Sabah namazını kılıp daha güneş doğmadan açarım dükkanımı. Ustam bunun bereket sebebi olduğunu söylemişti. "Akşamın kazancından hayırlıdır sabahın kazancı" derdi. Sıcacık somun ekmeği kokusunu ciğerlerime çektiğimde işin besmelesi tamamdır. Bu koku ruhuma şifa olur. Kasanın yanındaki yazı tahtasına ilk çubuğu her sabah ben çekerim. Askıdaki ilk ekmek hiç şaşmaz hep benden olur. Seviyorum işimi. Ustamdan hem işi hem hayatı öğrendim. Yaptığım işi kutsal bilirim. İnsanların sofralarındaki paylaşmanın adıdır benim için ekmek. Fırınların ve bakkalların benim gözümde diğer bütün dükkanlardan farkı vardır. Daha aileden daha sıcaktır sanki. Çoğu insanın annesi babası olmadan gittiği ilk yer ya bir bakkal ya da bir fırın değil midir sonuçta?

Dükkanın konumunun pek merkezi bir yerde olmamasından ötürü gün içerisinde dükkana uğrayanların büyük çoğunluğu tanıdık simalar olur. Mahallenin fakirini de tanırım zenginini de. Garibanı dükkana adım attığı anda onu mahcup etmemek adına hemen ekmeğini hazır eder, nazikçe uzatır, iyi dileklerde bulunur, onları incitmemeye özen gösteririm. Yazı tahtasından sayı düşmeyi bile onlar dükkandan çıktıktan sonra yaparım. Yardımlaşmanın, kardeş olmanın merkezidir benim için bu küçük dükkan.
 
----
 
Yatsı namazına az bir zaman kalmış dükkana girip çıkanların sayısı da azalmıştı. Günün son ekmeklerini kasadan çıkarıp raflara dizdiğim sırada iri cüsseli kirli sakallı ellili yaşlarda bir adam kapıda belirdi. Kasaya doğru yaklaşırken önce ceketini daha sonrada kravatını düzeltti. Sağ elinde tuttuğu daha önce hiç görmediğim banknotu bana doğru uzattı. “Bu parayla kaç ekmek alınır?” dedi. Belli etmemeye çalışsam da üslubundan dolayı bozulmuştum. Uzattığı parayı alıp şöyle bir inceledim. Üzerindeki 5 rakamından başka ne yazısından bir şey anladım nede resmi bulunan kadını tanıyabildim. “Kusura bakmayın, sadece Türk Lirası ile satış yapıyoruz.” dedim. 
 
Adam üslubunu hiç değiştirmeden üst perdeden konuşmasına devam etti. “Bu gördüğün parayla otuz kırk ekmek alırım ben senden. İngiliz parasıdır bu. Pound derler. Şuan dünya üzerinde tedavülde olan en eski para birimidir Pound. Bizim değersiz paramız gibi değildir. Üstündekide İngiliz kraliçesi II. Elizabeth. Asil bir soy. Kraliyet ailesini araştırmanı tavsiye ederim. Oğlum İngiltere’de çalışıyor. O gönderdi. Acınası halimize oralardan bakıp vah ediyor. Her şeyimiz gibi paramız da değersiz bizim. İnsan ne diyeceğini bilemiyor gerçekten. Güzel evladım gitti de kendini kurtardı. Al şu parayı bir yırt bakalım.” Utanmasam etrafta kamera arayacaktım. “Abi benimle maytap mı geçiyorsun madem değerli neden yırtmamı istiyorsun?” Türk filmlerinde görmeye alışkın olduğum alaycı bir ifadeyle gülümsedi. “Yırtılmıyor da ondan. Adamlar öyle bir para yapmış ki ne yaparsan yap yırtamıyorsun.” 
 
O gözlerimin önünde tuhaf şekillere girerek parayı yırtmaya çalıştıkça ben gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Biraz uğraştan sonra kendini toparladı, ciddi bir ifadeye büründü. “Neyse, neyse sen bana iki ekmek ver şuradan” dedi. Ekmeği alıp uzaklaşırken bir yandan uzattığım para üstünü ceketinin cebine attı. Çok değerli parasını ise intizam ile katladı ve cüzdanına yerleştirdi. O dükkandan çıkarken her akşam olduğu gibi Emine teyze içeriye girdi. Daha kasaya varmadan ekmeğini hazırlayıp sıcak bir tebessüm eşliğinde teslim ettim, sessiz sedasız ayrıldı dükkandan. Gökten üç elma değil askıdan üç ekmek düştü fakirin sofrasına ve yine cüzdana sığan zenginlik fayda sağlamadı, ne fakire ne de cüzdan sahibine…


Ender Ekim'ın Yazısı.