Baklavadan Daha Tatlı İki Hatıra
Site Özel
2196 okunma
@suleymanragip / 27 Kasım 2020
Bundan on beş sene önce, 2005 yılında, Üsküdar Sultantepe'de birkaç arkadaşla öğrenci evinde kalıyordum. Bir yandan üniversiteye gidiyor, diğer yandan da İkitelli'deki Erkam Yayınları'nda, Söz Ola Dergisi'nin yazı işlerinde staj yapıyordum. Henüz GENÇ Dergisi kurulmamıştı lakin istişareleri yapılıyor, Mehmet Lütfi Arslan Abimiz alttan alta hazırlıklarını sürdürüyordu.
Kendime has bir gelirim yoktu o zamanlar, aileden para gelmez, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı'nın sağladığı kolaylıklar sayesinde, kendi yağımda kavrulur giderdim. Kâh 50 TL aylık harçlık alırdım dergiden, kâh vakıf 65 TL burs verirdi.
Annemizden gördüğümüz kanaat, kalbimizin süsüydü, gözüm fazlasında değildi hiçbir şeyin, az ile yetinen bahtiyarlardandım. Bir de, zengin arkadaşlarımın bitmeyen ikramları olurdu, onlar beni ayrı severdi, ben de perde arkasında Rabbimin lütuflarını hissederdim, tatlı tatlı geçerdi günler.
İşte o dönem, üniversitede final sınavları beni çok zorladı, epey içimi daralttı. Uğraş didin derken, üstüme üstüme geldi hayat. O bunalım hengamesinde, ev arkadaşlarıma şöyle dedim:
"Bana dua edin de şu finalleri geçeyim, eğer başarılı olursam size en iyisinden bir baklava ısmarlayacağım, söz!"
Öyle ya, insan bazen bir şeyleri atlatayım da sonrasına bakarız diye düşünüyor, o ruh haliyle ben de bir ümit olarak en iyisinden baklava vaadiyle ev arkadaşlarımın duasına sığınmıştım.
Sınavların neticeleri açıklandığında, geniş geniş gülümsüyor, "oh bee" diyordum içten içe. Nasıl ferahlamış, nasıl mutlu olmuştum anlatamam, çünkü hepsinin sonucu işime yarayacak cinstendi.
Sıra, verdiğimiz sözü tutmaya gelmişti, ev ahalisi de ufaktan beklenti içindeydi. Cepte para yok lakin mert adam sözünü tutardı, bizde racon böyleydi. Peki ne yapacaktım, parayı nereden bulacaktım? Borç almayı sevmezdim, gelen bursların ve harçlıkların gidecekleri yerler de aşağı yukarı belliydi. Bir çare çıkacaktı elbette, lakin nasıl?
İşte bunları düşündüğüm günlerden birinde, staj için İkitelli'ye gitmiş, ikindi saatlerinde de Üsküdar`a kadar servisle gelmiştim. O gün serviste Lütfi Abi de vardı, birlikteydik. Güneşli bir gündü, Üsküdar merkezde, Şeyh Devati Camii'nin önünde ikimiz servis aracından indik. Birkaç adım birlikte yürüdükten sonra, hiç hesapta olmayan bir soru sordu Lütfi Abi:
- Sen nereye gidiyorsun Süleyman?
- Ben sanırım eve geçeceğim abi, arkadaşlar bekler muhtemelen yemek için.
- Kaç kişisiniz evde?
- Dört kişiyiz.
Sonra Lütfi Abi "gel öyleyse" dedi, adımları zaten hızlıydı, biraz daha hızlandık ve meşhur baklavacı Güllüoğlu'na girdik. Ben "Allah Allah" diye düşünürken, en güzelinden bir kilo fıstıklı baklavayı paket yapmalarını söyledi.
Bir yandan seviniyor, bir yandan da üzülüyordum. Mutluydum çünkü Lütfi Abinin içinden gelmişti ve bize ikram etmek için baklava alıyordu, evdekiler için çok kıyak bir jest olacaktı. Lakin diğer yandan üzülüyordum, çünkü evdeki arkadaşlara yalan söyleyemezdim, "bu baklava Söz Ola Dergisi`nin Editörü Lütfi Arslan Abinin ikramı" dediğimde, hiçbiri bunu benim ikramımla bir tutmayacaktı, yani eninde sonunda ben de ayrıca bir baklava almak zorunda kalacaktım, çünkü söz vermiştim.
Tatlıcının kapısında, Lütfi Abi paketi bana uzattı ve şöyle dedi:
- Benim bir işim var oraya geçeceğim, sen bunu evdekilere götür, afiyetle yiyin olur mu?
Tabii içimdeki burukluktan haberi yoktu, ben de hiçbir şey çaktırmadan "Çok sağ olun Abi, kesenize bereket, sevinecek arkadaşlar" diyerek aldım baklavayı elime. İşte o an, Lütfi Abi hâlâ unutmadığım şu müjdeli sözü söyledi:
- Fakat "Bunu ben aldım" diyeceksin, senin ikramın yani, ona göre..
Afalladım, şaşırdım, inanamadım. "Olur mu öyle şey Abi, sizin ikramınız bu" dedim, lakin o an kalbim farklı bir şey söylüyor "Ah keşke dediğini bir kez daha pekiştirse" diyordu içten içe. Baktım, sözünü ısrarla tekrarladı Lütfi Abi:
- Yok yok, senin ikramın bu, hadi Allah'a emanet ol!
Bir yandan sağa sola fırlayıp, gördüğüm herkese "oley be" diyesim geliyor, koşa koşa Sultantepe yokuşunu çıkıyordum, diğer yandan da arkadaşlara atacağım havanın, yapacağım artistiklerin hayalini kuruyordum.
Elimde bir kilo baklava vardı, hem de en iyisinden, her zaman denk gelmeyecek bir kısmetti benim için. Tam kalbimdekine göre bir tecelli ile baş başaydım, olan bitenden kimsenin haberi yoktu, lakin bendeniz ortaya çıkan bu samimi güzellikten dolayı mesttim. İçimden "Yahu şu Lütfi Abi ne güzel adam, valla resmen olmayacak şey oldu" diyordum.
Eve gittim, "Beyler baklavanın kralı burada, adamın hasıyız biz, hadi afiyet olsun size" türünde biraz kabardım önce, "Biz verdiğimiz sözü tutarız, Esenlerlilerde yamuk olmaz" şeklinde kendi kendimi de pohpohladım. :) Evdekiler mutlu, ben mutmain idim. Herkes hapur hupur götürürken tatlıları, şu çetin işten ne tatlı yırttığımı düşünüyor, gülümsüyordum.
Bu hatırayı, on beş senedir saklarım kalbimde, çünkü Lütfi Abiyi bana daha da sevdiren sürprizlerden biriydi. Adeta, hem onu hem beni aşan bir boyutta, Allah`ın "samimiyete" ve "kardeşliğe" bahşettiği ilahi ikramlardan bir kesitti sanki yaşadığım. Hani "bu kadar da olmaz" diyeceğim türden, insanın kalbini genişleten özel bir tevafuk edasındaydı.
Bu hatırayı yazmama sebep olan bir şey var, o da şu:
Salih Yüzgenç dün akşama doğru sesli not bıraktı, "Geleceğim birkaç saat sonra abi, bir sürprizim var" dedi. Koronavirüs tedavisi gördüğümüz için neredeyse yirmi gündür evdeyiz, komşular, dostlar geliyor ara ara, Salih de hep niyet etmiş ama bir türlü kısmet olmamıştı. Ben ihtiyaç yok desem de "Bu akşam gelme desen de geleceğim" dedi, peki deyip ses çıkarmadım.
Kapı çaldığında merakla açtım, nedir sürprizi acaba diye. Bir baktım Lütfi Abi yanında, gülümsüyor, birlikte ziyarete gelmişler. Şaşırdım, mahcup oldum, sevindim.
Dün Taksim'de ikisinin güzel bir söyleşisi olmuştu, oradan çıkışta beni bir görmeyi dilemiş Lütfi Abi ve Salih'le birlikte gelmiş. Onları görünce ayrı bir mutlu oldum, benim kendisine karşı işlediğim belki sayısız kusura rağmen yaptığı bu büyüklük karşısında yine bir hâl dersi aldım, derinden duygulandım.
"Dua etmeye geldik" dedi Lütfi Abi, gülümsedim.
Salih ise ellerindeki poşetleri bıraktı kapıya, vazgeçemediğim zararlı şeylerin sevgisinden dolayı bir torba abur cubur almışlardı. Bir de tatlı var dedi Salih, anladım ki o Lütfi Abiden, bana kıyamayıp almıştı anlaşılan. Ki zaten, daima klas hediyeleri severdi, şahittim buna.
İkisini mutlulukla uğurladıktan sonra hemen bizimkilere "koşuuun, bakıııın neler geldi neler" deyip ortalığı velveleye verdim. Çocuklar hemen üşüştüler, abur cuburları "offf offf" diyerek poşetten birer birer çıkarttılar.
Biz de hanımla tatlıyı açtık heyecanla, biraz görmemişler gibiydik lakin sahiden yirmi gündür bu tür bir tatlı görmemiştik. Yarısı cevizli yarısı fıstıklı baklava vardı pakette. Bu tevafuk karşısında da gülümsedim, "Lütfi Abinin tatlı kerametleri bitmeyecek" dedim hanıma, o da gülümsedi epey. Sahiden ben cevizli seviyordum, hanım ise fıstıklı. Bir bakıma ikimizin de gönlü olmuş oldu, uzun süren karantinamız için unutulmaz bir ikram yerine geçti.
Aradan geçen on beş sene sonra, yine tatlı bir baklava hatırasıyla çıkıp gelmişti Lütfi Abi, ne hoş. Bugün belki on beş sene önceki fakirliğim yok, baklava da alabilecek kıvamdayım, lakin o tatlıyı getirenin Lütfi Abi olması çok başka duygular çağrıştırıyor gönlümde. On beş sene içinde, yakın temaslı ve birlikte çalıştığımız için, çokça poyraz esti, gelgitler oldu belki ilişkimizde, lakin günün sonunda elinden tatlı alıyordum, kapımıza kadar gelecek inceliği, tevazuyu ve büyüklüğü gösteriyordu..
İşte böyle...
Lütfi Abi ve onunla ilgili gönlümdeki iki "tatlı" hatırayı, böylelikle not düşmüş oldum satırlara..
Her hâlde ve durumda da, hamd Allah`a...
*Not:* Kendisi pek paye vermez böyle şeylere bilirim, "he he" deyip geçer, olsun, biz onu öyle, kendimizi de böyle seviyoruz, Allah istikametten ayırmasın, şaşırtmasın, şımartmasın, amin :)
Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.