Ethem Hocam, iman etmek iradeye taalluk eder ama tamamen irade eseridir denebilir mi? Yani iman etmeyenle eden arasında irade kullanımı açısından ne gibi bir kıyaslama yapılabilir sizce?

Kurân’a göre iman irade ötesi iradeyle ilgili bir keyfiyettir. Hidayet tamamen mevhibe-i ilahidir, meşiet-i rabbanidir. Kasas Sûresi 56. ayet diyor ki: İnneke lâ tehdî men ahbebte velâkinna (A)llâhe yehdî men yeşâ(u)(c) vehuve a’lemu bilmuhtedîn(e) Yani: “Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O, doğru yola gelecekleri daha iyi bilir.”

Kulun içinde Allah hidayet ışığını yakmışsa, kul artık o iradeye spontane bir oluş gereği tâbi olarak kendiliğinden ram olur, teslim olur. İbrahim Jan Farah diye Iraklı bir Hristiyan bizde doktora yapmıştı. Fakire şunu söylemişti: “Kalbim anlık hissediyor, ama aklımın o hissi kavraması zaman alıyor. İnşallah Müslüman olacağım. Ailem sert bir Katolik olmasına ve beni reddedeceğini bilmeme rağmen.”

Lakin bu sözlerinize binaen “iman etmek nasibimde yoksa ben ne yapayım” diye itirazda bulunabilir birileri sanki. Yani hidayet kulun iradesine hiç taalluk etmiyorsa bir ateisti, bir deisti iknaya çok da uğraşmamak lazım, Allah nasip ederse olur, etmezse olmaz diye düşünürse bir kişi?

İman eden Allah’ın ezelî kader yazılımında iman etmişti. İradesinin rolü sadece göstermelik zahiri bir enstantane idi. Kafirin iman etmeme iradesi de ayni kader rüzgârıyla şekillenmişti. Hidayet niye birine ışık olarak yanarken, diğerine yanmadı? Kader sorgulanamaz, sorgulamak Allah’ı sorgulamaktır. Enbiya Suresi 23. ayette şöyle buyruluyor: Lâ yus-elu ‘ammâ yef’alu vehum yus-elûn(e) Yani: “Allah, yaptığından sorumlu olmaz; kullar ise sorumlu olurlar.”

Sonuç: Hidayet nasip işidir, irade işi değildir. Anlıktır, ruhun bir anda aydınlanmasıdır. İrade ettiği halde Allah nasip etmediği için mümin olamayan pek çok insan var şu alemde.

Girift bir mesele o zaman hocam. Öz olarak, insan iradesini hayra da şerre de kullanabilir, lakin iman etme açısından irade de yaya kalıyor, devreye aklı aşan bir boyut giriyor. İman o zaman aklın ve iradenin daima ötesinde bir nurdur diyebilir miyiz? Ve iman için bir illet, ipucu, yol yordam yok mudur idrak sahasında anlaşılabilecek?

İman, aşk, hidayet ve kader Allah’ın kuantum kara kutusudur, akıl ermez, anlatılamaz sırlar yumağıdır. Peygamberlere düşen imanı düzgün bir biçimde anlatmaktır, hidayet Allah’a kalmıştır. Bu durumda seferden sorumluyuz ama zaferden sorumlu değiliz. Ahiret sorgulamamızda kafiri niye mümin yapamadığımızdan sorumlu tutulmayacağız ama tebliğden sorgulanacağız. Fethedilen yerlerin ahalisi bu sırra binaen kılıç zoruyla değil, anlatım ve temsil güzelliğiyle Müslüman yapılmıştır. Osmanlı 485 sene hâkim olduğu Balkanlardan çekilirken nüfusun %60’ı Hristiyan’dı, yani kimse zorla Müslüman yapılmadı, hidayet Allah’a bırakıldı.

Bir de şunu ekleyeyim: Kulun iradesi mutlak değildir. Mutlak irade harekete geçirmedikçe mukayyet ve sınırlı kul iradesi harekete geçmez şu ayete göre: Vemâ teşâûne illâ en yeşâa(A)llâhu rabbu-l’âlemîn(e) Yani: Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. (Tekvîr, 29)

Lakin kulun iradesine göre azap ya da mükafat, tam düğüm bir bakıma hocam.

Kehf Sûresi’nde bahsi geçen Hızır, semavat boyutunda olduğu için kader sırrını biliyordu, Hz. Musa ise bilmiyordu. Gemiyi delip, günahsız çocuğu öldüren Hızır’a hemen itiraz etmişti Hz. Musa. Sonrasında çocuğu öldürdüğünde de öyle olmuştu. Gemiyi delmesi ve çocuğun katli aklın alabileceği bir şey mi? Elbette değil. Senin soruların ve sorgulamaların, bu bakımından Hz. Musa perspektifinden oluyor farkındaysan. ;-)

Gençlerin soruları bunlar hocam, biraz da onlar adına dile getiriyorum. :)

İnsan yaratılışı itibarıyla çok sınırlı, kısıtlı bir zaman ve mekân hapishanesinde mahkum olarak varlık kategorisinde yerini alıyor. Allah’ın sınırsızlığı karşısında, Hızır’ını bulamayan sınırlı akıllar hep bu tür sorgulamalarla deizme veya ateizme kayıyorlar maalesef. İnsan zamansız ve mekânsız boyuta ulaşırsa -ki bu ölmeden önce ölmektir- işte o zaman kader sırrı açılıyor.

Süleymanım! Ne zamandan beri huzurlu namaz kılmaya başladım biliyor musun? Herkes seccadesini cennette sermiş orada namaz kılıyor. Orası çok kalabalık. Baktım gördüm ki Mennan zikrinin çekildiği cehennemin dibi bomboş. Kalabalık ve patırtı gürültü yok orada. Sükûnet var, sessizlik var, yokluk var. İşte seccademi o yokluk bölgesine serip namazımı orada kılıyorum. Ateş, orada Hz. İbrahim’inki gibi gül bahçesi oluyor. Tevhidin özü orada.


GENÇ'ın Yazısı.