Mevzu edeceğimiz meşhur Balyanlar; dönemin inşaat bilgisi ve siyasi çevresi olan para sahibi ailelerindendir. Ermeni Amira sınıfına mensup bu Balyanlar, tüm cemaati yöneten ve yönlendiren dönemin inşaat sektöründe de kalfalık yapan güçlü bir ailedir.

Geçen sayıda Ayasofya, İstanbul ve Fatih’i konuşmuştuk. O yazının enerjisi beni İstanbul mimarlık tarihinin o mahzun yayına çekti.

Malumunuzdur ya da malum olunacaktır şöyle bir mesele vardır. Tarih taraflı bir gerçeklik ve hikaye anlatımının beraber kurgulandığı birtakım bilgilerden oluşur. Tarihi anlatan hiçbir belge yüzde yüz doğru olamayacağı gibi yüzde yüz de yanlış olamaz.

Mimarlık tarihinde yalan yanlış kurgulanmış doğruluğu pek az, pek çok meseleden birisi de yakın tarihimizdir.

19. yüzyıl ve 20. yüzyıl Osmanlı Türk Tarihi siyaset, sanat, mimarlık, kültür icraları açısından nerdeyse her başlık altında bilgi kirliliği ile harmanlanmıştır ve muazzam bir kurgu ile yazılmıştır. Ve ne gariptir ki bu denli yakın dönem olmasına ve birçok arşiv belgesine rağmen bu kurgu düzeltilerek kendisine gerçeklik kazandıramamıştır ve halen devam etmektedir.

Biz bu mevzu olunan başlıkların mimarlık ve sanat kısımları ile ilgileneceğiz. Bunu hem vicdani bir mesuliyet hissi hem de akademik çalışmaların getirdiği bir ağırlıkla yapıyor olacağız. Konu, pek aşina olduğumuz, Balyan Ailesi. Neredeyse hepimiz bu isimleri duymuşuzdur. Ya bir İstanbul gezisinde rehberler kallavi koca yapıların mimarı olarak bizlere tanıtmıştır ya da biz bir eski eserin künyesinde bakanlık tarafından övgüler yazılmış olarak görmüşüzdür. İstanbul’u inci gibi işleyen bu Ermeni Ailesi diye başlar ve güzellemelerle devam ederler.

Bunlar hep yarım hoca dinden eder düsturu mucibince verilen bilgilerdir.

Lisans eğitimimde mimarlık tarihi dersleri hep ilgimi çekmiştir. Lakin hocaların Roma ve Rönesans’tan öteye gidemeyişlerine ve modernitede noktalanan serüvenlerine ifrit olmuşumdur. Doğudan, İslam Sanatlarından, Beyliklerden, Selçukilerden hatta ve hatta Osmanlılardan dahi pek bahsedilmez. Ekseriyetle Batı sevici, Doğu yerici yobaz derslerdir. Bunun getirdiği bir refleks ile yüksek lisans eğitimi için İslam ve Sanat Tarihini seçtim. Bu lisansüstünde pek çok hoca ve mesele beni tesiri altına aldı. Bu tesirlerden birisi de 19.yüzyıl Osmanlı ve Balyan Ailesi meselesi oldu.

Osmanlı Mimarlık tarihi gerek arşiv belge gerekse de verilen ürünler nezdinde apaçık ortadadır. Hassa Mimarlar Ocağı da belgelerde silsile halinde kayıtlıdır. Lakin bu kirli 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl tarihimiz araştırıldığında Osmanlı son ser mimar ünvanı olan Abdulhalim Efendi’ye atfedilen hiçbir eserin olmadığı ortaya çıkar. Yarım asrı aşkın 54 yıl boyunca Hassa Ocağı’nda aktif mimarlık yapmış Abdülhalim Efendi yazılan yakın tarihimize göre hiç ürün vermemiştir. Oysa ki Osmanlı son baş mimarıdır ve hem geleneksel hem modern eğitim almış donanımlı birisidir.

Mevzu edeceğimiz meşhur Balyanlar ise; dönemin inşaat bilgisi ve siyasi çevresi olan para sahibi ailelerindendir. Ermeni Amira sınıfına mensup bu Balyanlar, tüm cemaati yöneten ve yönlendiren dönemin inşaat sektöründe de kalfalık yapan güçlü bir ailedir.

Bu iki bilgi ve iki figürü buraya bırakıp ara bir not düşelim.

Cumhuriyet, Osmanlı klasik dönemi işleri anlatır ve referans alırken; son yakın dönemi cumhuriyete halel getirmesin, meşruiyeti zedelenmesin diye hep yok saymıştır, çarpıtmıştır ve de ötelemiştir. Uzunca bir süre 19. yüzyıl Osmanlı hayatı, edebiyatı, sanatı hep kötülenmiş ve bilinçli olarak bir boşluk oluşturulmuştur.

İki figür ve bir ara not yazdıktan sonra bir bilgi ilave edelim.

Hassa Mimarlar Ocağı kalkana kadar yapı inşa edilirken Divan-ı Hümayunca varlıklı bir Bina Emini atanır; Ser mimar söyler, o harcardı. Yani devlet bir yapı inşa edeceği zaman Mimarlar Ocağı tasarlar ve kendi bütçesi ile de yapardı. 19. yüzyıl itibariyle bu değişti, Bina Eminliği kalktı ve bugünkü müteahhitlik sistemine benzer ihale ile yapı inşa etme dönemi başladı. Yani devlet yapıyı tasarlatıp ihale ediyordu. Bu ihaleleri genellikle gayrimüslim aileler alıyordu. Çünkü ihaleye girebilecek maddi seviyesi güçlü Müslüman aileler yoktu. Osmanlı’da sermaye birikimi gayrimüslimlerin elindeydi. Bu iktisat ve siyaset tarihinin içerisine de giren önemli bir mevzudur. Fatih Sultan Mehmet dönemi özellikle Çandarlı meselesinden sonra hanedanlığa yönetim alternatif olmasın diye güçlü Türk-Müslüman hanedan istenmemiştir. Şayet palazlanırsa bir aile, malı müsadere eder, el konur ve bir sonraki nesle geçirilmezdi ki alternatif teşkil etmesin. O sebepten Osmanlı’da para küpe saklanırdı. Para ile imanın kimde olduğu belli olmaz lafı da buradan gelmektedir. Tarım toplumu iken bu sorun değildi ama sanayi devrimi ile sermaye ihtiyacı doğunca halen günümüzde de mevcut bir sıkıntı başladı. Borç para Ermeni, Yahudi, Rum gibi gayrimüslim ailelerden alınmaya başlandı. İhaleleri de işte bu zümre alıyordu. İhaleler münakasa ile yani müzayedenin tam tersi olan azaltma şimdiki fiyat kırma şeklinde veriliyordu. Bu aşamaya kadar proje hazırlayan, maket yapan ve ihaleye çıkan kişiye mimar, bu süreçten sonra işi alarak ücreti mukabilinde inşaatını yapana müteahhit denir.

Balyanlar, Abdülaziz döneminde bir milyon altın sermaye ile ‘Şirket-i Nafia-i Osmani’yi ilk resmi inşaat şirketi olarak kurmuşlardır. Balyanlar, siyasi çevre ve imkanları ile sadece Osmanlı’da değil tüm dünyada PR çalışması yapmışlardır. O dönemde sadece sultanda olan fotoğraf makinasına Balyan’lar da sahiptiler mesela ve Alman İmparatoruna, Rus Çarına eserlerin fotoğraflarını yolluyorlardı. Bu uluslararası reklamlarını yaparken isimlerinin önüne bir titr ihtiyacı hissetmişlerdir. Balyanlara bir ferman ile baş mimarlık verildi diye söylenir; bu bilgi yanlıştır. Saraydaki adamları vasıtasıyla bir belge almışlardır. Bu belge bir ferman değil kısa bir padişah iradesidir. Bir makama atama olarak değil, fahri olarak verilmiş bir ünvandır. Günümüzdeki gibi fahri doktora ünvanı verilen kişi o alanda çalışma yapmış beceri sahibi olduğu için değil, semboliktir. Bu fahri ünvandan sonra Sarkis Balyan mühür yaptırmış ve isminin önüne titr olarak Ser mimar yazdırtmıştır. 1850-1855 yılları arası Sarkis Balyan’ın Paris Ecole de Beaux Arts’da mimarlık eğitimi aldığı iddia edilmektedir; bu bilgi de yanlıştır. 1853’te Sultanahmet’te müteahhitliğini yaptığı bir han duvarının çökmesiyle hapse girdiği, kefaretle çıktığı arşiv belgelerinde mevcuttur. Heybeliada Bahriye Mektebi, Kirkor Balyan’a atfedilir, oysa Kırımlı Mahmut Ağa tarafından yapıldığı Hatt-ı Hümayun belgelerinde mevcuttur. Bayezit Yangın Kulesi, Senekerim Balyan’a atfedilir halbuki Abdulhalim Efendi tarafından yapıldığı arşiv belgelerinde mevcuttur. Çırağan Sarayı Balyan’lara atfedilir oysa Abdulhalim Efendi tarafından yapıldığı arşiv belgeleri ile sabittir. Rami Kışlası, Kirkor Balyan’a tek bir belge dahi olmadan atfedilmiştir, oysa mimarının Abdulhalim Efendi olduğu tüm belgelerde geçmektedir. Hırka-i Şerif Camii, Beylerbeyi Sarayı, Göksu Kasrı, Ortaköy Büyük Mecidiye Camii, Sultan 2. Mahmut Türbesi, Dolmabahçe Sarayı, Harbiye Mektebi gibi pek çok dönem yapısının mimarı olarak Balyan Ailesinin fertleri gösterilir. Oysa ki yapıların mimarları Keşfi Evvel Defterlerinde her detay ile mevcutturlar. Yapıların mimarları ekseriyetle dönemin baş mimarı Abdülhalim Efendi olmak üzere Fossati, William James Smith, Nikolaki Kalfa gibi çeşitli kişilerdir.

Bu Balyan meselesinde Türk ve Ermeni milliyetçiliği tartışması hissedilebilir. Bu kesinlikle doğru değildir. Mesele; hakkı sahibine teslim etmektir.

Yıldız Hamidiye Camii’nin mimarı olarak atfedilen Sarkis Balyan o tarihte İstanbul’da dahi değildir mesela. Mimarı Rum Nikolaki Kalfa’dır.

Konu hakkında biraz da magazin bilgi verelim. Sarkis Balyan inşaat malzeme fabrikası yapacağı gerekçesiyle Kuruçeşme Adasını Sultan Abdülmecid’ten istemiştir. Adayı alan Balyan’lar, fabrika değil kendilerine köşk yapmış, adaya yerleşmiş ve ada Balyan Adası olarak anılmaya başlamıştır.

Balyan’ların yaptıkları işler de sorunludur. Taahhütünü yaptıkları yapılarda ücretini alamadıkları gerekçesi ile işçiler dilekçe vermiş ve şikayetçi olmuşlardır. Soruşturma sonrası her inşaatta yolsuzluk yaptıkları sadece Çırağan Sarayı’nda iki yüz bin altın zimmete geçirdikleri anlaşılmıştır. Bunun üzerine Sarkis Balyan Paris’e kaçmıştır. Hasan Fehmi Paşa’nın raporu doğrultusunda tüm mal varlığına el konmuştur.

Tüm bunlar dallı budaklı girift bir meselenin başlangıcıdır. Siyasi boyutları mevcuttur. Yakın tarihimiz 19. yüzyıl 20. yüzyıl çok ezber bozacak bilgilere gebedir. Mimarlık kadar dönemin siyaset tarihi de gerçekliğini kazanmayı beklemektedir. Ermeni Meselesi de Ermeni Rönesansı olarak adlandırılan kimliklerini oluşturdukları bu dönem de tepeden tırnağa kurgudur.

Bu denli yakın tarihin bu denli bilgi kirliliği içerisinde kalmış olması mimarlık ve sanat tarihi akademiyası için bir talihsizliktir. Bilgi mutlaka gün yüzüne çıkar.

Farkındalık sloganıyla yola çıkanlardan karşı masaya bir maden suyu.

Kuruçeşme. Kurgu. Balyanlar. Kuru Balyanlar.

Gelenekten gelen ‘Zaman her şeyin ilacıdır’ düsturu mucibince sanatımızı da siyasetimizi de mimarlığımızı da o kirlilikten arınmış pak görmek duası ile.


Ebubekir Şimşek'ın Yazısı.