Aliye Nur Arapoğlu

15 yaşıma gelip de bir otobüs durağında beklerken ancak soluklanabildim. Hayatımı ancak o zaman düşünme fırsatım oldu. Yorulmuştum, çok yorulmuştum. Yıllar geçip durmuştu beni çiğneyerek, bana çarpa çarpa hiç durmaksızın, bir şelale gibi çağlayarak. Sonra durmuştu. Evet, durmuştu. Şimdi bir an büfe yanındaki durakta otururken, yanımdan bir kağıt toplayıcısı geçerken durmuştu. Sırtında yükü ile geçmişti karalara bulanmış çocuk ve yer onun adımından mı, yükünden mi bilmem, titremişti.
 
İşte buradayım, zamanın durduğu bu durakta. Gördün mü? Merhaba yaşamak. Şimdi hayatım serili önümde ben de karşısındayım. Çok kez çarptın bana. Hiç fark etmedin mi? Fark etmedin evet. Ama belki zaman zaman gözünü kaldırıp baktığın oldu. Çok fazla siluete büründün hayat, hangi surette saklısın bulamadım ben de. Fakat hissettim, hissetmem mi canım böyle yanarken? Hissederim, hissettim. Karşılıyorum seni. Oturup dinlenmek istedim biraz sadece. Sen akacaksın durdurak bilmeden, bende sana kapılıp gideceğim. Az sonra devam edeceğim, biraz sonra bir şeyim kalmayacak. Bana verdiğin o anlık soluklanmadan titreyerek çıksam da toparlayacağım. Ne senin halin bana uydu hayat, ne de benim halim sana. Hüzün benim içerime yavaş yavaş inerken, büsbütün bir yalnızlığın ortasında bulurken kendimi, suretim eskitirken aynaları sen bana umarsızdın hayat. Önce sandım ki bana soluklanmak için verdiğin bir molaydı bu. Ama sonra seyyah olup dolaşan ruhumu bir anda elime verdin. Al, dedin. Bu senin. 
 
Ne yapayım dedim. Alıp gideyim onu. Namaza gideyim. Kıbleye saf bağlayayım. Sonra niyet edeyim. Ve celle senâük’ü unutmayayım. Cenaze duası bilmem, Fatiha okuyayım. Sonra namazı bitirip babamı gömeyim. Üstüne toprak atayım. Küreği toprağa bir vurup  bir çukura  atayım. İmam helallik istesin. 3 kez "Helal olsun..." diyeyim.
 
Helal olsun. Helal olsun. Helal olsun.
 
Başkaları da desin, demezse azap çeksin. 
 
Helal olmasın.
 
Bize çektirdiği azabın aynısını o çeksin.
 
Sonra onu anlatan bir şiiri toprağına iliştireyim. Kağıt o toprak içinde çürüsün. Onun bedeni kağıda karışsın, kağıt toprağa. Toprak bilsin ne yaşandıysa. 15 yıl her akşam “Kimim lan ben? Kimim!” diye bağıran adama cevabım olsun. Babamsın sen. Beşer, şaşar, bir doğup sonra ölen, varken yok olan. Babam. Bir sevdiğim ama sonra nefret ettiğim. Babamsın sen. Ben oğlunum, sen babamsın.
 
Çığırtkan bir karganın ağzındaki 
ekmeğin peşine düşen bir adamdı 
babam;
yaşamın ritminin ölü ölü ellerinden 
dökülen kişisiydi 
alaca bir akşamın bir vaktinde 
nakış nakış gömleğime işlenen,
tüm zamanların kirli bir çalgısı 
pek hoş olmayan her konuşmanın 
sözcüsüydü babam;
yaz yağmurlarının kurşuni bir rengi,
bekleyişlerin buğulu camlarından bakıp 
bulamadığınız bir adam
Tüm azgın toplumların katili bir adamdı 
Tüm azgın kişilerin lideri bir adam 

Nasıl olurdu yaşamak, öğretirdi babam
Nasıl kusulur saçları enseye toplayarak 
Nasıl kusulur hayatın içinden aldığın tüm içinler
Onun için, bunun için, şunun için
Öğreten kişiydi babam; eller nasıl temizlenir yaşamaktan 

Tüm zalimlerdi babam; tüm zalimleri doğuran
yüz çocuklu bir adam
bir çöplüğün içindeki bir barakada karın doyuran
Ve söküp alan içindeki zamanı,
bir iğne ve iplikle kendine nakışlayan bir adam
Her aşkı doğuran senin için
Ve öldüren için için,
senin için
 
Merhaba yaşamak. Şimdi babamın hayatı serili önümde ben de karşısındayım. Çok kez vurdurdun onu bize. Hiç fark etmedin mi? Fark etmedin evet. Ama belki zaman zaman gözünü kaldırıp baktığın oldu. Çok fazla siluete büründü babam, hangi surette saklı bulamadım bende. Fakat hissettim canımı yakışını. Beni yakışını, kül edişini.
 
Toy bir oğlan, pek küçük, ensesi kirli bir insan
Yorgun argın ölerek geçtiği coğrafyalardan
dizleri yırtılarak dönmüş bir adamdı
Bir insan, pâyidar
Kasvetli bir sokağın başında oturan bir cellad
Sağır bir adam, dilsiz bir yaşam
 
Tüm kavgaların onda vuku bulduğu
anlaşılmaz bir bilmeceydi
Tutacak olduğun kalemi kıracak gibi keskin gözlü,
ürpertici bir heyula
Gidip gelmeyecek olan bir trenin
son yolcusu bir adamdı babam;
sessizliğe balta vuran
bir gürültüyle çağıldayıp insanı yerinden eden,
yayı çıkmış bir çekyata uykular seren
huzursuz bir adamdı
 
Korku salan tüm sinmiş gecelerde
gecelerce ürkerek ağlayan yakışıksız bir adam
Kokuya ve evlatlarına yabancı biriydi babam;
Yaylaların en tepesinde
kurdun bulamayacağı yerlerde
çocuklarını otlatan
zalim bir adamdı, ismet bir insan
Gözyaşları cemre olup baharı getiren
Toprağı çürüten bir adamdı babam;
Çatlamış bir dudağın yarasıydı
Kış gibi üşüten, soğuk, ketum bir adam
 
 
Sen bana umarsızdın hayat. Önce sandım ki bana soluklanmak için verdiğin bir molaydı bu. Ama sonra seyyah olup dolaşan ruhumu bir anda elime verdin. Al, dedin. Bu senin.
 
İnanamadım. İnanmak istemedim. Kollarımda cansız bir şekilde yatanın ben olduğuma kendimi inandırmak istemedim. Onu temizlemek istedim. Yıkadım ve bir çamaşır askısına astım. Mevsimler geçirdi o askıda. Kurumadı. Kuruması yılları aldı. Ve sonunda bir çöl kadar kuruydu.
 
Merhaba yaşamak. Bitti artık. 5 yıl sonra aynı yerde. Daha çok başındayken seyyah olup dolaşan ruhumu bir anda elime verdin. Al, dedin. Bu senin. 
 
Ne yapayım, dedim. Bir şey yapamazsın, dedin. Erken, dedim. Değil, dedin. Vakit geldi, zaman doldu dedin. 
 
Çöldüm, bitmiştim, anlamı yoktu yaşamanın. Kaza olmuştu, kazara olmuştu. 
 
3 kez helallik verilsin. Azap çekilmesin.
 
“Allah rahmetiyle mağfiret eylesin.”
 
Beşerdi şaşardı babam
Sorulurdu 
Baban yok  mu?
Babam hiç yok, hiç olmadı.


GENÇ'ın Yazısı.