplerle çekirdek ailesinden uzakta olan çoğu kişi, pandemi nedeniyle sanki görünmez bir mıknatıs varmış da ailelerine yapışmışlar izlenimi bıraktı bende. Evlerden çıkmak yasaklandı, tüm aile üyeleri aynı evde toplanmak zorunda kaldı. Halihazırda aynı evde yaşasalar da yalnızca akşamları birkaç saat bir araya gelenlerin ise bu birkaç saati 24 saate çıktı. 24 saati haftalarla, aylarla çarptığımızda da aile ile birlikte geçirilen ciddi bir yeni zamandan bahsettiğimiz daha net anlaşılır herhalde. Hiç olmadığı kadar yakın ve hiç olmadığı kadar birlikte…
 
Birbirine vakit ayırma ve birbirini dinleme konusunda problem yaşayan kişiler bunca zamanın içerisinde kaybolup gittiler. Artık “Bana ayıracak vaktin var mı?” sorusunu sormak yersiz oldu. Çünkü oldukça yüklü zaman açıldı. Pek tabii, açılan bu zamanı ailesine ayırmak yerine evin içerisindeyken dahi dışarıda olmayı tercih edenler de oldu. Bu da onların evlerindeki sokak oluverdi, kaçabildiler, kendilerince. 
 
Gözlemlediğim ve dinlediğim kadarıyla bu birlikteliği bir nimet olarak görenler de var, bir eziyet olarak görenler de... “Aile olmanın keyfine yeni vardık, bu süreç çok kıymetli oldu.” diyen de var, “Bir kapalı cezaevindeyim ve nefes alabileceğim havalandırma saatlerim bile yok!” diyen de... Bu tartışmaların yanında şurası kesin ki esas aile olmayı bu sürçte deneyimledik. İyi veya kötü yanlarıyla birlikte yemek yedik, sohbet ettik, tartıştık, sustuk. Nimet olarak görenlere şükür kapıları, eziyet olarak görenlere ise sabır kapıları arandı. Her iki takdirde de kazancımız olabildi. Tabii, görebilene. 
 
Tüm bunların yanında öğrendiğim kadarıyla boşanma konusu da hayli gündeme gelmiş pandemi sürecinde. Avukatlar boşanma taleplerinin artmasından dem vuruyorlar. Görünen o ki bazı çiftler pandemi vesilesi ile ya yeni tanıdılar birbirlerini ya da bireysel vakitlerinin az kalmasından dolayı çatışma yaşadılar. Ne olursa olsun, boşanma sayılarındaki bu artış bizleri üzdü ve üzmeye de devam ediyor. Bir ailenin yıkılması, eşlerin yeniden yaşam kurması, çocukların bu düzene alışmaları, toplum tarafından her üyenin ayrı ayrı desteklenmesi mümkün olmayabiliyor. Hatta belki eşler pişmanlık hissediyor. Bahsettiğimiz kişiler pandemi süresince aile olmayı başaramadılar maalesef. 
 
Aile olmak; pandemide, hastalıkta, kazada, belada, kıtlıkta, savaşta, doğal afette yani kısacası bir insanın başına gelebilecek herhangi bir şer gibi görünen olayda beraber olabilmek demek. Fotoğraf albümlerimizde mutluluk saçan fotoğraflar biriktirebildiğimiz gibi, hafızalarımızdaki albümlerde de güzel anılar biriktirebilmek demek. Bazen tebessümle, bazen bir gözyaşı ile, bazen gurur ile, bazen ise hüzün ile anabileceğimiz yüzlerce gün biriktirmek demek. Pandemi ya da başka herhangi bir musibetin ailelerimize zarar vermek bir yana nice nimetler katabilmesi dileğiyle…


Gamze Çakır'ın Yazısı.