Benim Güzel Ailem
Koronavirüs salgını sebebiyle evlere çekildiğimiz vakitlerde herkes bir bakıma ailesini keşfetti, en yakınlarıyla uzun vakitler geçirdi. Birçok açıdan farklı bir tecrübeydi bu, aynı zamanda ilişkilerin ne kadar kırılgan olduğu da ortaya çıktı. Günümüzde her yerden bireyselciliğin pompalandığı bu dönemde, aile hâlâ en büyük kale. Ve özellikle gençlerin kendi anne-babalarıyla, kendi kardeşleriyle ilişkileri çok büyük bir ehemmiyete sahip. Babasının ne iş yaptığını bilmeyecek kadar babasıyla ayrı hayatlar yaşayan çocuklar artıyor. Gençler ise oyunlardaki ve sosyal medyadaki karakterleri babalarından, annelerinden iyi tanıyorlar. Çocuklarımızı babaları değil karakterler yetiştiriyor. Eylül sayımız için gençlerin aileleriyle olan ilişkilerini masaya yatırmak; birbirlerini ne kadar tanıdıklarını görmek ve “Ailemiz bizim neyimiz olur?” sorusunu gündeme almak istedik. Sosyolog, psikolog, eğitimci büyüklerimize ve tabii ki meselenin direkt muhatabı gençlere sorular sorduk. İstifadesi bol olsun.
Çekirdek Aile Ruhsuz Bir Dünya Yarattı
“Aile” ve “çocuk-ebeveyn” ilişkisinin elbette sosyolojik bir boyutu da var. Hatta meselenin en ehemmiyetli boyutlarından biri aslında. Buradan hareketle hem rehber olması hem de meseleyi geniş düşünebilmemizi sağlaması için İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi Sosyolog Prof. Dr. Kadir Canatan ile konuştuk.
Sizce pandemi sürecinde aile içerisinde herhangi bir iletişim artması oldu mu? Eğer olmuyorsa ve olmayacak gibi duruyorsa, kopuk, ruhsuz, tatsız ilişkiler bizi nereye götürecek?
Son aylarda yaşadığımız pandeminin en önemli sonuçlarından biri kamusal alandan özel alana bir kaymanın yaşanmış olmasıdır. Bu eve ve aileye dönüş anlamına geliyor. İşimizi eve taşıdık, evlerimizi “home ofis” olarak kullanıyoruz. Evde daha fazla vakit geçirmek zorunda kaldığımız için telefon ve internet gibi olanaklara daha fazla sarıldık. Şüphesiz ki aile içi iletişim arttı. Bunun kopan ilişkileri tamir etmesi gibi bir etkisi oldu. Ama evde ve aile üyeleri arasında yoğunlaşan ilişkiler başka sorunlar da yarattı. Hiçbir zaman bu kadar yoğun ilişkiye alışık olmayan aile üyeleri kendilerini ve özel hayatlarını kısıtlanmış hissetmeye başladılar. İlişkilerde azlık kadar fazlalık da sorun yaratabilir.
Türkiye’de ve dünyada ailenin yapısı nasıl bir değişim içerisinde? Kırsal ve şehir hayatındaki ailelerde, aile içi ilişkiler nasıl farklılıklara sahip?
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de aile bölünme ve parçalanma süreci yaşıyor. Modernleşmenin (sanayileşme, iç göç, kentleşme, okullaşma vs.) etkisiyle büyük aile bölündü ve yerini çekirdek aileye bıraktı. Kent yaşamı, artan beklenti ve harcamalar, etkileşim ve refah gibi birçok unsur kadının kamusal yaşama katılmasına sebep oldu. Kadın da erkek kadar risk almaktadır. Çocuklar kreşlerde ve yabancı ellerde büyümektedir.
Çekirdek aile, içi boş ve ruhsuz bir dünya yarattı. “Kullan-at” kültürünün hâkim olduğu tüketim toplumunda ilişkiler de kırılgan ve çabuk tüketilebilir bir hale geldi. Tüm dünyada boşanmalar artıyor. Çekirdek aile, boşanmalar, erken ölümler ve başka tür yaşam tarzlarının gelişmesi nedeniyle yeni bir bölünmeye gidiyor ve bugün tek ebeveynli aileler denilen, aile olup olmadığı belli olmayan bir oluşum ortaya çıkmaktadır. Bunun Avrupa’da nispetleri oldukça yüksek. Bizde de bu süreç yaşanmaya başlandı.
Kırsal ve kentsel ayrımı, modernleşen ve küreselleşen dünyada anlamını kaybediyor. Bu ayrım sosyolojik olarak önemli bir parametre değildir artık.
Ebeveyn-çocuk ilişkisi bir kopma yaşıyor mu? Giderek birbirinden uzaklaşan ebeveyn-çocuk ve kardeşler algısı var. Mesela bazı babaların ne iş yaptıklarından, kardeşlerinin okullarından habersiz olduklarını duyuyoruz. Neler söylemek istersiniz?
Kuşak çatışması eski Yunan’dan beri yakınılan bir konu. Ama günümüzde daha önemli bir hâle geldi. Çünkü sosyalleşme ve zamanın ruhu, eski ve yeni kuşaklarda farklılaştı. Bireycilik kişinin kendisine odaklanmasına sebep oldu. Başkaları bizi pek ilgilendirmiyor, ilgilendirse de bizim çıkarlarımız oranında ilgilendiriyor. Özellikle hayatı aktif yaşayan ailelerde iletişim gerçekten bir sorun haline geldi. Yüklendiğimiz işler sadece bizi yıpratmakla kalmıyor, aile üyeleriyle ilişkilerimizi de tahrip ediyor. Çok idealist insanlar bile başkalarını kurtarmak sevdasıyla kendi aile ve çocuklarını ihmal ediyorlar.
Uzun vadeli bir perspektiften bakılınca, ailede yaşanan değişimlerin biz bireylerin eylemleriyle alakalı olmadığı, toplumsal değişim ve dönüşümlerle alakalı olduğu görülmektedir. Ülkemizde ve dünyada makro düzeyde yaşanan gelişmeler hayatımızı olumsuz yönde etkiliyor. Toplum olarak teknolojiye düşkünlük, lükse ve konfora düşkünlük, otomobile ve başka türden araçlara düşkünlük gibi zaaflar aile, din ve değerler gibi konularda ihmalkârlıklara yol açıyor. Hiçbir şeyimizde derinlik yok, her şeyi yüzeysel yaşıyor ve geçiştiriyoruz. Değer, inanç ve anlamları aktarmada sıkıntılarımız var. Eğitim önemli oranda araçsallaştı. İlişkilerimiz metalaşıyor. Yaşadığımız hayatı ciddi bir sorgulamadan geçirmek ve günlük değerlerin değerini yeniden değerlendirmek zorundayız.
Artık Posterlerin Yerini “Postlar” Aldı
Psikolojinin yani insanın mevcut ruh hâlinin hayatımıza etkisi yadsınamaz. Özellikle genç-çocuk ve ergen psikolojisi de bu ayki dosyamızın “Aile bizim neyimiz olur?” sorusuna ışık tutacak önemli bir alan. Konuyu uzman bir görüşe sormak istedik ve Klinik Psikolog Gökhan Ergür’e gençleri, ailelerini ve aslında “ne yapmamız” gerektiğini sorduk.
Gençler ailelerini yeterince tanıyorlar mı? Size gelen geri dönüşlerde nasıl bir izlenim edindiniz?
Gençler artık ailelerinden çok sosyal medya fenomenleriyle vakit geçiriyor ve onların hayatları hakkında bilgi topluyor. Çünkü vakitlerinin çoğunu bu karakterlerin canlı yayınlarını ya da paylaşımlarını takip ederek geçiriyorlar. Bu durum aslında öngördüğümüz ve beklediğimiz bir tablo. Vaktiyle gençlerin odalarını Yeşilçam yıldızlarının, şarkıcıların, futbolcuların posterleri süslerdi ve büyük bir hayranlıkla gazetelerden, magazin dergilerinden ya da televizyon kanallarından bu isimlerin hayatları takip edilirdi. Çünkü gençlerin kimlik oluşturmaya çalıştığı bir dönemde rol modellere ve kahramanlara ihtiyaçları vardır. Onlar gibi yaşamak, ilgi görmek ve sevilmek isterler. Posterlerin yerini artık postlar (Instagram paylaşımları) aldı fakat bu sosyal medya paylaşımları da ne yazık ki tüm vaktimizi almaya başladı. Eskiden sadece televizyon programları ya da yazılı basın vasıtasıyla takip ettiğimiz ünlüleri şimdi 7/24 neredeyse canlı bir şekilde takip edebiliyoruz ve bu durum da haliyle gençlerin ailesi veya çevresi ile kurduğu iletişimin kalitesini düşürüyor.
Sadece gençlerin değil artık anne babaların da sosyal medya kahramanları var. Takip ettikleri YouTube kanalları, Telegram ve WhatsApp grupları, Instagram fenomenleri ebeveynlerin de vakitlerini çalıyor ve “zaten tüm gün çalıştım, bırakın biraz kafamı dağıtayım” savunmasıyla aile içi iletişimi dinamitliyor. Çocuğunun doğum tarihini, kaçıncı sınıfa gittiğini, tuttuğu takımı, en sevdiği yemeği bilmeyen ebeveynlerle sık sık karşılaşıyorum. İş dünyasının, yaşamsal zorlukların içinde birbirini kaybeden ailelerin sayısı oldukça fazla.
Peki aileler çocuklarını tanıyorlar mı?
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sevdiğim bir sözü var, “Öyle insanlar vardır ki bir ömür boyu kendileriyle yaşarlar ama hiç kendileriyle karşılaşmazlar.” Evet, yıllarca kendimizle yaşarız fakat kendi kimliğimizle, benliğimizle tanışamayız, buna fırsatımız ya da cesaretimiz olmaz. Aynı durum aile üyelerimizin için de geçerli, onların rollerini tanırız, biliriz fakat gerçekten kim olduklarına dair bir bilgimiz yoktur. Pandemi süreci bu kimliklerin yeniden gözden geçirilmesine sebep oldu. Güçlü ve zayıf yönlerimizi, ailemizin dünyaya dair fikirlerini, hiç anlatmadıkları hikâyeleri pandemi sürecinde keşfedip ilişkilerimizi bir bakıma yeniden gözden geçirip biçimlendirmiş olduk. Bu hepimiz için büyük bir kazanç.
Elbette bu durum her ailede aynı şekilde olmadı. Bazı aileler bu süreçte kendi dijital mezarlıklarına çekildi ve kendilerine dış dünyadan izole bir hayat inşa etti. Aile üyeleri birbirlerinde bulamadıkları ilgiyi, şefkati ve sevgiyi sosyal medyada, chat odalarında, online oyunlarda ya da illegal sitelerde aradı. Ne yazık ki bu ortamlarda her zaman bizimle ilgilenecek ve bize vakit ayıracak birileri bulunur. Fakat niyetleri hep suiistimal üzerine kuruludur, bu suiistimallere kurban olmamak için birbirimize vakit ayırmalıyız. Özellikle, giderek yalnızlaşan ve yalnızlığa sürüklenen gençlerle beraber olmak, onların dünyalarına ortak olmak hepimizin öncelikli vazifesi olmalıdır. Anne ve babaların ilgilenmediği gençlerle ne yazık ki şer odaklarının büyük bir titizlikle ilgilendiğini unutmamamız gerekiyor.
Aile içindeki ilişkiler nasıl güçlenebilir? Birbirimizi tanımayı nasıl yapabiliriz?
Ebeveynlerden sıklıkla duyduğum yakınma şu, “Hocam eve gelir gelmez odasına çekiliyor, bizimle hiç konuşmuyor, varsa yoksa arkadaşları.” Ergenlik döneminin en belirgin özelliklerinden biri çocuğun ailesinden yavaş yavaş uzaklaşarak arkadaş ilişkilerini ön plana çıkartması ve zamanını onlarla geçirmek istemesidir. İşte bu yüzden ebeveynlerin büyük korkulara kapılmasına hiç gerek yok, önemli olan çocuğumuzun hayatında bir şekilde var olup aile ilişkilerimizi güçlü tutabilmek.
Anne ve babaların çocuklarıyla sohbet etmediklerini, onların dünya hakkında ne düşündüklerini merak etmediklerini fark ediyorum. Çok basit meseleler hakkında bile gençlerin “Hocam annem, babam bana böyle şeyleri sormaz ki hiç” dediklerine çokça şahit oldum. Eğer çocuğumuzla iyi bir iletişim kurmak istiyorsak onun ne söylediğini gerçekten merak etmemiz, sürekli dikte eden ebeveyn pozisyonundan çıkıp çocuğumuzun hâkim olduğu konular hakkında beraber sohbet etmemiz, ona kendisini ifade edebilmesi için açık uçlu sorular sormamız gerekiyor. Şunu da unutmayalım ki çocuklarımız bir değişim sürecinde ve gelişimleri devam ediyor, hayatı öğreniyorlar. Yapmış oldukları hatalara karşı lütfen bu bilinçle yaklaşalım. Burada kritik nokta şu; bizler eğer çocuklarımıza iyi örnek olabiliyorsak çocuklarımız da nihayetinde o iyi örnekleri taklit etmeye ve iyi bir insan olmaya başlıyorlar.
Kardeşlerimin İç Dünyalarını Öğrenmeye Çalışıyorum
Abdullah Uyar / İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğrencisi
2010’lara kadar dünyaya atılmaya hazırlanan bireylerin temelde aile ve arkadaş-okul çevresi bulunmaktaydı. Sosyal medyanın artış göstermesi ile birlikte kısa bir zaman dilimi içerisinde sosyal medya adlı ciddi bir grup meydana geldi. Bu çevrede insanlar kendi kimliklerini daha iyi gizleyebildikleri için toplum içerisinde rahatça yapamadıkları hareketleri sosyal medyada sınırları zorlar derecede uyguladılar. Bu sorunun temelinde ailenin teknoloji ile çocuğu arasındaki mesafeyi tam olarak ortaya koyamaması yatmaktadır. Çocuk, doğumu itibariyle alışması gereken bu dünyaya çevresinden algıladığı huy çerçevesinde kendi kimliğini oluşturur. Aile büyüklerinden tam olarak ilgi alamadıkları için çocuk manevi olarak besinini başka yerlerde aramaya başlar.
Büyükler Fedakârlık Yapıp Eve Vakit Ayırmalı
Bu konuyla bağlantılı olması hasebiyle son zamanlarda görmüş olduğum manzarayı anlatmam gerekirse çocuk ağlar ağlamaz emzik, biberon verir gibi eline bir telefon tutuşturuluyor. Her ne kadar bu yöntem aile büyüklerinin rahatlamasına yardımcı olsa da çocuk elindeki telefon sebebiyle sosyal medyanın boşluğuna ister istemez düşmeye başlıyor. Sosyal medyanın hızlı, hareketli ortamında nasıl bir koşuşturmaca varsa, o da bu koşuşturmacaya dâhil olmaya çalışarak ne yazık ki çocukluk ve gençlik döneminin neredeyse tamamını bu şekilde harcıyor. Bu tür bir bunalımdan kurtulmanın tek çözümü olarak aile büyüklerinin iş ve eve ayırdıkları zamanlarda biraz fedakârlık yaparak ev içi sohbetleri artırması gerekir. Ancak bu şekilde aile içinde bilinmeyen veya çözülemeyecek gibi düşünülen sorunlara çözüm üretilebilir. Bu yöntemi iddialı olarak sunmamın sebebi tarih içerisinde var olmuş şahsiyetlerin hatıratlarında çoğunlukla çocukluk yıllarında evlerde aile büyüklerinin sohbet ettiklerinden bahsediliyor olması.
Sorunlarına Onların Gözünden Bakmak Gerekiyor
Çocukluğumdan bugüne bakacak olursam zaman ilerledikçe kardeşlerime olan samimiyetim farklı boyutlar içerisine girmekte. Yaş ilerledikçe kardeşlerimin evlenme gibi büyük bir sorumluluğun bilincinde hareket ederek normal olarak bildiğim bazı huylarında birtakım değişmeler meydana geliyor. İş, evlenme, askerlik vb. hayat içerisindeki kırılmalarda kardeşlerimin vermiş oldukları kararlarla onların iç dünyalarını daha iyi öğrenmeye başlıyorum. Tabii olarak bu durum bana onların değiştiği düşüncesini uyandırsa da asıl olduğu şekliyle aslında onları tam olarak tanımadığımı fark ediyorum. Bu değişmeler içerisinde kardeşlerime, kardeşlerimizle aramızdaki muhabbeti koruyabilmek için yaşamış oldukları sorunlara onların gözünden bakmak gerekiyor.
Çocuk ve Babayı “Tanıştıran” Kamp: Baba-Oğul Kampı
Lider Eğitim Gençlik ve Spor Kulübü Derneği özellikle baba-oğul ilişkisini güçlendirmek için ciddi çalışmalar içerisinde. Kamplar, etkinlikler ve programlarla bunu güçlendirme gayretindeler. Biz de hem kendilerini bir kez daha tanımak hem de faaliyetlerini konuşmak için dernek başkanı İlyas Bayraktutar ile görüştük ve ufuk açıcı cevaplar aldık.
Sizi tanımak isteriz; İlyas Bayraktutar kimdir ve Lider Eğitim neler yapıyor? Bahsedebilir misiniz?
Aslen Karadenizliyim. İzmit’te doğup büyüdüm. İzmir’de İlahiyat okuyup 2003 yılında İstanbul’a yüksek lisans için geldiğimde Hüdayi Vakfı’nın gençlik çalışmalarıyla tanıştım. O günden bugüne Hüdayi Vakfı’nın çeşitli birimlerinde gençlerle ilgilendim. 2012 yılından beri de manevi gelişimleri başta olmak üzere çocuk ve gençlerimizin sosyal, kültürel, sportif ve bilimsel yönlerinin gelişmesine katkı sağlayacak programlar yapan Lider Eğitim Gençlik ve Spor Kulübü Derneğimizde hizmet etmeye çalışıyorum.
“Baba-oğul kampı” ve “baba oğul sabah namazı” gibi aile içi iletişimi, ilişkiyi artırıcı çok özel projeleriniz oldu. Bu projelerle ne amaçladınız?
“Çocuklar ayak izlerinizi takip eder” sözünü bilirsiniz. Rol model olmanın amelî (eylemsel) yönüne vurgu yapar. Bir çocuğun ilk ve en önemli rol modeli anne babasıdır. Çocuğun rol modelleri hayatı boyunca çok kez değişir fakat anne baba değişmeyen en temel rol modeldir.
Günümüzde -özellikle babaların- dünya hayatının karmaşasından vakit bulup; internet, okul, sokak, televizyon, arkadaş çevresi vb. etkenlerle kuşatılmış olan çocuklarına ulaşmaları ve bu rol modellik görevlerini yerine getirmeleri bir hayli güç olmaktadır. Bu şekilde ayrı dünyalarda yaşayan ebeveyn ve çocuk arasında, rol model ilişkisi gelişememekte bu durum da maalesef çocukların kişiliklerinin oluşmasında birtakım bozukluklara, eksikliklere yol açmaktadır. Günümüzde gençlerimizin yaşadığı LGBT’ye varan kişilik buhranlarının sebeplerinden biri de çocukların, anne babalarının ayak izlerini yeterince takip edebilecekleri imkânların oluşturulamayışıdır.
Lider Eğitim olarak yaptığımız baba-oğul kampları, baba-oğul sabah namazı programları vb. faaliyetlerle baba ile (veya baba figürünü oluşturabilecek abi, amca, dayı ya da benzer konumdaki bir yetişkin ile) çocuk arasında rol model ilişkisi tesis etme ortamları oluşturmuş ve baba ile çocuğa rol model ilişkisi için yeni bir başlangıç yapabilecekleri ya da mevcut ilişkilerini güçlendirebilecekleri fırsatlar sunmuş oluyoruz.
Yaptığınız baba-oğul projelerinden nasıl geri dönüşler aldınız? Babalar ve oğullar hallerinden memnunlar mı?
Çok önemli geri dönüşler alıyoruz. Baba oğul projeleri, özellikle babalar açısından ciddi farkındalık oluşturuyor. Normalde herkes halinden memnun; fakat programdan sonra, modern dünyanın oluşturduğu internet, televizyon vb. araçlarla kuşatılan ve büyükşehirlerde hızla tüketilen ezber bir hayatın içerisinde kaybolduklarını itiraf ediyor babalar.
Biz baba-oğul kamplarını doğada ve modern iletişim teknolojisinden arındırılmış bir şekilde yapıyoruz. Televizyon, bilgisayar, telefon vb. iletişim araçları kullanılmıyor kamplarda. Böyle olunca babalar da oğullar da normal hayatlarındaki bütün suni rutinlerden, ezberlerden, maskelerden, rollerden sıyrılmış olarak katılıyorlar kampa. Böylece tek ve doğal bir rol kalıyor ortada: Baba-Oğul!
Sizce gençler ve çocuklar ailelerini yeterince tanıyorlar mı? Merkezlerinizde, öğrencileriniz üzerinde nasıl bir izlenim edindiniz?
Lider Eğitim’in İstanbul’un çeşitli bölgelerinde sekiz adet gençlik merkezi ve birçok bölgede de evlerde veya camilerde uygulanan yaygın eğitim hizmetleri var. Biz bu vasıtalarla 2 bin civarında aileye ulaşıyoruz fakat gördüğümüz tablo birçok ailede bu açıdan maalesef pek de iç açıcı değil. Çocuklar ve ebeveynler aynı ortamı paylaşıyor ama maalesef aynı dünyayı paylaşmıyorlar. 80 metrekare evde çocuk ve gençler ayrı bir dünyada, anne babalar ayrı bir dünyada yaşayabiliyor. Daha da acısı aynı dünyada yaşadıklarını sanıyorlar. Aldanıyor anne babalar. Önceki soruda da bahsettiğimiz gibi ezber bir hayat ve ezber roller yaşadıkları, ezber rollerden sıyrılıp gerçek anlamda ebeveyn-çocuk rolleriyle yüzleşemedikleri için yanı başlarındaki çocuklarının, sürekli birlikte olduklarını sandıkları çocuklarının, çok iyi tanıdıklarını sandıkları çocuklarının aslında çoktan sosyal medyanın çocuğu olduğunun farkına varamayabiliyorlar. Bir gün çocuklarını polis Gezi Parkı’ndan toplayınca ya da çocuk deizmden bahsetmeye başlayınca uyanıyor anne babalar. Maalesef çoğu zaman da bir hayli geç kalmış oluyorlar...
Evlerimiz samimi yuvalara, sıcak ilişkilerin yaşandığı atmosferlere nasıl dönüşebilir? Bunun bir formülü var mı?
Dermansız dert vermez Mevlâmız. Arayana formül çok. Fakat peri masallarında yaşamıyoruz; dünya burası. Formül çok ama sihirli değil hiçbiri. En sihirlisi formüller Peygamber Efendimizinkiydi belki ama onun bile 23 yıl sürdü etkisini tam anlamıyla göstermesi. Bu hususta formül bellidir: Kur’an ve Sünnete sımsıkı sarılmak. Fakat günümüz şartlarında bunun hangi yöntemlerle ve nasıl yapılacağı meselesi girift bir mesele. Biz bu hususta yaparak, yaşayarak, rol model alarak hayatın içerisinden öğrenme metotları uygulamaya çalışıyor ve gençlerimiz birçok yönden menfi tesirler altında bulunduğu için biz de onları aynı metotla birçok yönden kuşatıp kendilerine güzel bir yol arkadaşı olmaya çalışıyoruz.
Bu noktada çocuklarımızı öğrenci, gençlerimizi hem öğrenci hem eğitimci hem stajyer hem rehber abi (gençlere alternatif çok), anne babalarımızı da veli olarak kurumlarımızda görmek isteriz. Biz hazırız efendim; buyurun, top sizde…
“Gelin Tanış Olalım” Sözüne İhtiyacımız Var
Mehmet Yüzücü / Öğretmen
İnsan bulunduğu zamanın mı hayatını yaşamalı yoksa hayatına göre zamanı değiştirip mi yaşamalı? Aslında işin özü her daim buradan neşet etmiştir. Günümüz öğrencisi de olsa, eski toprak insan da olsa tablo aynı. Sadece insan iradesinin farklılıkları bu iki sorunun sarkacında insanın özgün konumlanmasına fırsat sunuyor. Eğitim camiasının zaviyesinden duruma baktığımızda gençler ailelerini kendi dünyalarının keşfettikleri oranda tanımış oluyorlar. Benlik itibariyle kendi keşifleriyle ve sorularıyla varlıklarının anlamını bulmakla meşgul olduklarından dolayı gençler, ailelerini yeterince tanıyorlar ama onlarla olması gereken kadarıyla tanışmıyorlar. Yani tanımak filli burada gençler ve aile arasında karşılıklı yapma durumuna erişmediği için tek taraflı tanıma kısmında kalıyor. Hâl böyle olunca da iki taraf da öze dokunan, farkındalık yaratan bir iletişim ortaya koyamıyor. Bu da Yunus’un irfan dairesindeki “Gelin tanış olalım” sözüne ne kadar ihtiyaç duyduğumuzun resmini çiziyor.
İnsan, Ruhundan Verdikçe Yuva Oluyor…
İnsan ruh taşıyan bir varlıktır. Doğru. İnsan, aynı zamanda gittiği yere ya da yaşadığı mekâna ruhundan parçalar katabilen de bir hayat halkası. İşte sorunun cevabı tam da buradan başlıyor: İnsanın öncelikle bu özelliklere sahip olduğunu bilmesi gerekiyor. Öyle ki bu gereklilik zorunlu bir görev gibi değil içten yanmalı bir motorun devinimsel ahengiyle ortaya çıkmalıdır. İşte o zaman ruh sadece insanla değil etrafındaki canlı cansız her şeyle bütünleşebiliyor. Kendini diğer varlıklarla tamamlayarak fıtri bir sıcak atmosfer meydana getiriyor. Bu bağlamda ev, aile kavramının bütünleyicisi olarak yuva haline geliyor. Sarıyor sarmalıyor, insanı ve hayatı bağrına basıyor, ev oluyor. İşin dizgisinde formül diye görünen şemada döngü kendini şöyle aşina kılıyor: İnsan ruhundan vermeyi bildikçe etrafındaki her şey onun dilinden var olmanın türküsünü söylüyor. Böylece bu nameye eşlik eden anne, baba, gençler işte o zaman yuvaya, sıcaklığa sahip olup aile oluyor.
Sığınacağımız En Güvenli Liman Ailemiz Oldu
Melek Kocataş / Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğrencisi
Kan bağına gönül bağının da eşlik etmesiyle anlamlı hâle gelen aile kavramı her bireyde öncelikli bir konuma sahiptir. Pandemi sürecinde durma noktasına gelen hayatımızda sığınacağımız en güvenli liman ailemiz oldu. Pandemi süreci bir gerçekliği fark etmemi sağladı: Günlük koşuşturmalardan, yoğunluklardan aileme vakit ayırmaz hâle gelmişim. Evde geçirdiğim vaktin artması, haliyle aile bireylerimle aramdaki ilişkinin artmasına vesile oldu. En basitinden kahvaltı sofrasında, akşam yemeğinde bir arada olup sohbet etmenin ne kadar kıymetli olduğunu hatırlamamı sağladı. Aileyle gerçekleştirilen sohbetin, fikir-duygu alışverişinin önceye nazaran arttığı bu dönemde ailemle iç içe olmak ruhsal anlamda bana iyi geldi. Silkelenip hayat yolculuğumda daha sağlam adımlar atabilmem için bir fırsat oldu. Pandemi sürecinden dolayı evde geçirdiğim günlerden sonra şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Hayat eve sığar.
Ailemin Kim Olduğunu Kafamda Oturttum
Hamza Çelik / Medeniyet Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğrencisi
Yaratılışımdan ötürü aileme düşkünümdür. Mesela ailemle oturup çay içmek, muhabbet etmek, beraber bir şeyler yapmak genel olarak çok keyif aldığım aktivitelerdir. Bu yüzden aslında karantina günlerimizden önce de ailemi zaten gayet iyi tanıdığımı başta söylemem gerekir. Fakat bugünlerde yeni yeni fark ettiğim şeyler oldu ama yine de belirttiğim nedenden ötürü ufak şeyler olduğunu söylemem gerek.
Kim Neyi Sever Kim Sevmez, Artık Biliyorum
Babamda, annemde, kardeşlerimde olan daha önce fark edemediğim bazı özellikler, yıllar içinde oluşan ufak karakter eklemeleri ve en önemlisi de ailemdeki insanların konulara bakış açıları ile fikir yapılarını kafamda oturttuğumu gerçekten hissettim. Daha önce konuştuğumuz konuları fazlaca vakit bulamamaktan veyahut başka bir nedenden ötürü kısa kesmiş olmamız, belki de bunu fark etmeme ket vurmuştur. Ama şu anda kim neyle ilgilenir, nereden yaklaşırsan sinirlenir, kimler hayatının geri kalanını neyle doldurur bunun hakkında epey bilgilendim. Yine de hem ailemin kalabalık oluşu (karantinayı evde 11 kişi ile geçirdik), hem de daha önce fazla süre birlikte kalmayışımız nedeniyle karantinanın biraz can sıkmaya başladığı söylenmeli. Elbette ki onlar ailemiz fakat insan açlık duyduğu şeyi çok sever. Mesela oruç bize yemeğin kıymeti ve sevgisini gösterir. Aynen bunun gibi insanlar da bazen birbirine açlık duymalı. Bir de insanlarla daha fazla vakit geçirince birbirinizin hoşlanmadığı tarafları hep zihinde canlı durabiliyor.
Babaannem Bana Hayatı Öğretti
Rabia Yüce / Anadolu Üniversitesi Yönetim Bilişim Sistemleri Öğrencisi
Pandemi sürecinde çekirdek ailemden ziyade babaannem ve dedem ile vakit geçirdim. Her ikisi de koronavirüse yakalandı. Bu nedenle öğrendiklerimi onlar üzerinden anlatmak istiyorum. Dedem tedavi sürecini hastanede, babaannem ise evde geçirdi. Bu nedenle karantina sürecinde babaannemle beraber kaldım. Allah uzun ömürler versin, babaannem 73 yaşında. Koronavirüs ağır etki etti fakat sağ salim atlattı. Okuma yazmayı bilmiyordu ve sağlığı yerine gelmeye başladığı zaman benden ilk isteği ona okuma yazmayı öğretmem oldu, “Bana okuma yazmayı öğretince Kur’an mealini tek başıma okuyacağım. Getirdiğin dini kitapları da okuyacağım sana” dedi.
Her Genç Büyükleriyle Bir Müddet Beraber Yaşamalı
Her gün aksatmadan çalıştı ve okumayı büyük ölçüde öğrendi. Her ne kadar okumayı babaanneme ben öğretmiş olsam da asıl öğretmen oydu. Öğrenmenin yaşının olmadığını, ağır bir hastalık sonrası yeni yeni ayağa kalkan 73 yaşındaki babaannemin bu isteğinden öğrendim. Dedem hastaneden çıkınca o da eve geldi ve her ikisiyle 2 ay daha kaldım. Eğer imkânı varsa her gencin büyükleriyle bir arada, bir müddet kalması gerektiğini karantina sürecinde daha iyi anladım. Hem sözleri hem de davranışları ile nasihat ediyorlar, dualarıyla manevi bir güç veriyorlar ve hayata daha farklı bir pencereden bakmamıza yardımcı oluyorlar.
“Eve Dön! Şarkıya Dön! Kalbine Dön!”
Batuhan Dere / İstanbul Üniv. Radyo Televizyon ve Sinema Öğrencisi
Günümüz şartları düşünüldüğünde gencinden yaşlısına herkesin kendince meşguliyetleri, öncelikleri var. Hayat telaşesi içerisinde ne kadar fark edemiyor olsak da ailemizi, yeri geliyor kendimizi ihmal ediyoruz.
Evden Uzaklaşıp Dışarıya Açılıyoruz
Dünyada ilk kez 12 Aralık’ta görülen COVID-19 ülkemizde ilk kez 11 Mart tarihinde görüldü ve kısa bir süre içerisinde okullarda eğitime ara verdi. Çalışanların bir bölümü bir gecede işsiz kalırken bir bölümü evlerinden çalışmaya başladı. Yeni bir dünya düzeniyle karşı karşıya kaldık. Ne olduğunu bile anlamadan açıldığımız dışarıdan yine evlerimize döndük.
Artık evlerimiz sadece uyumaya gittiğimiz, otel özelliği taşıyan bir yer olmaktan çıkıp en çok vakit geçirdiğimiz yer olmuştu. Bu süreçte “sözde” en çok muhatap olduğumuzu düşündüğümüz ailemizle aslında yeteri kadar tanışmadığımız gerçeği ortaya çıkmıştı. Düzen takıntısına sahip olduğumu, kızarmış ekmek sevmediğimi, en çok sütlü tatlıları sevdiğimi ailem doğumumdan 23 yıl sonra öğrenmiş oldu.
Tez Yazarken Fasulye Ayıklıyordum
Kütüphanelerin yokluğunda okul ödevlerine evlerimizde devam ettik haliyle. Bir yandan mezuniyet için tez yazmaya çalışırken bir yandan taze fasulye ayıklıyordum. Elektrikli süpürgeyi elimden bırakmadan toz bezini buluyordum elimde… Pazar kahvaltısının sıradan bir rutin haline geldiği bugünlerde İsmet Özel’in “Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!” satırlarını yaşıyor gibiyiz.
Güvende Hissettiğimiz Tek Kapı Baba Ocağımızmış
Şeyma Nur Güngör / Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğrencisi
Dört yıllık üniversite hayatımın ardından ilk defa ailemle bu kadar uzun süre birlikte oldum. Tıpkı lise yıllarımdaki gibi. Fakat o yıllara nazaran tek bir fark vardı ki o da artık bir çocuk veya bir ergen değildim. Büyümüş bir ben olarak ailemin yanındaydım. O yüzden de bu süreçte hem onlar, büyümüş olan kızlarıyla tanışmış oldular hem de ben bu yeni halimle ailemi yeniden tanımış oldum. Yani birlikte bulundukça onların geçmişte yaptıklarında anlam veremediğim davranışlarının artık bana anlamlı geldiğini, hatta düşünce yapılarımızın, savunduğumuz şeylerin bile aynı olduğunu fark ettim.
Pandemi Süreci Ailemizin Önemini Gösterdi
Üstelik pandemi süreci bize ailenin önemini, değerini, ailelerimizin bizim için ne ifade ettiklerini çok iyi anlamamızı sağladı. Ölümlü bir dünyada yaşadığımızı ve her an sevdiğimiz insanları kaybedebileceğimizi bizlere tekrardan hatırlattı. Bu hatırlatma da benim ailemle daha çok vakit geçirmeme onlarla daha çok yakınlaşmama sebep oldu. Böylece onları kırmamaya, onlara kırılmamaya daha çok özen göstermeye başladım. Onların deneyimlerinden, hayat hikayelerinden faydalanmaya çalıştım. Bazen sofra başlarında annemin gençlik yıllarında yaşadığı sıkıntılarını dinledim bazen de semaver başında babamın MÜİF yıllarında yaşadığı fakülte anılarını... Yeri geldi annemle mutfağa girip bilmediğimiz yemekleri denedik yeri geldi babamla türküler söyledik. Böyle böyle önceden gözden kaçırdığımız pek çok şeyi bu süreçte ailecek yapmış olduk. Hamdolsun.
Ayrıca bu süreçte şunu da fark ettim ki başımıza kötü bir şey geldiğinde gidebileceğimiz tek yer ailemizin yanıymış. Sığındığımız, kendimizi güvende hissettiğimiz tek kapımız baba ocağımızmış. Rabbim onları başımızdan eksik etmesin.
Kardeşlerimle Sadece İhtiyaç Oldukça Zaman Geçiriyorum
Talha Musa Ömeroğlu / Kafkas Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Öğrencisi
Kardeşlerimi gerçek anlamda tanıdığımı, tanıma fırsatı bulduğumu düşünmüyorum çünkü ben onlara ayıracak zaman bulamıyorum veya zaman ayırmıyorum. Zaten onlar da benimle zaman geçirmek için çaba sarf etmiyorlar. Yalnızca gerekli durumlarda bir abi tavsiyesi veya yardımı olduğunda… O da sadece ihtiyaç duyduklarında. Ailemden olmayan gençlerle çok daha iyi anlaşıyorum ama ailemden olanlarla yani kardeşlerimle istediğim türden ilişkileri, muhabbetleri dışardaki gençlerle yaptığım gibi yapamıyorum maalesef. Sebebini ben de bilmiyorum ama keşke bir çözüm bulabilsem bu duruma.
Ailelerin Disiplinli Olması Gerekiyor
Ailelerin disiplinli olması gerekiyor. Örnek veriyorum, bizim ev için sabit bir akşam yemeği saati yoktur. Çok büyük bir hata. Bir zamanlar beraber yerdik ancak yaşlar büyüdükçe çevre artıp, evde geçirilen zaman azaldıkça birlikte olma miktarı da azalıyor. Bu sebepten aile bireylerinin katılım zorunluluğu olan faaliyetler olmalı. Bunu sadece akşam yemeği olarak düşünmeyelim bu bir sohbet ortamı, kitap tahlil ortamı veya bir film olabilir ama katılım zorunlu olmalı. Haricen ekleyecek olursak, aile reisi her konuda kararlı, istişareli ve mantıklı olmalı, mantıksal olarak sorgulanmayacak adaletli kararlar alındığında fikir ayrılıkları ve bundan kaynaklı tartışmaların de önüne geçilmiş, bireylerin eve bağlılığı artmış olur. Ben aile ortamının ancak bu şekilde iyileşebileceğini düşünüyorum.
Aile Kıymet Katar
Hayrunnisa Güngör / İstanbul Üniv. Yüksek Lisans Öğrencisi
Bazı zamanlar ablama ya da anneme bir davranışından dolayı kızıyorum: “Neden başka türlü davranamıyor? Olaylara neden başka bir açıdan bakamıyor?” Sonra gün geliyor, tam da aynı şeyleri yaptığımı görüyorum. Bir an bile düşünmeden aynı tepkiyi veriyorum. Yazılmamış bir kanundur: Birlikte yaşadığımız insanlardan bir parçayız. Ne kadar kızsak da yanlış bulsak da bu hayatı yaşamayı ailemizden öğreniyoruz. Onlarla benzer adımlar atıyor, benzer hatalara düşüyoruz. Kendi ailem de olmak üzere pek çok aile var etrafımda. Her birinin hali “dışı seni yakar, içi beni” durumunda. Dışardan mükemmel gözüken ailelerin derdi içinde gizli. Kapalı kapılar ardında asla hayal edemeyeceğimiz şeyler dönebiliyor.
Suskun Anne Babaların Suskun Çocukları Var
Çocuğun hayatının ilk yıllarındaki anne babayla ilişkisi, onun yaşanacak bütün ilişkilerini etkiliyor. Bir kısmımız bundan haberdar olmayan anne babalarla büyüdük. Oğlunun ya da kızının üzerine fırlattığı tek bir kelime anne babaya sabahı sabah ettirebiliyor. Bir kısmımız bundan haberdar olmayan evlatlarla yaşıyoruz. Hayatı adımlarken ailemizden ve çevremizden görerek içselleştirdiğimiz davranış kalıpları ve düşünme biçimleri var. Anne babasından sevgiyi duymadığı için bunu kendi evlatlarına da hiç söylememiş ebeveynler var. Bu ebeveynlerin sevgiyi hiç duymadığı için bunu söylemeye çekinen evlatları var. Konuşmayı sevmeyen, suskun anne babaların, onlarla hayatlarında olup biteni paylaşmayan evlatları var. Nihayetinde herkes ektiğini biçiyor. Muhabbet eken karşılığında bir dolu sevgi biçiyor. Sessizlik eken tek kelime edilmeden geçirilen akşamlar biçiyor. Ailesinin sevgiyi dile getirme, muhabbeti sürdürme yönündeki kabiliyetlerinin farkında olan gençler ise ebeveynlerinin bunlara güç yetiremediği durumlarda kendi kendisini iyileştirmeye ve daha neşeli ve sevecen çocuklar yetiştirmek için zinciri kırmaya çalışıyor.
Aile Olmak Bir Zanaattır
Şurası kesin: Aile olmak bir zanaattır. Seven, destekleyen, konuşan bir aileye mensup olmak, güzel bir ailenin ürünü olmak bizi kıymetli bir eser haline getirebilir. Ancak bir başka ailede, her evde bir örneği bulunan eşyalardan biri olabiliriz. Lakin bizim bu dünyadaki sorumluluğumuz gayret etmekle başlar. Alıştığımız, sığındığımız suskunlukları cesaretle kırabiliriz. Kıymetli bir eser olma gayretimizi sürdürebiliriz. Ben, her akşam ailemle oturup o gün olan bitenler hakkında sohbet edeceğim. Genç kardeşim, sen de benimle misin?
GENÇ'ın Yazısı.