Ahmed Oğuz Aydın

1040’da günümüzde Türkmenistan’ın Merv şehri yakınlarında Türkler tarafından kurulan Selçuklu Devleti, hızlı şekilde büyüyerek yalnızca on beş yıl sonra Bağdat, otuz bir yıl sonra Anadolu, 1080’lerde ise bugünkü Orta Asya, İran, Kafkasya, Anadolu, Irak, Suriye, Filistin, Mekke, Medine ve Yemen’e kadar çok geniş bir coğrafyaya hâkim olmuştur.
 
1071’de Selçukluların Sultan Alp Arslan liderliğinde gerçekleştirdiği Malazgirt Muharebesi’nde Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nu yenmesiyle birlikte Anadolu’ya kitleler halinde gerçekleşen göçler hızlanmıştır. 13.yüzyılın başlarında Selçuklular ve diğer birçok Türk beyi, Anadolu’da artık istikrarlı ve tamamen hâkim duruma geldiğinde bir Türk-İslam medeniyetinin inşasına başlamıştır. Özellikle başkent Konya artık mimarlar ve zanaatkarlar için sanatsal bir üretim merkezi idi. İbn Haldun’un "Medeniyetin ilkesi, binadır" dediği gibi Anadolu’da inşa edilen sanatsal değeri çok yüksek camiler, medreseler, türbeler, kümbetler ve kervansaraylar gibi onlarca bina ile aslında bir medeniyet de inşa edilmiştir.
 
Anadolu, Orta Asya’da 1220’lerde başlayan Moğol istilası ile bir uç bölgesi olduğu için Orta Asya, İran ve Suriye gibi birçok yerden işinin ehli zanaatkarlar ve alimler için sığınılacak bir bölge olmuştur.  Farklı coğrafyalardan gelen zanaatkarların farklı becerileri ve üslupları, yerel ustaların bilgi ve becerileriyle birleşmesi sonucunda Anadolu’da yeni teknikler ve tasarımlar doğmuştur. Bu kültürel akışkanlık yapılarda farklı kültürlerden izler barındırıp geliştirdiği için yapıların sanatsal değerini ve kıymetini arttırarak önem kazandırır. O dönem yapılan yapıların birçoğu yaklaşık sekiz yüz sene ayakta kalmayı başararak günümüze ulaşabilmiştir.
 
Selçuklu yapıları genel olarak içeriden kubbe örülmesine rağmen dışarıdan konik çatılıdır. Bu konik (köşeli çadır) kubbede kabartma işleri bulunabileceği gibi Mevlâna Türbesi’nin meşhur yeşil kubbesi gibi dilimli veya çini kaplı da olabilir. Yapıların bina içlerini çiniyle kaplayıp süslemek ve taç kapı adı verilen yapıların ön yüzündeki anıtsal kapıyı taş işçiliği ile süsleyip bezemek karakteristik bir özelliktir. Konya’daki Alâeddin Cami ve Karatay Medresesi, Sivas ve Erzurum’daki Çifte Minareli Medreseler de bilinen örnekler olsa da dönemin en bilinen ve en eşsiz örneği Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası’dır.
 
Divriği Ulu Cami 1228-29`da Selçuklulara bağlı Mengücekli Beyi Ahmed Şah tarafından, camiye bitişik olan Darüşşifa (Hastane) ise Ahmed Şah’ın eşi Turan Melek tarafından Ahlatlı Muğis oğlu Hürrem Şah adlı bir mimara yaptırılmıştır. İran’dan gelen birçok ustanın da inşasında görev yaptığı bilinen yapının taç kapılarındaki taş işçiliği benzersizdir. Duvardan fırlayan, neredeyse üç boyutlu,uzaktan bakıldığında simetrik olduğu düşünülen fakat özünde asimetrik olan bezemelerde yer alan on binlerce motifin hiçbirinin bir daha kendini tekrar etmemesi yapıyı farklı ve özgün kılar. 
 
Caminin 1240-41`de yapılan minberi de eşsiz bir ahşap işçiliği örneği olup, çok sert ve sağlam olan Abanoz ağacından, Tiflisli Ahmed adında bir zanaatkar tarafından yapılmıştır. 16 sütunlu, 23 tonoz ve 2 kubbe ile örtülü olan yapının taç kapıları dahice, ince bir hesaplama sonucunda tasarlanmıştır. Yılın farklı zamanlarında gerçekleşen, Cennet Kapı`da oluşan gölge ile namaz kılan kadın silüeti, şah Kapısı`nda Ahmed Şah`ın başını temsil ettiğine inanılan gölge, Batı tarafındaki kapıda ise önce Kuran okuyan, namaz saati yaklaştığında ise ellerini bağlayarak kıyamda duran bir erkek gölgesi belirmektedir. Bu ışık ve gölge oyununun sırrı günümüzde bile tam olarak çözülememiştir.
 
En güzeli gerçekleştirmeyi kendine görev edinmiş medeniyetimizin 13.yüzyılda ne düzeyde eserler yapabildiğini ortaya koyan yapı, Orta Çağ mimarlığının taş işçiliğindeki en güzel örneklerinden biridir. Mimar Doğan Kuban’ın Selimiye Cami ile birlikte Türkiye’nin iki büyük baş yapıtından biri olarak nitelendirdiği yapı, 1985 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren Türkiye’deki ilk yapıdır. 17.yüzyılda camiyi ziyaret eden Evliya Çelebi, yapıyı en iyi şekilde şöyle anlatmıştır: "Üstad, mermer bu camiye öyle emek sarf edip, kapı ve duvarları öyle nakış bukalemun eylemiş ki, methinde diller kısır, kalem kırıktır."
 
Kaynakça
 
-Zahir Güvemli, Sanat Tarihi, Varlık Yayınları (1968)
 
-Doğan Kuban, Divriği Mucizesi, Yapı Kredi Yayınları (2003)
 
-Patricia Blessing, Moğol Fethinden Sonra Anadolu’nun Yeniden İnşası, Koç Üniversitesi Yayınları (2018)


GENÇ'ın Yazısı.