Asrın Ortasından Bir Eser: Malabadi Köprüsü
Site Özel
2622 okunma
Feyza Nur Sezer
Diyarbakır yolumuzun güzergâhı, dikkatimizi bir an teğet geçerek kendiliğinden rotasını oluşturmuştu. Yeni rota oluşturuluyor ve biz yanından geçeceklerimize değil tekrar bizi ana yola kavuşturmasını ümit ettiğimiz tali yola şüpheyle karışık dahil olmuştuk. Böyle durumlarda yolculuk biraz ikircikli bir hâl alır, kaybolmanın bile eminliği vardır ama ara yollardan bir türlü çıkamamak kaybolmak da değildir. Artık beyhude dalışlar ve yolun güzelliğinden ziyade dikkat kesilmemiz gereken bir hususta arkadaşlarımızla müttefiktik; tekrardan ana yola girmek gayesi.
Doğu’nun esmeri katranlaştıran güneşinden yolun mavi tabelaları dahi silikleşerek nasibini almıştı elbet. Rota oluşturaladursun, tabelaların yazısı zor okunadursun derken yolumuzun sağında ve neredeyse altında kalan taş bir köprü dikkatimizi çekti. Altından da berrak bir su akıyordu üstelik. Neredenmiş, nasılmış diye ilk defa tanıştığımız insanlara sorduğumuz soruları yapılara da sorduğumuzu o an fark etmiştim. Yapıtların yaşları ise insanlara nazarla asırla başlıyor ve insanlar gibi çok yer değiştirneyi sevmeyip, doğduğu yerin mukimi oluyorlardı. Nerede olduğunun cevabı içinde bizatihi bulunuyor, nasıl kısmı için gözlerimiz ve adımlarımız köprüye hizalanıyordu.
İsmiyle henüz tanışmamıştım ki önüne aracımızı çektiğimiz kulübeden yükselen türkü sesleri: "Malabadi Köprüsü, Malabadi Köprüsü orda başladı bitti şu garibin öyküsü..." diye karşımızda öylece bize bakan harikulade köprünün tarihine ve de hikayesine götürüyordu bizi. Yanlışlıkla girilen yolların insanları sarp sapa dağlara çıkarıp başlarına nice haller getirdiği hikayeler pek mevcuttur. Bunun yanında bazı yanlış gözüken virajlardan geri dönememenin de, insanları nasıl hanlara çıkardığı ve muhteşem yapıtlara misafir ettiğinin anısını da arşive müsadenizle ekleyelim.
Asurlar döneminde kurulan şehir, çeşitli milletlere yuva olmuş, bazen işgal görmüş bazen gelip geçenleri köprüsünde ağırlamış. Halife Ömer’in de adımını bıraktığı şehir sırayla Mervaniler, Artuklular, Selçuklular nihayetinde Osmanlı`nın bir vilayeti olmuştur. Köprünün inşası Artukoğulları dönemine tekabül etmektedir. Köprünün üzerine çelikten bir levhayla çakılmış çiçekli neshi hat levhasından yola çıkarak, köprünün Timurtaş bin İl-Gazi bin Artuk tarafından 1147 yılında inşa edildiği söylenebilir.
Alışık olduğumuz üzere köprü tanımı bir yerin karşı noktasına yolumuzu daha kısa mesafede almamızı sağlayan düzlemdeki geçiş unsuruyken, Malabadi Köprüsü için bu tanım çok kısır kalacaktır. Batman Çayı üzerinde bir ayağı kaya sathı üzerinde olan, üç yönlü manevrasıyla varolan köprü karşıdan karşıya geçmenin de, öylece durmanın da harikulade bir tanımı diyebilirim. Kayanın bir sanata hizmet edişi bu sefer yalnızca kesme taştan ibaret kalmamış, bizzat köprünün gelip yaslandığı sağlam bir yapı unsuru vazifesini almış. Eski ismiyle Miyafarkin’in çayı asırlarca kah durularak kah baharda kayaların dahi üzerlerinden boy vererek akmaya devam etmiştir.
A.Gabriel’in tanımında köprüyü kaleye benzettiği geçmektedir. Haksız da sayılmaz ki halk arasında bilinen tabirle: "Top atsan yıkılmaz dediklerinin" hakkını verircesine sağlam bir yapı. Renkli taşları ve taş diziminin ustalığına ikindi güneşinin sıcak rengi eklendiğinde apayrı bir şölen ortaya çıkıyor. Sivri kemerinin açıklığıyla ün salmış olan fakat ününe bizim daha yeni mazhar olduğumuz köprü yakından da hayret verici bir genişliğe sahipti. Evliya Çelebi, bu köprünün altına Ayasofya’nın kubbesinin rahatlıkla girebileceğini eklemiştir. Yine dönemin şartlarına nazaran mühendislerin bu işçilikte ve statik olarak sağlam bir köprü inşa etmesi hakkındaki taltiflerine de rastlamaktayız.
Dönemdeki kervansaray kültüründen ileri gelse gerek, köprünün sol yanından inilen ve bizzat içerisine ihtiyaçgâhlarıyla birlikte iki oda eklenmiş. Batman tarafındaki günümüze ulaşabilen oda, yüksek tavanlı ve tuğladan inşa edilmiş. Pencereleri haylice büyük, bakışımın uzandığı son noktaya değin menderesler çizerek buralara gelmiş Batman Çayı bizi karşılıyor.
Bu bakışı rahatsız eden ve hemen yanında bitmiş olan karayolu köprüsünün Malabadi’nin girişi ve duruşunu dahi örselemesi ise apayrı bir konu. Bu ülkede yaşayanların artık sıkça yaşadığı bir durum bu; örselenmek. Yürüdüğümüz yollardan, geçtiğimiz köprülere, yaşadığımız mahallelerden bütünü oluşturan şehre kadar gözümüzün baktığı yerlerde ne yolun kıyısında kaim olabilmişiz, ne şehrimizde siluet diye bir dert sahibi olabilmişiz. Yeniye ve moderne merakımızla paralel olan geçmişe hürmetsizliğimizle kumdan kaleler kuruyoruz. Silsile sayılırken bize denk gelindiğinde "hürmetsizlikler dönemi" diye anılabiliriz yıllar sonra. İnsana, doğaya, binaya, baniye, köprüye, ahşaba, Batman Çayı’na, Miyarfakin’e ve daha nicesine.
Yakın kadrajdan dahil olup sevdiğimiz mekanların drone ile çekilmesi artık hiç de sevimli gelmiyor. Kıyısından köşesinden izliyoruz, biraz açılınca yanında karayolu köprüsü tüm tadınızı kaçırabiliyor. Sonra bölge halkının çok aşina olduğu bir garibin öyküsünü dinliyorsunuz tekrar tekrar başa saran ve size hikayeyi anlatan türküden. Çocukların bile aşina olduğu, dillerinde yarım yamalak anlatabildiği köprünün hikayesine eğilip kulak veriyorsunuz, her zamanki gibi kulaktan kulağa yayılan öyküye her neslin kattığı bir eklenti olmuş olabilir diye düşünüyorsunuz. Diğer taraftan da bizim neslin, imarın, mimarın eklentisinin destanlara konu olan bu güzelim köprünün yanına betondan bir karayolu eklemek zorunluluğunu hangi kulak, yasa ve tasarım kabulune sığdıralım diye düşünüyoruz, düşünmekteyiz.
GENÇ'ın Yazısı.