Ömer Akyüz

Yaşadığımız çağda, artan ve sürekli gelişim gösteren alanlardan biri de matbaada basılan kitap ve kâğıt ürünü olan basılı materyallerdir. Çok uzak değil, yaklaşık 100 yıl öncesine gittiğimizde evin köşesine kurduğumuz kitaplığa, kitap satın alıp bırakmayı bir kenara bırakalım; okuyacak cinste kitap sayısı sayılı ve o zamanlarda ihtiyaç olan kitap miktarını karşılayamamak gibi büyük bir problemle karşılaşıyoruz. Fakat günümüz dünyasında birçok yayınevi ve kalkan hususî yasaklar dâhilinde matbaadan çıkan kitap ve basılı materyal sayısı günden güne hızla artmıştır. 
 
Bugün, kitap ve basılı materyale ait birçok unsura artık çok basit bir şekilde ulaşabiliyor ve dilediğimiz miktarda, dilediğimiz envai çeşit sayıda kitap alma ve okuma imkânına sahibiz. Ülkemizde hemen hemen her şehirde kütüphane, çalışma salonları, birçok kurumun oturma lobilerindeki küçük kitaplıklar, okullarda bulunan kütüphane, gelişen teknoloji sayesinde erişim sağladığımız internet tabanlı e-kitaplar ve dahası otobüs duraklarında bile küçük bir kitaplığın bulunması; kitap elde etmenin kolaylığı ve rahatlığını ifade etmenin en basit kanıtıdır. Bu meseleye Türkiye özelinden baktığımızda bile kitap ve basılı materyale rahatça ulaşmanın imkânını elde etmiş ve her geçen gün ilerletme durumu içerisindeyiz. 
 
Peki,  birçok yerde sağlanan imkânlar içerisinde artan kitap sayısı ile günümüz kitap okuma kültürü arasında da bir artıştan söz edebilir miyiz?
 
Son yıllarda Türkiye İstatistik Kurumu’nun yaptığı kitap okuma alışkanlıkları detayına göre, günde 6 saat televizyon izleyen ve 3 saat internete giren Türkiye, kitap okumaya sadece 1 dakika ayırıyor. Kitap okumak Türk insanının ihtiyaç listesinde 235. sırada yer alıyor. Araştırmanın devamında ise Türkiye’de her yıl 45-50 bin başlıkta kitap basılıyor. Elektronik ortamda da 4-5 bin kitap yayınlandığına dikkat çekiliyor.Ülkemizde basılan bunca kitap ve kitaplarla buluşmanın rahatlığı içerisinde yaşadığımız bu çağda basılan kitap ile okunan kitap sayısı arasında paralel bir artıştan ne yazık ki söz edemiyoruz.
 
İnsanların kitaplarla kurmuş olduğu ilişkinin çok farklı boyutları var. Kimisi aldığı kitabı kütüphanesinde bulunsun diye, kimisi sevdiği yazarın tüm kitaplarına erişmek için ve kimisi de gerçekten kültürlenmek ve dahası beynin sürekli diri kalıp paslanmaması adına kitabı okumak için alır. Bazen kitap satın alma durumu hastalıklı bir şekilde istifçiliğe de dönüşebiliyor. 
 
“Yunanca 'biblion' (kitap) ve Latince  'mania' (hastalık) sözcüklerinin birleşiminden ortaya çıkan Bibliyomani, aşırı kitap düşkünlüğü olarak tanımlanır. Psikolojide bu durum, kitap toplama ya da biriktirmenin sosyal ilişkilerin ve sağlığın zarar gördüğü bir noktaya kadar ilerlemesini içeren obsesif kompülsif bir bozukluk olarak tanımlanır. Ve bozukluğa yakalanan kişiler, kitabı okumak için satın almaz. Kitabı satın almak, onlar için hastalık derecesinde bir arzudur.” (Wiktionary, bibliyomani)
 
Bibliyomani, aşırı kitap okuma tutkusu değildir. Bibliyomanlar arasında okuma yazma bilmeyenler de vardır. Onlar, kitap delisidirler. Arzuladıkları bir kitabı elde etmek için suç işleyebilecek ölçüde takıntılıdırlar. Derin denizlerde gezinirler. Okumayı aşırı sevenlere ise bibliyofil denir. Bibliyofiller, akarsu balığı gibidirler. Amaç, okumak ve öğrenmektir.
 
Türk edebiyatında da bibliyomani kavramı işlenmiştir. Mustafa Kutlu, Mavi Kuş eserinde, bir otobüs yolculuğunda taşrada doktorluk yapan kitap tutkunu adam, karısı ile boşanmasına sebep olan bu hastalığının anısını paylaşır. Karısı günün birinde,  “Ya kitapların ya ben”  deyip resti çekince, doktor kamyon tutup, kitaplarını yükleyip evden ayrılır.
 
Her şeyin aşırısı hastalıklara neden olur. Her konuda ölçü ve denge vardır. Umarım, bu ölçü ve dengeyi sağlayanlardan oluruz. 


GENÇ'ın Yazısı.