Genelde 2-3 yazısı reddedilenler dergiye küser, hatta hakaret ederek ayrılırlarmış. Bir daha da yazı göndermezlermiş. Benim maşallahım varmış, aylardır uğraşıyormuşum. Garipsedim elbette, ucunda Genç’te yazar olmak varsa neden uğraşmayacaktım ki...

Sanırım 2009 yılıydı... Mehmet Lütfi Arslan Abi ile mail üzerinden kısa bir tanışma serüvenimiz olmuştu. Bana “Üslubun, Genç’in üslubuna yakın gibi duruyor, istersen dergiye yazmak için seni editörümüzle tanıştırayım.” demişti. Ben de sevinçle “Olur elbette.” demiştim ama araya üniversite hazırlık dönemi girince biraz kaynamıştı.

Bir yıl sonra Sakarya’da üniversite kazanınca ilk işim Genç’e mail atmak oldu. Dedim ki “Ben hazırım... Derginizde yazmak istiyorum. Dosyalara katkı sunabilirim, isterseniz bir köşe bile hazırlayabilirim.” Derginin editörü çok nazik bir cevap vermiş, yazışmalar ilerleyince beni aramıştı. Biraz sohbet etmiştik, hatta dergi merkezine davet etmiş, yüz yüze de tanışalım demişti. Bir dergi editörü tarafından değer verilmek çok güzel bir duyguydu. Bir de Genç gözümde çok büyük bir dergiydi. Türkiye geneli yayın yapıyordu, muhtemelen binlerce tirajı vardı, saygındı, güçlüydü...

Reddedilen Yazıların Gözyaşları

Gel zaman git zaman, Genç’e ilk yazılarımı göndermeye başladım. Doğrusu vasat yazılardı ama ben kendime güveniyordum. Önceden dergi çıkarmışlığım da olduğu için kesin yayınlarlar diye düşünüyordum... İlk yazım reddedildi. Dergimizin nazik editörü yine tatlı tatlı mailler atıyor, hiç üzülmemem gerektiğini, bu sürecin son derece normal olduğunu söylüyordu. Ceberut yayın kurulundan geçmem için biraz uğraşmam, dili ustaca kullanmaya çalışmam ve ilgi çekici konular bulmam gerekiyormuş. O iş bende dedim. Hemen akabinde yazdığım ikinci ve üçüncü yazılarım da reddedilince biraz moralim bozulmuştu doğrusu. O işte tam olarak bende değilmiş, anlamıştım. Peki, o halde başka bir yolla dergiye girmeye çalışayım dedim. Kendi çapında meşhur biriyle, önceden dergi editörünü de haberdar ederek iletişim kurdum, o zamanın en etkili iletişim aracı olan MSN Messenger üzerinden bana sorarsanız efsane bir söyleşi yaptım. Dedim ki bunun yayınlanmaması mümkün değil. Artık hasret bitecek, güzel günler başlayacaktı. Fakat kötü haber tez geldi, o söyleşi de reddedilmişti. Sonra bir yazı daha, bir yazı daha. Muhtemelen 6-7 ay kadar uğraştım. Hepsi geri çevrildi...

Sen Neden Küsmüyorsun?

Bu arada yüz yüze tanışmak için Sakarya’dan İstanbul’a gitmiş, çok sıcak bir ortamla karşılaşınca ara ara uğramaya başlamıştım. Her gelişimde derginin nazik editörü benimle özel ilgileniyordu, hatta dışarıya çıkıp kısa sahil yürüyüşleri yapıyorduk. Acaba herkese mi öyle davranıyordu? Bilemezdim. Ona göre, genelde 2-3 yazısı reddedilenler dergiye küser, hatta hakaret ederek ayrılırlarmış. Bir daha da yazı göndermezlermiş. Benim maşallahım varmış, aylardır uğraşıyormuşum. Garipsedim elbette, ucunda Genç’te yazar olmak varsa neden uğraşmayacaktım ki...

Sonra bir gün o müjdeli haber geldi çattı. Aylardır didindiğim hayalim gerçekleşmiş, yazım o ceberut yayın kurulunda kabul edilerek dergiye girmişti. O kadar mutluydum ki, dünyalar benim olmuştu. Kendimi galiba onaylanmış, icazetini almış bir yazar olarak hissetmiştim. Artık hiçbir yazım reddedilmez gibi geliyordu. Nereden bilebilirdim ki yazarlık dediğimiz şeyin hiç “oldum” denilecek bir şey olmadığını. Diğer adının yolda olmak olduğunu. Bazen iyi, bazen kötü yazılar yazabileceğimizi. “Yazarlık tutulması” diye bir şeyin her an başımıza gelebileceğini. Sonra nereden bilebilirdim ki o ilk yazı sonrası staj için yaz dönemini Genç Yazı İşleri’nde geçireceğimi. Derginin o nazik editörü, yani Süleyman Ragıp Yazıcılar Abi ile dostluk kuracağımızı, Lütfi Abi ile muhabbetli bir bağımız olacağını, yıllar sonra “Gel birlikte çalışalım.” diyeceklerini...

Mail Kullanımının Püf Noktaları

8 yıldır sürmekte olan Genç Dergi ekibinde yer alma hikayemin kısa özeti böyleydi. Belki yüzü aşkın yazı hazırladım, onlarca söyleşi yaptım, dosyalara katkıda bulundum. Ara ara reddedilen yazılarım elbette oldu. Yine hâlâ “olmadım”. Ama o yaz stajında metin dünyasının inceliklerine, dergiciliğe, insani ilişkilere dair pek çok kıymetli şey öğrendim. Sonradan anladım ki asıl önemli katkılarından biri Süleyman Abi’nin mail kullanım sanatı hakkındaki vaazı olacaktı. Evet düpedüz bir vaaz ile karşılaşmıştım. Önce adım soyadımla güzel, temiz bir mail hesabı açacaktım. Fotoğrafımı yükleyecek, profilimi doğru bir şekilde dolduracak, her maili özenli atacak, imlalara dikkat edecektim. Zamanla başka şeyler de öğrendim. Yıllar içinde hasbelkader yolculuğumuz dergicilik, yayıncılık ve editörlük üzerinden ilerlediği için mail, günlük hayatımızda en sık kullandığımız iletişim araçlarından birine dönüştü. Ve her gün inanılmaz korkunç maillerle karşılaştıkça bir fırsatını bulup, sağlıklı mail nasıl kullanılır, bu işin püf noktaları nelerdir diye dilimin döndüğünce bazı hatırlatmalarda bulunmak istedim. İşte aşağıdaki maddeler böyle ortaya çıktı:

- Size gelen her maili mümkün olduğunca cevaplamalı, her attığınız maili en üst devlet makamına yazıyor gibi özenli yazmalısınız.

Bana Konuyu Söyle...

- Mail atarken lütfen konu bölümünü boş bırakmayınız. (konu yok) başlıklı mailleri okumadan silesimiz geliyor, küfür etmiş gibi oluyorsunuz.

- Konuyu yazdıktan sonra maile lütfen nazik bir hitapla başlayınız. Merhabalar, Selamun Aleyküm, S.A, Hayırlı Günler sonsuz seçeneklerinizden birkaçı. Ardından başlangıç düzeyi nezaket için hal hatır sorunuz. Pata küte konuya girmek çok güzel bir yol olmayabilir.

- Ne anlatmak istiyorsanız lütfen çok sade, öz bir şekilde izah ediniz. Kimsenin upuzun, makale kıvamındaki mailleri okumaya vakti ve enerjisi yok.

İmla Herkese Lazım

- Türkçenin tüm imla kuralları, büyük küçük harfler, noktalamalar, de/da ayrımı, ki, tabii gibi kullanımlar aynen mailde de geçerlidir. Dilimiz çok zengin ve kıymetlidir. Az bir dikkatle daha temiz metinler çıkarabiliriz.

- Tek bir paragraf yerine kısa cümlelerle çok paragraf yaparak yazmak, rahat okunma açısından daha iyi bir yol olabilir.

- Karşılıklı bir yazışma varsa “yanıtla” kısmından devam edebiliriz, her bir cevabı ayrı mail olarak göndermek dağınıklığa ve karışıklığa yol açacaktır.

- İlk kez tanıştığınız birine, bir mail grubuna, bir dergiye ya da yayınevine yazıyorsanız, hele bir yazı ya da dosya gönderiyorsanız, kendinizden hiç bahsetmeyen, nereye niçin gönderdiğiniz belli olmayan maillerinize, yazılarınıza, şiirlerinize, öykülerinize, kitap taslağınıza cevap alamamanız çok normal olmaz mı?

Karıştırılan Bir Detay

- Aynı anda birden fazla kişiye mail atıyorsanız ve birbirlerini görmemelerini istiyorsanız hepsini “bcc” kısmına ekleyiniz ama mailinizin toplu olduğunu bir şekilde ifade ediniz. Maili bir kişiye gönderecekseniz ama başkalarının da görmesini istiyorsanız esas kişinin mail adresini normal kısma, diğerlerini “cc”ye ekleyiniz. Yine durumu izah ediniz. Bu detayı bilmeyenler genelde karıştırırlar. Hiç alakamızın olmadığı bir whatsapp grubuna düşmüş gibi oluveririz.

- Mailde lütfen tuhaf renkler, gereksiz bold’lar, italikler, ciddiyetten uzak fontlar kullanmayınınız. Büyük harfle yazmanız bağırmak manasına gelir, metnin tamamını büyük harfle yazmayınız.

- Ekte diyerek bir dosya göndereceksiniz ekte olup olmadığını o büyülü gönder tuşuna basmadan önce bir kez daha düşününüz.

Daima Nezaket

- Mailinizi yine asgari nezaket kuralları çerçevesinde iyi dileklerle sonlandırınız. Gerekiyorsa iletişim bilgilerinizi yazınız.


Yusuf Temizcan'ın Yazısı.