Zorluklar ve problemler karşısında pes etmemek, insanın içinde yanan bir ümit ışığına ihtiyacı zaruri kılar. Bu ışığın oluşmasını ve sönmemesini sağlayan da göklerin ve yerin nuru (aydınlatıcısı) olan Allah’tır. Bu itibarla böyle bir inanca sahip olmak ve sahip olduğu bu inancını büyük bir özgüvenle dille ifade ederek “Hayır, daha her şey bitmedi, çaresiz değilim; benim her şeye gücü yeten ve bana çıkış yolları gösterecek olan bir Rabbim var ve O bana yeter” diyebilmek, yeni yeni fırsat ve kurtuluş pencerelerini açabilecek bir anahtardır.

İnsanların ve toplumların hayatında, yaşadıkları birtakım olumsuzluklar karşısında kimi zaman “herhalde yolun sonuna geldik” duyguları oluşur. Başa gelmesi istenmeyen bu hadiseler, kimi zaman hastalıklar, yokluklar ve musibetlerdir; kimi zaman ise savaşlar, depremler, krizler, arazî ve semavî felaketlerdir. Böylesi zamanlarda ümitlerin tükenmeye yüz tuttuğu anlar olur. Hayat kişinin gözünde ve gönlünde kararmaya başlar. Tutunulan ipler bir bir koptukça insan ve toplumda tükeniş emareleri görünür. İşte böylesi zamanlarda “Hayır! Daha bitmedi!” diyebilen insanlardan olabilmek, yüksek bir irade, koca bir yürek ister. Böylesi yürekler, ancak derin ve sarsılmaz bir imanla ortaya çıkar. Kur’an-ı Kerim bize bu konuda yol gösterici misaller sunar:

Mûsa -aleyhisselam- kendi döneminin firavunu ve avanesiyle çetin bir mücadeleye girişmişti. Öncelikle kendilerini en güzel bir üslupla ve delillerle imana davet ettiyse de bu davet, onların kin ve düşmanlığını artırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Kendi konumlarını kaybetme endişesi, onları hakikate karşı cephe almaya sevk etmişti. Neticede firavunun komuta kademesi, Hazret-i Musa ve kavmini yok etme planını devreye sokmuşlardı. Mûsa -aleyhisselam- ise savaşmak yerine bölgeyi terk etmeyi düşünmüş ve gizlice inananlarla birlikte Kızıldeniz’e doğru yola çıkmışlardı. Bu hadiseyi haber alan Firavun ve askerleri peşlerine düşmüş ve tam Kızıldeniz sahilinde onları sıkıştırmışlardı. Önde deniz, arkada düşman. Bu sahne Kur’an’da şöyle anlatılır:

“İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ’nın adamları, “İşte yakalandık!” dediler. Mûsâ:

“Hayır asla! Rabbim şüphesiz benimle beraberdir; bana bir çıkış yolu gösterecektir” dedi.

Bunun üzerine Mûsâ’ya,

“Asân ile denize vur!” diye vahyettik. Deniz derhal yarıldı, her parça koca bir dağ gibi oldu. Ötekilerini de oraya getirdik. Mûsâ ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardıktan sonra ötekilerini suda boğduk. Bu (kıssada), şüphesiz, (bütün insanlar için) bir ders vardır; velev ki onlardan çoğu inanmasa da. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak güçlüdür, engin merhamet sahibidir.” (Şuara 61-67)

Çaresizlik halet-i rûhiyesi içinde insanın iç dünyasında beliren “Benim Rabbim var ve O bana mutlaka bir çıkış yolu gösterecektir” şuurunu dile getirip söyleyebilmek, ilahi yardımın kapısını açan en önemli sırlardan biridir. Ancak böylesi bir cümle elbette kavi bir iman neticesinde söylenebilecektir.

Benzer bir hadise de asr-ı saadette yaşanan şu olayda ortaya çıkar:

Uhud’da Müslümanlar bir mağlubiyet yaşamışlardı. Savaş sonrası Kureyş ordusu kumandanı Ebû Süfyân, Revhâ denilen yerde bulunduğu sırada Müslümanların üzerine tekrar saldırıp onları imha etmek için plan hazırlarken, Müslümanların kalabalık bir kuvvet halinde Hamrâülesed ismi verilen mahalle geldiklerini haber alınca, planından vazgeçti. Bu esnada oradan geçmekte olan bir kervanın adamlarına, “Muhammed’e rastlarsanız ona, kendilerini toptan yok edeceğimizi söyleyiniz” diyerek psikolojik savaş yöntemiyle Müslümanları korkutmak istedi. Bu söz Hz. Peygamber’le birlikte Müslümanlara ulaştığında onlar, “Hasbünallahü ve ni‘me’l-vekîl” (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir) dediler. İşte bu olay üzerine şu âyet-i kerimeler indirildi:

“Birtakım insanlar o müminlere, “İnsanlar size karşı asker toplamışlar, onlardan korkun” dediler de bu, onların imanlarını arttırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Allah’ın lütuf ve keremiyle kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler, Allah’ın rızasına da uymuş oldular. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Âl-i İmrân 173-174)

Buhari’nin rivayetine göre ateşe atıldığı gün bu sözü Hz. İbrahim de söylemişti de o da Nemrud’un ateşinden selametle kurtulmuştu. (Buhârî, “Tefsîr”, 3/13)

Kavi iman, görünüşte imkansız gibi görünen nice problemlerin çözümünde Rabbimizin yeni yollar açmasına vesile olur. İbrahim Hakkı Erzurumi bu hakikati Tefvizname diye bilinen hikmetli şiirinde şöyle ifade eder:

Nâçâr kalıcak yerde

Nâgâh açar ol perde

Dermân eder ol derde

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

İmtihan dünyasında muvaffakiyetler, sabır ve sebat üzerine bina edilmiştir. Sabır ve sebat ise imanla/inançla doğru orantılıdır. Diğer taraftan zorluklar ve problemler karşısında pes etmemek, insanın içinde yanan bir ümit ışığına ihtiyacı zaruri kılar. Bu ışığın oluşmasını ve sönmemesini sağlayan da göklerin ve yerin nuru (aydınlatıcısı) olan Allah’tır. Bu itibarla böyle bir inanca sahip olmak ve sahip olduğu bu inancını büyük bir özgüvenle dille ifade ederek “Hayır, daha her şey bitmedi, çaresiz değilim; benim her şeye gücü yeten ve bana çıkış yolları gösterecek olan bir Rabbim var ve O bana yeter” diyebilmek, yeni yeni fırsat ve kurtuluş pencerelerini açabilecek bir anahtardır. Öyleyse fert, aile ve toplum olarak karşılaştığımız tehlikeler ve musibetler karşısında çarelerin bittiği kanaati hiçbir zaman içimizi karartmamalıdır. Zahiri tedbirleri en güzel bir şekilde aldıktan sonra, çaresizlik girdabına kapılmayı hatırımıza dahi getirmeden Rabbimize olan güvenimizi, imanımızı hem hatırlamalı ve hem de bu imanı ifade edebilecek özgüvene ve cesarete sahip olabilmeliyiz. Zât-ı uluhiyetine böylesine bir imanla güvenip tevekkül edenlere de Rabbimiz elbette yetecek ve problemlerinin çözümünde nice yollar ilham edecektir.


Adem Ergül 'ın Yazısı.