Ömer Akyüz

İnsanoğlunun dünya düzleminde bulunduğu ilk günden itibaren tarihin akışına etki edecek önemli olaylara şahit olmuş ve dahası bazı topluluklar bu akışın içerisinde başrol oynamıştır. İnsanlık tarihinin seyrini değiştiren olaylar, genellikle helâk olma ve ortadan kalkan topluluğun yerine başka bir insan topluluğunun getirilmesiyle gerçekleşmiştir. Bu olaylar öncesinde insanların sosyal düzen içerisinde başta kendi yaratıcısına ve akabinde kişiler arası ilişkilerin yaratılış gayesinin dışında bir hâl içerisinde ilerlemesinden dolayı tarihte bu olayların meydana gelmesi kaçınılmaz olmuştur.
 
İnsanoğluna belli bir süre ile tayin edilen dünya hayatı ve içerisinde görev ile sorumluluklarının bilincinde olup buna uygun bir yaşam düzeni oluşturmak yerine bazı toplulukların hevâ ve heveslerinin peşine düşerek kendilerine verilen sorumluluk ve görev bilincinden uzaklaşmışlardır. Bunun ardından kendilerini bekleyen ve büyük bir hüsranla neticelenen fevkalade olayların içerisinde bulunmuşlardır.
 
Başta Kur’ân-ı Kerim olmak üzere insanlık tarihinin seyrinde birçok toplumun, öncesinde kendi yaratıcısına itaatsizlik yapması ve gayriahlakî bir yaşam biçimi edinmiş toplulukların helâk olma senaryolarıyla karşılaşıyoruz. 
 
Hz. Adem ile başlayan insanoğlunun dünya serüvenini genel olarak iki kısma ayırabiliriz. Birincisi Hz. Adem’den Hz. Nuh’a kadar, ikincisi ise Hz. Nuh’tan dünyanın sonu olacak kıyamet gününe kadar olan dönem. Kur’ân’a baktığımızda insanoğlunun Hz. Nuh’a kadar olan seyrinden pek söz edilmediğini görürüz. Hz. Nuh’tan sonraki insanoğlunun durumunu Kur’ân, bize açık ve ibretlik bir şekilde helâk olan toplulukların senaryolarını aktarır.
 
Aradan geçen onca zamana binaen geçmişte helâk sebebi olan birçok faktörün günümüzde açık bir şekilde yapılıyor olması bizi kaçınılmaz büyük bir felakete götürdüğü apaçık ortadadır.
 
Günümüz dünyasında gizli ve âşikar günahlar, acımasızlık, vicdansızlık, hırsızlık ve cinayet her yeri sarmış durumda. Fuhuş, zina, cinsel istismar ve tecavüz bu hayatın gerçekleri olmuş vaziyette. Açık bir sapıklık olan eşcinselliği savunan on binlerce kişi, Taksim meydanında  “Buradayız, alışın, gitmiyoruz!” diye haykırdı.
 
Peki, 21. yy’da yaşayan insanların geçmişte ortadan kalkmalarına sebep olan birçok fiili bugün açık bir şekilde ortaya koymalarına rağmen neden hâlâ geçmişte buna benzer bir senaryo ile karşılaşmıyoruz?
 
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ümmetinin helâk olmaması için Allah’a çok yalvardı. Öyle ki bu yalvarmaların en önemlisi de Veda Haccı ve Müzdelife’de oldu. Bizlere bunu Sahabe-i Kiram şöyle aktarıyor: “Ben, Rabbimden, benim ümmetimi helâk etmemesini istedim. Rabbim benim bu duamı kabul buyurdu. Dedi ki:  ‘Onların helâki kendi aralarında olacaktır. Günah işledikleri zaman ben onları birbirine düşürecek ve vurduracağım.’  Ben bunun da kalkmasını diledim; ama Rabbim, bunu kaldırmadı.”  (Müslim, Fiten, 20).
 
Yaşadığımız çağda bizi tedirgin eden bu tehlikenin farkında mıyız? Bunun çözümü için ortaya nefsini ve vaktini koyan birileri var mı? Bunun için neler yapmamız gerekiyor? 
 
Hz. Peygamber, İslamiyet’i yaydığı esnada etrafında her zaman gençler vardı ve bugün de bu çözümün ilk parçaları yine gençler olacaktır. Tıpkı Necip Fazıl’ın işaret ettiği gibi  “Bir gençlik…”  o gençlik ki;  “Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!”  şuurunda bir gençlik. 
 
Çözüm için ilk önce kendimizden başlamalıyız. Değişimi zihnimizde ve duygularımızda hayata geçirmeliyiz. Bizi yoktan var eden ve bu dünya hayatını kendisine ibadet etmemiz için gönderen Allah’ın emir ve yasaklarına harfiyen uymalıyız. İbadet aşığı olmalıyız, Allah’ın kulu olduğumuzu ibadetlerimizle göstermeliyiz. Sadece rükû ve secdede eğilmeli, zâlimlerin karşısında dimdik durmalıyız. 
 
Unutma! 
 
“Çözümde görev almayanlar, problemin bir parçası olurlar.” (Goethe)


GENÇ'ın Yazısı.