Sevgili gençler, geçtiğimiz ayın Genç Dergisi, başından beri ona emek veren çok değerli bir ismin şu fani dünyadan ayrılmış halde hazırlandı. Ben de yakinen tanıdığım bu değerli ismi, yazmaya dair aziz hatırasıyla burada anmak istedim. Anlayışla karşılayacağınızı ümit ediyorum.

Kırk yıldır yazıyor ve otuz sekiz yıldır editörlükle iştigal ediyorum. Faraza bir gün bana ‘yazmak’la ‘editörlük’ arasında bir tercih yapmam gerektiği söylense ve ikisinden birini seçmeye mecbur bırakılsam, yazmayı çok sevsem bile, tereddütsüz editörlüğe devam ederim.

Neden?

Çünkü yazmak eğer O’nun yoluna hizmet ediyorsa, çok değerli bir çaba da olsa, yazarak insan sadece kendi fikrini ve kendi emeğini parlatmış oluyor. İnsan ne vakte kadar yazar olarak kalabilir ki? Ancak ölünceye kadar. Ama editörlük şu fani dünyada ölümlü insanın emeğinin o öldükten sonra da hayat bulmasını sağlıyor. Artık yazamıyor olsa da yazmasına vesile oldukları sebebiyle, kişinin amel defteri öldükten sonra da açık kalıyor.

Bir akşam üstü bir dosttan ‘Doğru mu bu?’ hayreti ve şaşkınlığı içinde sevgili kardeşim Asım Gültekin’in beklenmedik ölüm haberini aldığımda ruhumu teselli namına dünyama taşınan ilk düşünceler de yine buna dair oldu.

Kendisiyle tanıştığımız ilk zamanı hatırlamıyorum. Yirmi yıl değilse bile, on beş yılı aşkın bir zaman önce. On yıl kadar önce, Türkiye Yazarlar Birliği’nin İstanbul Şubesi’nin yönetiminde yaklaşık üç yıl beraberce emek verdik ayrıca. İlk tanıdığım zamanlardan bir akşamüstü Üsküdar’ın ara sokaklarından birinde son gördüğüm vakte kadar, hep ‘yazmak’tan çok ‘yazdırma’ya yönelik şevki, gayreti ve iştihası ile tanıdım onu.

Rahat okunur bir kalemi vardı Asım’ın. Zihin ve gönül mesaisini yazarlığa yapsa, dergi ve gazete yazılarından öte, çok okunan kitapların da müellifi olurdu muhakkak. Ama o, yazıyor olmakla birlikte, yazdırmayı hep daha çok sevdi. Yazmak ile yazdırmak arasında bir tercihin kokusunu duyduğu anda yazdırmayı tercih etti. Onu en fazla heyecanlandıran şey, yazar olacak kabiliyette yeni bir genci keşfetmekti. Hayatına dokunduğu her gençte okuma ve yazma iştiyakı uyandırmak; tanıdığı her genç yazar için çalışmalarını yayınlayacağı bir mecra bulmak için çalışmak; çalışmasının yayınlatabildiği her genç yazar için ise isminin ve eserinin tanıtılmasına vesile olacak mecralarla arasında köprü olmak onun üşenmeden, yüksünmeden, bilakis çok severek, keyifle, zevkle ve aşkla yaptığı işlerdi. Şu ölümlü dünyada hakkın hatırını koruyacak, hak sözleri yere düşürmeyecek yeni yeteneklerin keşfi ve inkişafı, onun en büyük heyecan sebebiydi.

Asım’ı ya yanında bir gençle gördüm, ya bir gençle telefonda görüşürken, veya elinde gençlerin çıkardığı bir dergi ile veyahut bir gençten kendisine ulaşan bir yazıyla meşgul halde. Birçok genç yazarın, az kadrolu ve çok meşgul yorgun yayınevlerimizin kuytularında kaybolmaması için genç yazarlar ile yayınevi idareleri arasında sarf ettiği emek unutulmaz. Kendinde kabiliyet gördüğü yeni bir kalemin kitaplarının daha geniş mecralarda tanınması ve okunması için farklı mecralarda sarf ettiği emek de unutulmaz. Bu işler için yorulmak onun zevkiydi. Bu yorgunluklardan dolayı şikâyet ettiğini, sarf ettiği emeğe acıdığını ise hiç görmedim…

Sevgili Âsım, erken bir yaşta ayrıldı aramızdan. Ama onun hayatına değdiği nice genç, onun eline verdiği meşale ve gönlünde tutuşturduğu ateş ile eminim ki edebiyatın, düşüncenin, sanatın sokaklarında ve amel-i salihin izinde yolunu da, evini de, üslubunu da bulacak. Ve eminim ki onu tanıyamamış nice genç, hatırasıyla ondan haberdar olup görmeden onu sevecek ve görmeden ondaki iştiyaktan bir hisse alarak yaşayacak.

Rabbim keşfine vesile olduğun kalemleri soldurmasın ve yolundan ayırmasın sevgili Asım. Onların yazdığı güzelliklerden hasıl olan sevabın bir mislini senin de amel defterine yazdırsın. “Toprak ol ki, renk renk çiçekler yetiştiresin” demişti Mevlânâ. Toprağında yetişen çiçeklerle öte dünyada yüzünü güldürsün.

Ruhuna el-Fâtiha!


Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.