Varlıklar arasında eşi, benzeri ve zıddı bulunmayan tek varlık Allah’tır. O’nun dışındaki bütün varlıkların benzeri ya da zıddı bulunmaktadır. Yaratılan bütün varlıkların eş veya zıt çiftler halinde yaratılmasının hikmeti Allah’ın birliğini, eşsizliğini vurgulamak içindir.

Sorunun ortaya konulması

Bir önceki yazımızda şeytanın nasıl bir varlık olduğundan, insanlar üzerinde ne gibi etkileri olduğundan söz etmiştik. Bu yazıda ise böyle kötü karakterli bir varlığın yaratılmasının sebep ve hikmetleri üzerinde duracağız. Soruyu şu şekilde ortaya koyabiliriz: “Madem ki şeytan insanları saptırmaya çalışan kötü bir varlık, öyle ise niçin böyle bir varlık yaratıldı? Allah niçin böyle bir varlığın insanları saptırmasına izin verdi ve müsaade etti? Şeytan yaratılmamış olsaydı insanlar hep iyilik mi yapardı? Kötülük olmaz mıydı?”

Allah, hiçbir varlığı “şeytan olarak” yaratmadı!

Öncelikle bilinmesi gereken nokta şudur: Rabbimiz hiçbir varlığı yaratılışta “kötülük ve bozgunculuk etsin, insanları yoldan çıkarsın” diye yaratmamıştır. Buna İblis de dâhildir. Bir önceki yazımızda da belirttiğimiz üzere İblis, Hz. Âdem yaratılmadan önce Rabbine kulluk eden bir varlıktı. Âlimlerimizin çoğunluğu İblis’in cinlerden olduğunu, bununla birlikte Rabbine çok dua ve ibadet etmesi sebebiyle meleklerin arasında onlarla birlikte ibadete katıldığını belirtirler. Varlık âleminde, irade sahibi olup imtihana tabi tutulan iki varlık türünden biri insanlar diğeri de cinlerdir. Gerek insanlar, gerekse cinler yaratılıştan temiz, imana yatkın bir şekilde yaratılırlar. İblis de bu kuralın dışında değildir.

Ne zaman ki Hz. Âdem yaratıldı ve Rabbimiz, meleklere hitaben Hz. Âdem’e secde etmelerini emretti işte o zaman İblis, kendi kibir, haset ve inadına kapılarak Hz. Âdem’e secde etmedi. Daha da kötüsü işlediği bu günahın arkasında durdu, kendince bahaneler ileri sürdü. Kendi işlediği kötülüğün faturasını Yüce Yaratana kesmeye kalkarak şöyle dedi:

“Beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” (A’raf, 16)

İblis, Rabbimizin meleklere Hz. Âdem önünde secde etmelerini emretmesini kendi akıl ve mantığına sığdıramadığından bu emrin kendisini azdırdığını söylemiş, itaatsizliğinin ardında Yaratanın emrinin olduğunu söylemiştir. Rabbimiz de onu kendi rahmetinden kovmuş, daha önce birlikte ibadet ettiği meleklerin arasından uzaklaştırmıştır. Bu kovulma ve uzaklaştırmanın neticesi olarak insanı kendisine düşman belleyen İblis, kendi düştüğü duruma insanı da düşürmek için “şeytan” olmayı kendi istek ve iradesiyle istemiştir. Allah da buna müsaade etmiştir. Bu konu âyetlerde şu şekilde anlatılmaktadır:

Hani Rabbin meleklere demişti ki: “Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım. Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!” Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler. Fakat İblis hariç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı. (Allah:) Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir? dedi. (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi. Allah şöyle buyurdu: Öyle ise oradan çık! Artık kovuldun! Muhakkak ki kıyamet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır! (İblis:) Rabbim! Öyle ise, (varlıkların) tekrar dirileceği güne kadar bana mühlet ver, dedi. Allah buyurdu ki: “Sen mühlet verilenlerdensin. Allah katında bilinen vaktin gününe kadar...” (İblis) dedi ki: “Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna.” (Allah) şöyle buyurdu: “İşte bana varan dosdoğru yol budur. Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna. Muhakkak cehennem, onların hepsine vâdolunan yerdir.” (Hicr, 28-43)

Demek ki Allah, doğrudan “şeytan” yaratmamış, İblis, kendi hür iradesiyle Allah’a kafa tutarak şeytan olmayı kendisi tercih etmiştir. Burada şu soruyu soralım: “Allah, niçin İblis kendisine itaatsizlik ettiğinde onu helak etmedi de ona mühlet verdi, insanları saptırma konusunda izin istediğinde ona niçin müsaade etti?”

İblis’in Şeytanlaşmasına Niçin İzin Verildi?

Önce bir genel kuraldan söz edelim:

“Kur’an’ı anlamanın önündeki en büyük engellerden birisi de âyetlere bütüncül yaklaşmayıp parçacı yaklaşmaktır. Kur’an’da İblis’in şeytanlaşma sürecine yedi farklı sûrede temas edilir. Bu aktarımların hiçbiri diğerinin tıpatıp aynısı olmayıp her birinde diğerinde yer verilmeyen bir bilgiye yer verilir. Bunun için herhangi Kur’an’da yer alan herhangi bir meseleyi tam olarak anlayabilmek için o konuya ilişkin bütün âyetleri bir arada değerlendirmek gerekir.”

Şimdi bu genel kuralın uygulaması mâhiyetinde bir husustan söz edelim. Kur’an’da İblis’in kıssasının anlatıldığı yerlerden birinde sanki onun insanları saptırmak, onların ayaklarını kaydırmak üzere Allah tarafından özel olarak görevlendirilmiş olduğu gibi bir anlam anlaşılmaktadır. İsra sûresinde olay şöyle anlatılır:

“Meleklere: Âdem’e secde edin! demiştik. İblis’in dışında hepsi secde ettiler. İblis: “Ben, dedi, çamurdan yarattığın bir kimseye secde mi ederim!” Dedi ki: “Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!” Allah buyurdu: “Git! Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası cehennemdir. Tam bir ceza! Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun.” Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vâdetmez. “Şurası muhakkak ki, benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. (Onları) koruyucu olarak Rabbin yeter.” (İsrâ, 61-65)

Âyetlerin öncesi ve sonrası (siyak-sibak) arasındaki ilişkiyi dikkate almayıp yalnızca “Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun.” âyetini bulunduğu bütün içerisinden cımbızla çektiğimizde İblis’e şeytanlık görevinin bizzat Allah tarafından verildiği gibi bir anlam çıkacaktır. Ancak konuya öncesi ve sonrasıyla, hatta başka sûrelerdeki ilgili âyetlerle birlikte baktığımızda burada İblis’e şeytanlığın emredilmediğini, böyle bir görevin ona Allah tarafından yüklenmediğini, yalnızca İblis’in bu yöndeki isteğine “tamam öyleyse, elinden geleni ardına koyma, ne yapabiliyorsan yap!” şeklinde tehditvari bir şekilde müsaade edildiğini görürüz.

Burada şuna dikkat etmek gerekir: Rabbimiz her ne kadar şeytana kulları saptırmak için izin ve müsaade vermiş olsa bile şeytanın yaptığı işe ve şeytana uyanların yaptığı fiillere rızası yoktur. Rıza başka, izin ve müsaade başkadır. Nitekim Rabbimizin, şeytan olmak için izin isteyen İblis’e “hesap gününe kadar lanetim senin üzerindedir” (Sad, 78) onun yaptıklarından razı ve memnun olmadığını açıkça göstermektedir.

Bunu günlük hayattan bir örnekle daha anlaşılır hale getirelim: Öğretmen, öğrencilerini imtihan yaptığında onların tümünün bu sınavda başarılı olmalarını ister, buna razı olur. Bununla birlikte sınav esnasında onlara soruları yanlış cevaplama, yanlış şıkları işaretleme izin ve müsaadesi verir. Sınav esnasında dolaşırken öğrencilerinin yanlış yaptığını görür ama imtihan gereği buna ses çıkarmaz. Onun buna ses çıkarmaması, öğrencilerin yanlış yapmasından memnun ve hoşnut olduğu anlamına gelmez.

Şeytanın her istediği zaman dilediği kula musallat olması ve onu saptırması söz konusu değildir. Rabbimiz, şeytanın kimlere musallat kılındığını şu âyetlerde beyan etmiştir:

“Kim Rahmân’ın zikrinden (Kur’an’dan / Allah’ı anmaktan) yüz çevirirse, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. O şeytan dostu kimse, en sonunda bize gelince arkadaşına: “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın!” der. [Allah da hem saptırıcı olan şeytana hem de onun saptırdığı kimseye şöyle der:] “Zulmettiğiniz için bugün (pişmanlık) size hiçbir fayda vermeyecektir. Çünkü siz, azapta ortaksınız.” (Zuhruf, 36-39)

Şimdi bu izin ve müsaadenin hikmetleri üzerinde kafa yoralım.

Şeytana Müsaade Edilmesinin Hikmetleri:

1. Allah’ın İsim ve Sıfatlarının Varlıklar Üzerinde Yansıması (Esma ve Sıfat Tecellisi)

Rabbimizin çeşitli isim ve sıfatları bulunmaktadır. Bütün bir varlık âlemi bu isim ve sıfatların yansımasından ibarettir. Mesela doğan her canlı varlık Allah’ın “el-Muhyî (Hayat veren)” ismine aynalık yapar. O aynada o isim tecelli eder. Bu dünyadaki yaşamı sona erip ölen her varlık, Allah’ın “el-Mümît (Öldüren)” ismine aynalık yapar. Hayvanların yavrularına olan şefkat ve merhameti, gökten canlıların ihtiyaç duyduğu yağmurun inmesi Allah’ın “er-Rahmân (merhamet sahibi)” isminin bir yansımasıdır. İnsanlar için yaratılmış olan faydalı şeyler Allah’ın “en-Nâfi’ (Fayda veren)” ismine aynalık yaparken zararlı şeyler de Rabbimizin “ed-Dârr (Zarar veren)” ismine aynalık yapmaktadır. Böylece kâinattaki her varlık Allah’ın isimlerine aynalık yapmakta, O’nu bize tanıtmaktadır.

Allah’ın isimleri arasında kendisine itaat edenlere iyilik etmesiyle ilgili olanlar olduğu gibi büyüklük taslayan, kendisinin emir ve yasaklarına karşı çıkanlara yönelik yaptırımlarının olduğu isimler de yer almaktadır. Bu manada şeytan Allah’ın “ed-Dârr (Zarar veren)”, “el-Mudill (Yoldan saptıran)”, “el-Müzill (Zillete düşürüp hor ve hakir kılan)”, “el-Muntakim (İntikam alan)” gibi bir takım isimlerine ayna vazifesi görmektedir.

2. Varlıkların Çiftler Halinde Yaratılması (Çift kutuplu varlık) Kanunu

Varlıklar arasında eşi, benzeri ve zıddı bulunmayan tek varlık Allah’tır. O’nun dışındaki bütün varlıkların benzeri ya da zıddı bulunmaktadır. Yaratılan bütün varlıkların eş veya zıt çiftler halinde yaratılmasının hikmeti Allah’ın birliğini, eşsizliğini vurgulamak içindir.

Bütün varlıkların çiftler halinde yaratıldığı şu âyette vurgulanmıştır:

“Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah’ı tesbih ve takdis ederim.” (Yasin, 36)

Çiftler halinde yaratılma kanunu varlıklar arasında söz konusu olduğu gibi varlıkların sıfatları arasında da söz konusudur. Cennet-cehennem, gök-yer, gece-gündüz, soğuk-sıcak, acı-tatlı, yaz-kış, ölü-diri, genç-yaşlı, iyi-kötü şeklindeki çiftler bu kanunun sadece birkaç örneğidir.

Rabbimiz, her türlü günahtan uzak, mutlak itaat sahibi varlıklar olan melekleri yaratınca bu varlık türünün tam karşısında yer alan kategori için de bir varlık türünün olması kaçınılmazdı. Allah her ne kadar doğrudan “bozguncu”, “asi”, “dikbaşlı” bir varlık yaratmamışsa da “varlığın çift kutuplu olması” kuralı gereği İblis’in bu şekilde olmasına müsaade etmiş, böylece kural delinmemiştir. Bir tarafta günahsız olan ve insanların hayrını isteyip onlar için dua eden, onlara iyilik ve hayrı ilham eden melekler, diğer tarafta kendisi günaha batmış olup başkalarını da günaha çekmeye çalışan şeytanlar.

3. İnsanların imtihanlarına vesile kılmak için (Sebeplilik Kanunu)

Rabbimiz bu dünyada her şeyi bir takım sebep ve vesilelere bağlamıştır. Mesela yağmuru yaratan Allah olduğu halde bulutu yağmurun sebebi kılmıştır. Kulların ihtiyaç duyduğu ısı ve ışığı yaratan Allah olduğu halde güneşi buna sebep kılmıştır. Şifayı yaratan Allah olduğu halde ilacı ve doktoru buna sebep kılmıştır. İnsanları doyuran, açlıklarını gideren Allah olduğu halde besinleri buna sebep kılmıştır.

Bu sebeplilik kanunu, insanların imtihan hayatında da geçerlidir. İnsanlar, kulluk imtihanlarında ya Rabbimizin çizdiği doğrultuda hareket ederek doğru yol (hidâyet) üzere bir hayat sürerler veya doğru yoldan saparak, bu yola girmeyerek dalalete saparlar. Doğru yolda olmayı hak eden insanları doğru yola sevk eden (el-Hâdî) ve dalalet üzere bulunmayı hak edenleri doğru yoldan saptıran (el-Mudill) varlık Allah olduğu halde bunlar için de bir takım sebepler yaratmıştır. Rabbimiz insanları doğru yola sevk etmek üzere peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Kitaplar ve peygamberler insanların doğru yola sevk edilmesi için birer sebep ve vesiledir. Aynı şekilde bir imtihan olmak üzere insanları doğru yoldan saptırmak, onlara vesvese vermek üzere de şeytana izin ve müsaade verilmiştir. İmtihanda bulunan insan için yalnızca doğru yolu gösteren vesilelerle yetinilmiş olsaydı imtihanın bir anlamı olmazdı.

İnsanın imtihanında melekler insanın hayır ve felâhı için uğraşırken şeytanlar da insanın şerri ve fesadı için uğraşırlar. Bir hadiste bu durum şöyle dile getirilir:

“Muhakkak ki şeytanın Ademoğluna yaklaşması [vesvesesi] söz konusu olduğu gibi meleğin de insanoğluna yaklaşması [ilhamı] söz konusudur. Şeytanın yaklaşması kötülüğü ve hakkı yalanlamayı telkin etmesi şeklinde olur. Meleğin insana yaklaşması ise iyilik yapma ve hakkı tasdik etmeyi telkin etmesi şeklinde olur. Kim ki bunu [meleğin kalbe doğurduğu ilhamı] hissederse Allah’a hamd etsin. Kim de diğerini [şeytanın vesvesesini] hissederse kovulmuş şeytandan Allah’a sığınsın.” (Tirmizî, “Tefsîru’l-Kur’ân”, 3)

4. İnsanı sürekli uyanık bulunmaya teşvik için

Bir kimse sürekli düşmanın saldırı tehlikesi altında bulunuyorsa gaflete düşemez, sürekli uyanık bulunması gerekir. Düşmanı bulunmayan, hayatında risk olmayan bir kimse için uyanık bulunmak diye bir şey söz konusu olmaz. Rabbimiz, daha Hz. Âdem’in cennete konulması anından başlamak üzere şeytanın insana nasıl düşmanlık ettiğini, her fırsatı kolladığını, insanın ayağını kaydırmak için her yola başvurduğunu belirterek insanları sürekli uyanık bulunmaya teşvik etmiştir. Her an saldırıya hazır sinsi bir düşmanımızın olduğunu, bizim görmediğimiz durumda onun bizi gördüğünü, ayağımızı kaydırmak için her türlü yol ve çareye başvuracağını bilmek bizleri attığımız ve atacağımız her adımda dikkatli ve uyanık olmaya teşvik edecektir. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurur:

“Muhakkak ki şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.” (Fâtır, 6)

“O (şeytan) ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.” (A’raf, 27)

Düşmanla sürekli mücadele halinde bulunmak insanın kabiliyetlerini geliştirir, onu körelmekten kurtarır. İnsan şeytanla mücadele ettikçe iradesi güçlenir, Allah’a olan yakınlık ve bağlılığı daha da artar.

5. Allah’a karşı dik başlılık etmenin kötü sonuçları bilinsin diye

Rabbimiz dileseydi İblis kendisine isyan ettiğinde onu helak edebilirdi. Bu durumda tıpkı tarih boyunca varlık sahnesinden silinip giden, helak edilen diğer toplumlar gibi İblis de tarih içinde yerini alır, belki de unutulur giderdi. Cenab-ı Hak ise kendisine dik başlılık etmenin, emri tutmamanın ve kibirlenmenin ne kadar vahim sonuçlara yol açtığını her daim canlı bir şekilde hatırlatmak üzere İblis’i helak etmemiştir. İblis emre itaatsizlik ederek işlediği ilk kötülükle yetinmemiş, buna kıyamete kadar sürecek daha büyük bir kötülük ekleyerek “şeytan” olmak istemiştir. Rabbimiz buna da müsaade etmiştir ki Allah’a isyan ve dik başlılığın, tek bir günahla kalmayıp peşinden başka günahları da getireceği herkes tarafından bilinsin.

6. Allah’a kulluğumuzu hakkıyla yerine getirme

Sinsi ve zorlu bir düşman karşısında insanın yapabileceği en önemli şey bir yandan mücadele ederken bir yandan da o düşmana karşı kendisini koruyup kollayacak, yardım edecek güçlü bir dayanak ve sığınmak aramaktır. Şeytanı bilen her mümin, şeytanın da bütün varlıkların da dizginlerini elinde tutan âlemlerin Rabbine sığınmaktan başka çaresi olmadığını bilir, her daim O’ndan yardım ister. Böylece kulluğun en önemli işlevi olan “sığınma”, “tevekkül etme”, “yardım dileme”, “korkma”, “ümit etme” gibi unsurlarını gerçekleştirmiş olur. Öyle ki Rabbimiz kendi elçisi Hz. Muhammed’e (s.a.v.) bile şöyle buyurmuştur:

“De ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım, Rabbim!” (Mü’minûn, 97-98)

Gerek İblis gerekse cinlerden ve insanlardan bazılarının şeytanlık yapmasına müsaade edilmesinin bizim bilemeyeceğimiz daha nice hikmetleri bulunabilir.

Son sözümüz, her işimizde söylediğimiz ilk sözümüz gibi olsun:

“Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım!”


Soner Duman'ın Yazısı.