Sorgulu Yorum: Sormak ve Tevekkül
Site Özel
3354 okunma
Habibe Nur Erdem
Teslimiyet ve sorgulama birbirine zıt olgular mıdır? Biraz düşünelim. Özellikle ben düşüneyim bence. Çünkü hayatımın hatırı sayılır kısmında sorguluyorum, her şeyi. Gördüklerimi, yaşadıklarımı, insanları… Sonra yine soruyorum kendime, soru işaretleri bir tek benim gözlerimde mi?
Musa ve Hızır (as) arasında geçen, Kuran’da da yer alan hadisenin bu soru için biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyorum. Gerçekten bize yol gösteren kitabımızda geçmese, yani kesinliğine inanmasam, sorgulayacağım olaylardan bir tanesidir. Teşbihte hata olmaz diyerek düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Kehf Suresi 65-82 arası ayetlerde bu kıssa bizlere, Allah tarafından bildiriliyor:
"Derken, kullarımızdan birini buldular ki ona katımızdan bir rahmet vermiş ve ona nezdimizden bir ilim öğretmiştik. Mûsâ ona, `Senin öğrendiğin doğruya ulaştıran bilgiden bana da öğretmen için sana tâbi olayım mı?` dedi.O kul, `Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin, (iç yüzünü) kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredersin?` dedi. Mûsâ, `İnşallah sen beni sabreder bulacaksın. Senin sözünden dışarı çıkmam` dedi.O da, `Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma!` diye tembih etti. Bunun üzerine birlikte yürüdüler.
Kıyıya ulaşıp gemiye bindikleri zaman o kul gemiyi deldi. Mûsâ, `İçindekileri boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen çok kötü bir iş yaptın!` dedi.Kul, `Ben sana, sen benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?` dedi. Mûsâ, `Unuttuğum şeyden dolayı beni paylama ve işimi çıkmaza sokma!` dedi. Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında, o kul hemen onu öldürdü. Mûsâ dedi ki: `Masum bir insanı, bir cana karşılık olmaksızın katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey yaptın!` O kul, `Sana, benimle beraber olmaya asla sabredemezsin dememiş miydim?` dedi. Mûsâ, `Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme! Bu takdirde hakikaten benden yana mazeretin sonuna ulaşmış olursun` dedi.
Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar, o hemen onu doğrulttu. Mûsâ, `Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın` dedi. O ise Mûsâ`ya `İşte bu, beraberliğimizin sona ermesidir. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim` dedi.`Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu delerek kusurlu hale getirmek istedim. (Çünkü) onların gideceği yerde her (sağlam) gemiyi gasp etmekte olan bir kral vardı.Erkek çocuğa gelince, onun anne babası, mümin kimselerdi; çocuğun onları sonunda azgınlık ve nankörlüğe düşürmesinden korktuk. Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin. Duvara gelince o, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir define vardı; babaları ise iyi bir adamdı. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur.` dedi."
İşte Allah bizlerden, yaşantımızda karşılaştığımız ve iç yüzünü bilmediğimiz olaylar karşısında teslimiyet ehli olmamızı istiyor. Zor bir şey istiyor aslında. Kulluk zor, teslimiyet de onun içerisinde ayrı bir mesele.
Oysa hepimizin, her an içinde olduğu durum değil midir, her konu hakkında (bilmesek bile) boş veya dolu fikrimizi beyan etmek. "Şöyle olsaydı daha iyiydi, neden öyle oldu?" tarzında cümlelerimiz vardır daima. Yaşadığımız hayattan, karşılaştığımız durumlardan dolayı duyduğumuz sonsuz hoşnutsuzluk… Bu biraz da insanın "her şeyin elinde olduğu" yanılsamasından kaynaklanıyor. "Hayatımı yalnızca kendi kararlarımla ve doğrularımla yöneteceğim diyoruz. Hadi ya! Yok öyle bir dünya.
Bizler, tıpkı Musa-Hızır (as) kıssasında olduğu gibi olayların zahiri (görünen) kısmına eleştiriler, yorumlar yağdırıyoruz. Oysa her işin bir de batıni (görünmeyen) kısmı vardır ve Allah, bizler idrak edemesek de bizim için her zaman en iyi, en doğru ve en hayırlısını ister. Yaşadığımız bu hayat, sahip olduğumuz imkanlar, her şey Allah’ın bizim için seçtiği en iyisi. Çünkü hepimiz, ayrı ayrı biriciğiz.
İşte belki de atladığımız noktalardan bir tanesi bu. Musa (as) bir peygamber ve Hızır (as)’ı Allah gönderiyor yanına. İkisi de sıradan insanlar değiller yani. Yolun başında uyarılıyor, onunla yolculuk etmeye dayanamayacağı söyleniyor. Ama Musa (as) sabredeceğini ve soru sormayacağını belirtiyor. İşte burada kendimizi görebiliriz. Soru sormayacaktı, sordu. İnsanlık hali. Sorarsın, istemsiz. Belki de hayret duygumuzdur bizi sormaya iten.
Gerçekten de gemiyi delmesi, bir çocuğu katletmesi, kendilerine yardım etmeyen köylünün yıkık duvarını onarması dışarıdan bakıldığı zaman bir hayli garip duruyor. "Neden?" sorusunu sorduruyor insana. Çünkü burada Musa (as) görünen tarafını biliyordu bir tek, olanların iç yüzünden habersizdi. Hızır (as)’ın yaptığı açıklamalardan sonra nasıl da öğrendi her şeyi. Bizler de belki bu dünyada, belki asıl yurdumuzda anlayacağız olayların iç yüzünü.
İşin aslı, soru sormak kişinin teslimiyet sahibi olmadığını göstermez. Kuran’da çoğu yerde, Allah, "Düşünmezler mi?" buyuruyor. Yani bizleri sorgulamaya davet ediyor defalarca. Müslümanın boş bir şekilde dünyayı seyretmeyip, sormasını istiyor.
İnsan gördüklerinin ona izin verilen kadarını algılayabiliyor ve tabii ki bazı şeylere anlam veremiyor. Bunun sonucu olarak da sorguluyor. Kimi zaman cevabı olan, kimi zaman da cevabı olmayan sorular bunlar. İnsanın da aklı mahdut. Bu yüzden de sorularına cevap bulamadığı zaman, cahilce inkara değil, "Vardır elbet bunda da bir hayır" diyerek teslimiyete yürümesi gerekir. Çünkü bizler Müslümanız, yani teslim olanız.
Yüce Rabbimiz bizlere teslimiyet ehli olmayı nasip etsin. Amin.
GENÇ'ın Yazısı.