Zamanda Adaletin Adı: Hicrî Takvim
Site Özel
3003 okunma
Mehmet Erturan
Kur’an’da insanın en güzel şekilde, kıvamda yaratıldığını beyan etmek maksadıyla "Ahsen-i Takvîm" tabiri kullanılır (Tin, 4). Zamanın, bir olay başlangıç kabul edilerek sıralanmasına "takvim" denilmiştir. Tıpkı Ahsen-i Takvim ifadesindeki insana kıvam, değer verme durumunda olduğu gibi takvim sistemi de zamana değer, sayı, ölçü verebilmenin adıdır ve eski çağlardan beri toplumlar tarafından geliştirilerek kullanılagelmiştir.
Zaman soyut bir kavramdır ve gece-gündüz, gün, hafta, ay, mevsim, yıllardan oluşur. Prof. Dr. Neşet Çağatay’a göre insan yoksa zamana da gerek yoktur. Bu yüzden ayda veya başka bir gezegende canlı yaşamı olmadığı için zaman algısı da bulunmaz.
Ay ve güneş, zamanı ölçebilmenin nesnel araçlarıdır. Dünya ve insanlık için pek çok faydası olan ay ve güneşten, vakitleri bilme ve hesaplama konusunda da istifade edilmiştir. Medeniyetler, bu araçların gündüz ve gece hareketlerini ölçü alarak ve kendince önemli kabul ettikleri bir olayın tarihini başlangıç bilerek cetvel diyebileceğimiz takvim sistemlerini kurmuşlardır.
Museviler yaradılış günü kabul ettikleri tarihi (MÖ 3760), Yunanlılar olimpiyatların ilk kez düzenlendiği tarihi (MÖ 776), Romalılar Roma imparatorluğunun kuruluşunu (MÖ 753), Hıristiyanlar Hz. İsa’nın doğumunu (Milat yani 0 tarihini), biz Müslümanlar ise Hicret’i (MS 622) tarihimizin başlangıç noktası olarak kabul ederiz.
Belgin Tezcan Aksu’nun ifadesiyle İslam topraklarında takvim hazırlanmasındaki esas amaç; namaz vakitlerinin, hac, zekât, iddet ve Ramazan orucu dönemlerinin Müslümanlara sağlıklı bir şekilde ilan edilmesidir.
Cahiliye Döneminde Takvim Anlayışı
Cahiliye döneminde insanlar, Kureyş’in atalarından olan Kusay b. Kilab’ın ölüm tarihini (MÖ 480) başlangıç kabul ettikleri kameri yani ay yılına dayalı bir takvim kullanıyordu. Geceleri yol bulup yön tayin edebilmek için yıldızlardan yararlanıyorlardı. Peygamberimiz aleyhisselam`ın buyurduğu üzere; Allah, hilalleri insanlar için vakit ölçüsü kılmıştı. Ayın hilal şeklinde görülmesiyle (rü’yet) önceki ay bitiyor, yeni bir ay başlıyordu. Mesudi’den öğrendiğimize göre İslam öncesi dönemde de senenin ilk ayı Muharrem’di.
Dr. Kasım Şulul’un altını çizdiği şekliyle dönemin cahiliye toplumu, göçebeler denen "bedeviler" ve "şehirliler" şeklinde iki ana gruptan oluşurken bu grupların takvimleri için başlangıç kabul ettikleri tarihi olaylar farklılık gösterebiliyordu. Bedeviler savaş, hastalık ve felaketlerle daha çok muhatap olduklarından onların tarih başlangıçları sıklıkla değişiyordu. Taberi’den öğrendiğimize göre her kabilenin kendisi için önemli gördüğü farklı tarihleri takvimleri için başlangıç kabul ettikleri de oluyordu. Muhammed Hamidullah’a göre bunun en büyük ve ortak nedeni; siyasi birlikten yoksun olmalarıydı.
Hz. Ömer (r.a.) dönemine (634-644) kadar gelen bu düzensiz takvim uygulamaları, İslam devletinin de büyümesi ve milletlerarası münasebetlerde gittikçe kendini göstermesiyle yerini başlangıcı tek ve sistemli bir devlet takviminin artık belirlenmesi ihtiyacına bırakmıştı.
Yazışmalarda tarih verme zaruretinin ve yaşanan bazı anlaşmazlıkların bir çözüm gerektirdiği gündemiyle toplanan ve sahabenin ileri gelenlerinden oluşan devlet şurasında yapılan istişareler sonucunda mevcut kameri takvimde bazı düzenlemeler yapılmış ve dünya tarihi için bir dönüm noktası olan Hicret, milat kabul edilerek "Hicrî Takvim" adıyla meşhur olan takvim uygulaması Hicret’in 17. yılında oy birliğiyle kabul edilmiştir.
Hicret ve Alternatif Milat Tarihleri
Taberi’de yer alan rivayetlerden öğrendiğimize göre İslam tarihi takviminin başlangıcı konusunda Hicret’le birlikte dört farklı tarih, alternatif olarak sunulmuş ve müzakere edilmiştir. Bunlar: Hz. Peygamberin doğumu, bi’seti, hicreti ve vefatıdır.
"Kafiyeci" namıyla meşhur Osmanlı âliminin belirttiği üzere Hicret’in milat kabul edilmesi şıklar arasındaki en uygun tercihtir. Çünkü İslam toplumu hicretle istikametini bulmuş, fetihler art arda gerçekleşmiş, davet önündeki engeller tek tek ortadan kaldırılmış, heyetler İslam’ı kabul etmek için Medine’ye akın etmiş, iktidar, güç, otorite, devlet gibi nimetler Müslümanların artık yurt ve İslam devletine ilk başkent edindikleri Medine’de birer birer elde edilmiştir.
Hicret’in tarih ve toplumdaki yerinin ve öneminin ne demek olduğunun daha net kavranabilmesi için Prof. Dr. Ahmet Önkal’ın işaret ettiği bir noktaya göz atmak, bu olayın neden milat kabul edildiğini hiçbir soru işaretine yer bırakmayacak şekilde ortaya koyacaktır:
Hicret Etmek Farzdı
Müminler için hicretin ilk yıllarında Medine’ye göç edip Peygamber Efendimizin ve İslam toplumunun yanında yer almaları ve hayata artık burada devam etmeleri bir zorunluluktu ve bu doğrudan imanla ilgili bir mesele olarak görülüyordu. Çünkü zulümden kurtulmanın, İslamî hükümlerini öğrenme fırsatı bulmanın ve Müslümanları güçlendirmenin yolu buydu. Nisa suresi 97. ayette, hicret emrine uymayanlar şiddetle kınanmış, sonlarının korkunç olacağı açıklanmıştır.
Peygamberimiz (s.a.v.), kendisine biat etmeye gelenlerden hicret şartıyla biat almış, hicret ettikten sonra tekrar Mekke’ye dönüp yerleşen ve orada vefat eden Sad b. Havle için üzülmüştür. Ulema, naslar karşısında bu dönem için Medine’ye hicret etmenin farz, oradan ayrılmanınsa haram olduğu görüşüne varmışlardır. Ancak hicrete güç yetiremeyecek olanlar ve zulüm görmeyenler istisna tutulmuş, Mekke’nin fethiyle de farz durumu herkes için ortadan kaldırılmıştır.
Prof. Dr. Ahmet Özel’in tespitiyle hicret birçok ayette cihadla birlikte anılmış ve İslam’a bağlılığın işaretlerinden sayılmıştır. Medine; ilk Darülislam olmuş ve Darülhicre ve Darülmuhacirîn olarak da anılmıştır. Ashabın fazilet ve derecelerini anlatan eserlerde ilk sıra muhacirlere verilmiş, Peygamber aleyhisselam da muhacir olmaktan duyduğu memnuniyeti gizlememiş, beyan etmiştir.
Hicretle birlikte İslam tarihi Mekke ve Medine dönemi olmak üzere ikiye ayrılmış, sureler Mekki ve Medeni olarak gruplandırılmıştır. Bu ayrımlar bile Müslümanların kendileri için kullanacakları takvimde başlangıç noktası olarak hicreti kabul etmelerinin ne kadar isabetli bir tercih ve önemli bir atıf olduğunun delillerindendir.
Takvimle Adaleti Sağlama Gayreti
Dr. Kasım Şulul’un değerlendirmesine göre Tevbe Suresi 37. ayette, kameri sisteme dayalı esaslardan oluşan bir takvim sistemi ortaya konulmaktadır. Böylece adına ‘Nesî’ denilen ve en basit ifadeyle “kameri takvimle oynayıp (haram aylar dâhil) ayların yerini değiştirerek dini uygulamaları güneş takvimine uydurmak, ekonomik sebeplerle ibadetleri yılın aynı günlerine sabitlemek” demek olan cahiliye devri uygulaması yasaklanmış ve bu âdet “zulüm ve küfürde ileri gitmek” olarak açıklanmıştır. Şulul’a göre İslam’ın güneş yerine kameri takvimi ilanı, bunun dini maksatlar için daha uygun olmasından ve "adaleti sağlamak" istemesindendir.
Aynı değerlendirme Seyyid Hüseyin Nasr’da da görülür: İslam, mensuplarının dünyanın farklı coğrafyalarında yaşadığı cihanşümul bir dindir. Dünyanın çeşitli yerlerinde gündüz ve gece süreleri ve iklim şartları ciddi farklılıklar göstermektedir. Eğer ibadetler kameri yıla göre her yıl gün değiştirerek yaşanması şeklinde değil de güneş yılına göre her yıl aynı mevsim ve günlerde sabit bırakılsaydı bu "muazzam bir adaletsizlik" olacaktı.
Zira bazı Müslümanlar orucu her yıl uzun günlerde tutmak zorunda kalacak ve diğer Müslümanlara göre hep zorluk çekecekti. Bu şartlar ilahi adalete ters düşerdi. Kur’an bu tavrıyla, dünyanın her yerine yayılacak olan ümmetin gelecekteki durumunu dikkate almış, imanın, doğduğu toprakların çok ötesine taşınacağını mucizevî bir şekilde hesaba katmıştır.
Hicri takvime göre günler, güneş takvimi içerisinde her yıl yer değiştirmekte, bir tarihte kışa gelen aylar, yıllar sonra yaz mevsimine isabet edebilmektedir. Hicri takvimde bir yıl 355 gündür ve miladi takvime göre aylar her sene 10 gün önceden gelmektedir.
Selçuklular, Osmanlılar gibi cihan devletleri tarafından yüzyıllar boyunca kullanılan ancak Türkiye’de 1 Ocak 1926’da kullanımdan kaldırılan Hicri takvime, ilgili kurumlar ve Müslüman halk tarafından dini günlerin belirlenmesi ve ibadetlerin sıhhatli yapılabilmesi hususunda hala başvurulmaktadır. Hicrî takvim bugün İran, Pakistan, Afganistan, Suudi Arabistan vb. gibi İslam ülkeleri tarafından resmi olarak kullanılmaya devam etmektedir.
GENÇ'ın Yazısı.