Ömer Akyüz

Bir yerlere veya somut bazı şeylere aidiyet hissi kazanmak için kullandığımız “-cı, -çı, -cılık, -çılık”  gibi ekler çoğu zaman sonuna geldiği kelimeye, bugünün dünyasında insanlara daha sert, sığ ve radikal bir yönde konuşmasını ve hareket etmesini sağlıyor. Ve en kötüsü de zamana yenilmiş ve insana fıtrî olarak verilen hayat mekanizmasınaters düşebilecek murdar ideolojilerin de yolunu sonuna dek açıyor. İşte asıl kopuş tam da burada başlıyor.
 
Şimdi ise asıl kelimemiz olan “ırk” kelimesine gelelim. Şunun iyi bilinmesi gerekir ki hiç kimse anne ve babasını seçemediği gibi ırkını ve milliyetini de seçemez. Demek ki burada insanın kendi iradesi dışındaı rk ve milletler ortaya çıkıyor ve yine aynı şekilde insanın iradesi dışında her bir insan farklı ırk ve milliyetlere mensup bir şekilde dünyaya geliyor.  
 
Irk kelimesini farklı milletlere sahip olan insan çeşitliliğini ortaya koymak için kullanırız. Her bir insan, dünyaya farklı milliyetlere ait ırklar ile geliyor ve aynı zamanda kendisinin iradesi dışında verilen ırklar ile birlikte hayatına devam ediyor. Dünyada farklı milliyet ve ırkların olmasının nedenine gelince ise Allah (c.c.) bizlere, “Ey insanlar, sizi, bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz, takvada en ileri olanınızdır.” (49/Hucurât, 13) diyerek, aslında "ırk" kavgası yaptığımız bugünün dünyasında kavmiyetçilik üzerine en güzel cevabı alıyoruz. 
 
Bir düşünün; tüm insanlar aynı ırk ve aynı milliyetten olsaydı, dünyamız bugün nasıl bir hâl içerisinde olurdu? Farklılıkları zenginlik olarak aldığımız vakit, hayatın bize sunduğu ve bizim de hayattan kazanmak istediklerimizi çok daha rahat bir şekilde görme ve bunlara ulaşma fırsatı yakalarız.
 
İnsanların yüz tiplerini, sosyal hayatta işledikleri fiiller sayesinde ortaya koyabiliyoruz. İyi karaktere sahip, dünyada sorumluluklarının bilincinde olan ve kendi ideal benliğine kavuşan insanlarda, tüm insanlığı kuşatıcı ve birleştirici tutuma sahip bir “ideal tip” ile karşılaşırız. Fakat bu durumun tam tersi olan, yani ömrü hayatında dünyaya ve kendisine bir anlam yükleyemeyen insanlarda ise insanın fıtrî olan olayından saparak daha da çirkinleşen bir tipoloji ile karşılaşırız, buna “insanlığın çirkinleşen yüzü” ifadesini uygun buluyoruz. İşte  ırkların bize vermiş olduğu güzellikleri görmeyip, ırkıçı insanlarda meydana gelen, dahası bu durum bir akıl yoksunluğu ve aklın işlevsizleştiği bir ân ile ortaya çıktığı için insanlığın bu çirkin yüzüne "ırkçılık" adını veriyoruz. 
 
Gelin, sizinle bu durumu evren üzerinden daha somut bir şekilde ele alıp göremediğimiz güzellikleri görmek için kendimize şöyle bir fırsat tanıyalım; gözlerinizi bir süreliğine kapatın ve açmayın. Düşünün şimdi, Türkiye topraklarındayız, yerin deniz seviyesinden başlayıp gökyüzüne doğru yol aldığınızı hayal edin. Bu yolculuğu biraz hızlandıralım, şimdi tamamen dünyadan uzaklaştık ve karşımızda sadece mavi gezegen dediğimiz Dünya var ve bir göz merceği kadar büyüklükte karşımızda duruyor. Asıl üzerinde tefekkür etmemiz gereken nokta tam da burası işte. Karşımızda duran dünyada sınır, renk, ırk, dil, din ve coğrafya dediğimiz bütün farklılıkları şu anda göremiyoruz. Bu manzarada şâhit olduğumuz tek şey, farklılıklarımızın bizi biz yaptığıdır. İnsanlığın ulaşabileceği en üst zihin seviyesidir bu; Türk, Arap, Kürt, İngiliz, Çinli, Ermeni değil. İnsanız biz, insan!
 
Bizler farklı dinlere, farklı dillere ve farklı renklere sahip olsak bile hepimiz tek bir insan ırkına aitiz. Ne mutlu insanım diyebilene!


GENÇ'ın Yazısı.