Aslı Toprak

Herkes kitle kültürü içinde kütleleşirken sen “görünmekten” ve “görülmekten” hoşlanmıyorsun. Bu yüzden sanal sayfalarda özenle poz verilmiş fotoğrafların yok. Bu yüzden hareketlerin aşırı değil, ses tonun kitaba uygun, bakışların yerde… Bu yüzden birileri alışveriş torbalarına naylon çiçek gibi yapışırken, sen bir çınar gibi edep toprağında kök salıyorsun.  Birileri incir ağacı olup evler yıkarken, sen Huş ağacı olup evlere direk oluyorsun. Eski zaman padişahları gibisin kendini göstermeyerek güçleniyorsun. Çünkü ancak görülenler denetlenir, harcanır ve tüketilir, kendini göstererek var olacağına inananlar zevk-estetik kategorisinde eriyip yok olur.

Ama bil ki, “Başörtülü hanım” denetlemeye meraklı modacı-zevk tacirleri iş sana gelince dumura uğruyor. Senin var olduğunu görmek “edebi devre dışı bırakmış başörtülü bayan” görmekten daha çok yıpratıyor onları.

Beni yanlış anlama seni melekleştirmeye çalışmıyorum. En büyük hatayı seni bir yerlere koyarak tanımlayanlar yapıyor. Biliyorum. Bir kısım zevat Osmanlıyı yüceltip kutsayarak seni o dönemin kadınları gibi kusursuz(!) görmek istiyor; bir kısım zevat ise Kemalizmi kutsayarak seni pür kusur olarak tanımlıyor. Geleneksel diyorlar, modern diyorlar, ‘ultramodern-postmodern’ diyor kimi de. Tüm zamanlar değişim ve dönüşüm geçirirken senin kadim bir kitap gibi hiç bozulmadan bu çağa gelebileceğini sananlar en başta sana haksızlık ediyorlar. “Yaşasın küçük öyküler” diye başlayan postmodern dönem elbette sana dokunmadan geçemez. Sanayi devrimi ile ortaya çıkan “uçan mekik” elbette senin gömleğine dokunmadan sadece kendi yolunda zikzaklar çizemez. İcat edilen dikiş makinesi elbette senin yakanı daha düzgün, kıyafetini daha muntazam gösterecek. Elbette kendi sorumluluklarını senin sırtına yüklemeye çalışan erkek senden her zaman daha fazlasını bekleyecek. Kendi bakışından, sakalından, edebinden, helal kazanç yollarından taviz vererek tükenirken senin daima üretmeni bekleyecek. İlginçtir başaracaksın bunu çoğu zaman.

Çelişkiler dünyasında hayatını dine göre düzenlemeye çalışman ne büyük cihat. Yozlaşmaya direnmen ne büyük savaş. Başörtüsünü edep çizgisinden saptırmak isteyenlere karşı orda öylece durman ne büyük sevinç…

Birileri seni “hak ve özgürlükler” çerçevesine çekip sıkıştırmaya çalışırken sen Kur’an ve ayetlerle ilerleyeceksin kendi çizdiğin o kutlu yolda. Senin devlet okullarında okurken özgürleşeceğini, modern dünya kadını haline geleceğini, salonlarda dans edeceğini düşleyen zihniyet;  70-80li yıllarda senin başı açık olarak girdiğin üniversiteden başı kapalı çıktığını gördüğünde nasıl da afallamıştı. Özgür düşünen kişi hayatından dini çıkarırdı oysa(!). Makyavel din ile siyaseti, Galileo bilim ve dini, Dekart felsefe ile dini bu düşünce ile ayırmamış mıydı? Sen özgürleştikçe tortulardan sıyrıldın inadına. İnadına hayatını din düzenledi, din tasarruf etti.

Çelişkiler dünyasında hayatını dine göre düzenlemeye çalışman ne büyük cihat. Yozlaşmaya direnmen ne büyük savaş. Başörtüsünü edep çizgisinden saptırmak isteyenlere karşı orda öylece durman ne büyük sevinç…

Sokaklar iktidar mücadelesi vermeye çalışan insanlarla dolu. Kıyafetlerinin markası ve fiyatı ile asil olacaklarını sanıyorlar. Oysa bu çok eski bir gelenek değil midir? Eskiden Avrupa’da soyluluk kıyafet ile belirlenirmiş. Asil olanların giydiğini halk giyemezmiş. Bir nevi “ye kürküm ye” sendromu. Şehrin kozmopolit yapısında kıyafetler ile üstünlük kuracağını sananlara inat sen “takva” ile üstün olmak gayretindesin. Bu yüzden modacıların “sattı-satmadı” kaygısı seni ilgilendirmiyor. Her çıkana saldırmadığın için birileri de sana saldırmayacak unutma. Çünkü postmodern yazarlar terzi gibidir kıyafeti biçerken kimlik de biçerler insana.  ‘Mini etekli başörtülü kadın’ kalıbını tüm ülkeye yetecek sayıda çoğaltırlar. Senin de gün gelip bu kalıba gireceğine canı gönülden inanırlar. Oysa tesettürün ne demek olduğu senin iliklerine kadar işlemiştir. Allah’ı kandıramayacağını bilirsin.

Sen uzak zamanlardaki bir evde yaşıyorsun kendince. Yanında Hz. Hatice karşında Hz. Ayşe... Sonra birileri dürterek yeniden bulunduğun zaman dilimine döndürüyor seni. Bu kolay olmuyor. Acı veriyor biliyorum. “Evine geri dönene eşik yüksek gelir” demiş eskiler. O evden her çıkışında yeniden zevk-hız-ego dünyasına döneceğini bilmek seni üzüyor. Belki de bu üzüntün ile şekilleniyorsun Cenabı Mevla’nın merhamet cennetinde…

Bilsen şu halinle ne kadar güzelsin.

Ellerini uzatıyorsun zarifçe, infaka ve sadakaya alışkın ellerin kimseyi incitmiyor. Diz çöktüğünde parmakların hafifçe birleşiyor, boynun hafifçe bükülüyor, ilim meclislerinde bir kardelen gibi büyüyorsun. Sesini daha çok içinde tutuyorsun. Bu yüzden konuşmaya başladığın an herkes susuyor. “Az söyleyenin sesi keskin olur” derler sen de öylece kesiyorsun etrafında sürgün veren gereksiz sözleri.

Kanadı kırık, tüyü tüsü yoluk bir kuş görsen alıp göğsüne bastırıyorsun. Herkes içtikçe acıkır dünyaya, sen içmeden doyuyorsun.

Yüzünü eğme öyle, senin edebini dünyaya duyurmak için hanendeye ihtiyaç yoktur. Sen kulaklar tıkalı iken bile duyuluyorsun.

Usulca dokunuyorsun arkadaşının omzuna ve soruyorsun:

“Başörtüsü yasak peki ya edep örtüsü?”

Sen içimizde ölmek üzere olan o çocuğu büyütüyorsun…


GENÇ'ın Yazısı.