Muhlis Osman Şengil

KALEM
 
İlk inen suresi ‘‘Oku’’ diye başlayan Kur’an-ı Kerim’in ikinci olarak inen suresinin adı “Kalem”dir.  Surenin başında kaleme, devamında ise satır satır yazılanlara yemin edilerek ‘‘yazının’’ önemine dikkat çekilir. “Kitap ehli” olmayı diğer unsurlara göre bir üstünlük olarak gören Kur’an-ı Kerim’in, bildiği halde kitaba uymamayı da “kitap yüklü merkep” (Cuma/5) olarak nitelendirmesi ilgi çekicidir.
 
İranlılar ve Romalılarda olduğu kadar kâğıdın henüz yeterince fark edilemeyip daha çok sözlü edebiyata önem verildiği bu coğrafyada “yazı ve kitap” bir reform niteliği taşıyordu. Tevarüs ettiği “kelam” geleneğini ortadan kaldırmadan “kalem” geleneğini de ilave etmesi, İslam’ın imha değil ihya ve inşa karakterini ortaya koyması bakımından ayrıca önem taşımaktadır.
 
İlk inmeye başladığı andan itibaren hafızların ezberleriyle yetinmeyip deri, tahta, kemik, ağaç yaprakları ile yassı taşlara yazılarak muhafaza edilen Kur’an ayetleri Hz. Ebubekir döneminde özel bir kitap komisyonu kurularak müstakil bir kitap (mushaf) haline getirilmiş, Hz. Osman döneminde ise aynı komisyon tarafından çoğaltılarak diğer beldelere gönderilmiştir. Kur’an ile karışacağı endişesiyle bir süreliğine yazılması yasaklansa da hadislerin yazıya geçirilmesi devasa bir ilim hazinesinin günümüze gelmesini sağlamıştır.
 
Vahyin günümüze kadar sapasağlam ulaşması ve yorumlanması, bu yazı çalışmaları ile başlamıştır diyebiliriz. Böylece vahiy yazıya dönüşerek insanlığı şekillendirmiş ve yazıya-kitaba dayalı bir medeniyetin temelleri atılmıştır.
 
Kendisini “muallim/öğretmen” olarak nitelendiren (Müslim, Talâk 29) Hz. Peygamber, ümmiliği yok etmek için on kişiye okuma yazma öğretmek karşılığında Bedir esirlerinin serbest bırakılmasını istemiş bir bakıma öğretmenin dini tercihleri konusunda önyargıda bulunmamıştır. Musab b. Umeyr’i Medine’ye öğretmen olarak görevlendirmesi, gelen ayetleri hangi tertip ve usullere göre hangi surelere ilave edecekleri konusunda kâtipleri yönlendirmesi öğretmen-öğrenci-yazı ilişkisi konusunda bir disiplin sürecine girildiğini göstermektedir.
 
Çoğunluğu kimsesiz, fakir ve bekâr muhacirlerden oluşup ihtiyaçları bizzat Hz Peygamber tarafından titizlikle karşılanan ve sayıları 400’ü bulan “Ashab-ı Suffe”deki yoğun eğitim öğretim faaliyetleri ile kısa sürede Kuran, Hadis, Hukuk, Dil ve Diploması alanlarında uzmanlar yetiştirilerek müesseseleşme yoluna gidilmiştir. Böylece âlim-talebe-eğitim araçları arasındaki münasebetler konusunda model bir gelenek başlamıştır. 
 
Başlangıçta Hz Peygamberden çoğunlukla ezberleme (sözlü kitap) ve kısmen de yazma şeklinde devam eden hadis nakletme işlemi mescitlerde ders halkalarında ve ilim meclislerinde çeşitli usullerle aktarılan Medine-Mekke sonra da diğer şehirler eksenli ilmi çalışmalara dönüşmüştür. Ömer b. Abdülazîz’in tedvin çalışmalarını resmen başlatmasıyla bilginin sıhhatinin doğrulanması (cerh ve ta’dil) geleneği oluştu. Semâ‘, kıraat, icâzet, münâvele, mükâtebe, kitâbet vb. prensiplerle hoca-talebe-yazı münasebetleri bir çizgiye oturmuş oldu.
 
Kuran’ın Müslümanları, astronomiden (Kaf/6) jeolojiye (Gaşiye/19-20), paleontolojiden (Ankebut/20) arkeolojiye (Rum/9), botanikten (En’am/99) zooloji (Nahl/66) ve embriyolojiye (Hac/5) kadar çok çeşitli alanlarda bilimsel araştırmaya sevk etmesi ve akletmeye (taakkul), hatırlamaya (tezekkür), analitik düşünmeye (tefekkür, tedebbür), tartışmaya (cedel) yönlendirmesiyle yeni bir dünya başlamıştır. Kuran’da fıkıhla ilgili 150 ayet bulunmasına rağmen ilimlerden bahsedip teşvik eden 750 civarındaki ayetin olması ve İslam’ın kadın erkek ilmi herkese farz kılması Müslümanların ilmin her alanında çalışma yapmalarını zorunlu kılmıştır.
 
KÂĞIT ve KİTAP 
 
İslam’ın “Âlimin mürekkebini şehitlerin kanından üstün” tutan (Suyûti, el Câmiu’s Sağir, nr 10026; İbn Abdilberr, Câmiu Beyâni’l- İlm, nr. 139) ilim anlayışı daha ilk etapta başladığı müesseseleşmesini hızlandırdı.
 
İslam orduları 30-40 yıl içinde tüm Hicaz yarımadasını fethettikten sonra kuzeye doğru yayılıp Suriye, Irak ve İran’ı hâkimiyeti altına almıştı. Askeri fetihlerin sosyal, kültürel, bilimsel ve sanatsal fetihlerle taçlandırılması çalışmaları başladı. Bu çalışmaların en önemli aleti ise kâğıt ve kalemdi. 
 
Araplar, 712 yılında Türk illerine saldırıp Semerkand`ı ele geçirdiklerinde, Türklerin, keten ve başka bitkileri döğüp, hamur yaptıktan sonra, ince yapraklar halinde kuruttuklarını gördüler. Bu madde, papirüsün unutulmadığı bir çağda, Orta Doğu`ya girerek parşömenin yerini aldı. Abbasiler devrinde ayrıca Horasan kâğıdı kullanılmaya başlandı. 
 
İslâm dünyasında ilk kâğıt fabrikasının, Abbasi veziri El-Fazi Bermekî (766-808) tarafından 794’te Bağdat`ta kurulmasından sonra Müslümanlar kâğıt yapımını Sicilya'ya ve İspanya`ya götürdüler. 
 
İslâm memleketlerinde kâğıtçılık endüstrisinin doğmasıyla, kitapçılık hızla gelişti. İlk kitapçı dükkânlarını, Abbasiler (750-1258) devrinin başlangıcı sıralarında görmekteyiz. Bu şekilde kâğıt, kitap satıcıları, müstensihler gibi “Varrâkûn” denen yeni bir sanat, meslek ve sınıf ortaya çıktı. Kitapçı dükkânları Bağdat, Kurtuba, Kahire; Meşhed, Şam gibi önemli şehirlerde hızla gelişti. Kendileri de bilgin olan “Varrakûn”, zamanla, diğer bilginleri dükkânlarına çektiler, böylece akademik tartışmalar için gayriresmi ortamlar doğdu.
 
Kitapçılar, gezilerde bulunmak suretiyle de İslâm eğitimine katkıda bulunmuşlardır. Kitap derleyicileri, bilginler, halife ve diğerleri için istenilen kitapları bulmak üzere şehir şehir dolaşmışlardır. Bunun sonucu, kitap koleksiyonları ortaya çıkmış, bu ise kütüphanelerin çoğalmasında büyük etken olmuştur. 10. yüzyıldan itibaren el yazmalarına özel bir değer verildiğini ve kitap koleksiyoncularının nadir yazmalara büyük paralar ödediklerini görüyoruz. Bu devirde, yazarlar, kitaplarının satışından asla para beklemezler, geçimleri hükümdarlar veya büyük zenginler tarafından karşılanırdı.
 
İslam toplumunun genişleyip de camilerde bulunan kitaplıklar ihtiyacı karşılamaya yetmeyince ilk özel ve halk kütüphaneleri kurulmaya başlanmıştır. Bu çerçevede ilk özel kütüphane hadîs ilminin kurucularından Muhammed bin Müslim İbn Şahap Ez- Zühri (670-742) tarafından kurulmuştur. 
 
Büyük odalı zengin kütüphaneler kurmak, isteyenlerin ücretsiz olarak istifadesine sunmak, fakir ilim ehline ekonomik destekte bulunmak, buralarda dersler vermek ve ilimleri uygulamak şeklinde kitap sevgisi artarak devam etmiştir. Bu sevgi zaman zaman haddini aşarak bazı kişilerde “Bibliyomani / Kitap Deliliği” hastalığı ortaya çıkmıştır. 
 
İslam’da kütüphane hizmetlerinin Sahip, Vekil, Hafızı Kütüp, Mütercim, Nasih, Mücellid, Münavilun, Farraş, Müşrif, gibi geniş bir literatüre ve kadroya sahip olması kitabın medeniyet oluşumunu sağlamada önemli bir unsur olduğunu göstermektedir.
 
Kâğıdın taharet malzemesi olup olmayacağının mezheplerce tartışılması, üzerinde Allah yazıyor diye kâğıdı yerdeki çamurdan alıp temizlemesi dolayısıyla Bişr-i Hafi örneğinde olduğu gibi bazı kişilerin menkıbelere konu olması Müslümanlar nezdinde bir ilim aracı olan kâğıdın ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
 
DİN, İLİM VE BİLİM MERKEZİ: "KÜTÜPHANE"
 
İslam medeniyetinde kütüphaneler ilmi, dini ve bilimsel faaliyetlerin aynı anda yapıldığı mekânlardır. İslam medeniyetinde bir akademi hüviyeti de taşıyan kütüphaneler ve işlevi hakkında şunları söyleyebiliriz: 
 
Beyt'ül Hikme: En eski halk kütüphanesi Emeviler devrinde, Halife Halid bin Yezid bin Muaviye II (? öl. 683) tarafından kurulmakla beraber bu kategorideki en önemli kütüphane Bağdat`ta, Abbasi Halifesi El- Me’mun (786-Halifeliği 813-833) zamanında 830'da kurulmuştur.
 
Büyük astronom ve matematikçi, El-Harezmî’nin (7807-850?) başkanlığını yaptığı bu akademi/kütüphanede maaşları devlet tarafından ödenen ve kurumsal kimliğe kavuşmuş bir mütercimler ve uzmanlardan kurulu vardı. Burada bilimsel araştırmalarda bulunuluyor, her taraftan gelen ilim sevdalılarına büyük kolaylıklar gösteriliyordu. Bu kurul içerisinde Yunan, Hint, Kıptî, Pehlevi, Süryani dillerinden tercümeler yapan 47, Farsçadan tercüme yapan 16, Sanskritçeden tercüme yapanlar 3 kişi idi. Bunun için muazzam paralar ödeniyordu hatta bazı tercümeler terazinin bir kefesine konuyor ve altın tozuyla tartılarak mütercim ödüllendiriliyordu 
 
Halife El-Me’mun Bizans’la yaptığı savaşı kazanınca İmparatorundan Yunanca eserler istemiş, iki memurunu göndererek getirttiği bu eserleri Beytü`l-Hikme`ye yerleştirerek Arapçaya tercüme ettirmiş ve yaklaşık olarak 100.000 olan kitap koleksiyonunu iyice zenginleştirmişti.
 
Müslümanlar çalışmalarını tasavvuf, edebiyat ve sanat ile sınırlandırmayıp, pozitif bilimlere ve uygulamalı bilimlere de gereken önemi vererek son derece ileri bir düzeyi yakalamışlardır. El-Me’mun’un irfan yuvasındaki kitapların sayısı sonunda bir milyon cilde ulaştı. 9. yüzyılda bir seyyah, şehirde yüzden fazla halk kitaplığı saymıştı. Avrupa’da okuma-yazma sadece manastırlarda bilinirken, Irak’ta Necef gibi küçük bir şehirde, kırk bin ciltlik bir halk kitaplığı vardı. 
 
Halife Mütevekkil (846-861) döneminde Beytü`l-Hikme ıslah edip geliştirildi. Takip eden yıllarda Yunan âlimi Calinos’un eserlerinden takriben 100 kadarı Süryaniceye 50 kadarı da Arapçaya tercüme edildi. Hipokrat ve Calinos’un hemen bütün eserleri, Aristo’nun geriye kalan eserleri ve şerhleri, Öklid’in en mühim matematik ve fiziğe dair eserleri tercüme edildi. El Kindi, tercüme ve telif yüz elliyi bulan eseriyle benzerine az rastlanan bu dönem âlimlerindendir. 
 
İslam Medeniyeti Yunancadan başka Hint kaynaklarından da yararlanmayı bilmiştir. İbni Mukaffa, Farsçaya çevrilen birçok Hint eserini Arapçaya tercüme etmiş, filozof Razi de Yunancadan olduğu kadar Hintçeden de eserler tercüme etmiştir. Hintçe den müspet ilimlere dair ilk çevirileri yapan ve Astronomi ve tıbba dair birçok kitabı Arapçaya tercüme ise Hintli alim Meniket-ül Hindi’dir. 
 
Medeniyetin intikali tercüme ile olurken; inkişafı ise, yapılan bu tercümelerin tenkide tabi tutulup, terkip ve nihayet telif eserlerin vücuda getirilmesine bağlıdır. İlk tercümeler genellikle Süryani, Nasturi, İranlı, Hint ve diğer Müslüman olmayan âlimlerce yapılırken; iki yüzyıl sonra 9. ve 10. Asırlara gelindiğinde, hem tercümeyi yapabilecek mütercimler hem bunları tenkide tabi tutabilecek münekkidler hem bu bilgileri kendinden olanla harmanlayarak terkibe ulaşabilecek araştırmacılar ve hem de toplanan bütün bu bilgileri büyük oranda kendine mal edecek düzeyde özelleştirerek telif eserler verebilecek Müslüman âlimler yetişmiştir. Farabi, Harezmî, Ebubekir Razi, İbn-i Sina, El Kindi ve bu devirdeki diğer birçok âlim, o güne kadar yapılmış olan Yunan, Hint ve Nasturi tercümelerinin birçoğunu tekrar Arapçaya çevirmiş hatta şerh etmiş, bundan da öte birçok eserler telif etmişlerdir.  
 
Dâr-ül Hikme: Fatimîlerin (910-1171) Kahire'de kurdukları kütüphane her biri 18.000 kitabı saklayacak derecede 40 geniş odası vardı. El-Hâkim bi Emrillah Ebu Ali El-Mansur (985? Halifeliği 996-1021) tarafından 1004 yılında Kahire`de kurulmuş olan “Dâr-ül Hikme” hem bir kütüphane, hem de bir öğretim eğitim merkezi idi. Okuyuculara, müstensihlere parasız kâğıt, mürekkep, kalem temin edilen kütüphaneler her sınıf halka açıktı. Fatimî halifeleri kitap derleme ve kütüphaneler kurmaya büyük önem vermişlerdir. Kütüphanenin kitap koleksiyonları 1.600.000 civarındaydı. 
 
Yapılan ilk tercümelerde Yunan müelliflerin eserleri önemli bir yer tutmuştur. Yunan ilminin İslam mütercimleriyle karşılaştığı ilk nokta İskenderiye Kütüphanesi'dir. Hz. Ömer zamanında İslam’ın eline geçmeden önce iki kez yanmış olmasına rağmen bu kütüphanede bulunan sınırlı sayıdaki kitap, İslam medeniyetinin ilk tercüme dalgasını başlatmaya yetmiştir. 390 yılında Theophilus 400 bin ciltlik bu kütüphaneyi doğrudan yaktırsa da bütün şarihleriyle Aristo,  Öklides, tabip Hipokrates, Calinos, Plotinos ve Batlamyos Yunan ilminden İslam Medeniyetine İskenderiye Kütüphanesi vasıtasıyla geçmiştir.
 
Kurtuba Kütüphanesi: Kurtuba`da kurulan bu kütüphane, barışı, bilim ve sanatı çok seven Endülüs Emevî halifesi Hakem II (913-976) tarafından İslâm memleketlerindeki pazarlardan kitap satıcıları aracılığı ile aldığı kitaplarla zenginleştirdiği kütüphanedeki kitap sayısı 600.000 cilt idi. Bu devirde, Gırnata`da 70 kadar halk kütüphanesi bulunmaktadır.  Hâlbuki dört yüz yıl sonra, “bilge” diye anılan Fransa kralının kurduğu kitaplık topu topu 900 ciltlikti. El-Hakem, çeşitli sebeplerle sürülen bütün âlimleri himayesine aldı. Böylece Kurtuba’yı dünyanın en büyük ilim merkezi yaptı. Yaygın görüşlerin tersine Rönesans, 16. yüzyılda İtalya’da değil, yüzyıllar önce Kurtuba’da başlamıştır. Deneye dayanan ilim ilkelerini Bacon burada öğrenmiştir.
 
Bu kütüphanelerden başka, İslâm memleketlerinden Basra, Musul, Küfe, Şam, Halep, Buhara gibi şehirlerde, okuyucuların ve araştırmacıların yararlanmaları için yüzlerce halk ve özel kütüphanelerin kurulduğu bilinmektedir. 
 
Özel kütüphaneler: Genellikle bilgin kimseler tarafından kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kurulmuştur. Bu kişiler tercüme ve istinsah da yaptıklarından genelde varlıklı kişilerdir. Zengin kitap koleksiyonuna sahipolmakla beraber yanlarında müstensihler çalışırdı. Çevirdikleri kitapların ağırlığınca halife tarafından kendileri altın verilen bilginler bile vardır. Mezat’a çıkan kitapların sayfalarını gizlice yırtıp başkalarının almalarına engel olanlara, ödünç aldıkları kitapları iade etmeyenlere bile rastlanırdı. Kendisine getirilen kitabı ne fiyatta olursa olsun satın alanlar, kitap uğruna evlenmeyenler de bulunmaktaydı.
 
Medrese Kütüphaneleri: Cami kütüphanelerinin yerini zamanla medrese kütüphaneleri almıştır. İlkin camilere bitişik veya caminin bir bölümünde açılan medreseler, sonradan, müstakil tesisler haline getirilmiştir.
 
Nizamülmülk'ün kurduğu medreseler bütün dünyada pek ünlüdür. Bir tek köy bile medreselerden yoksun değildir. Medreselerin kütüphanesi kitap koleksiyonları bakımından çok zengindir. Nizamülmülk kurduğu her medresede bir de kütüphane tesis etmişti. Bunların en büyüğü Nizamiye Medresesi`nin kütüphanesi idi. Nizamülmülk`ün kurduğu Nizamiye Medreseleri`nin en büyüğü Bağdat`takidir. İmam Gazali ve Şeyh Sadi Şirazi gibi en tanınmış bilginlerin, fıkıhçıların ve fikir adamlarının ders verdiği medrese çok büyük hizmetler görmüş, adamlar yetiştirmiştir. Nizam-el-Mülk`ün ölümünden sonra da medrese ve kütüphane kurma faaliyeti hızla devam ederek gelişerek 16. yüzyılda, İslâm dünyasının hemen her yerine yayılmıştır. Örnek olarak Bağdat`ta 40, Kahire`de 74, Şam`da 73, Kudüs`te 41, Halep`te 14 medreseyi sayabiliriz: 
 
Müslümanlar böylece, Hıristiyanlarla aralarındaki altı yüz yıllık farkı kapatarak, 10. yüzyıldan itibaren, edindikleri bilgileri ve ilim alanındaki birikim ve icatlarını Batı`ya nakletmek düzeyine ulaştılar.
 
ORTA ÇAĞ AVRUPASI'NIN UYANIŞI
 
“Orta Çağ” diye isim verilen 5 ile 15. asır Batı’nın zulüm ve cehaletle boğuştuğu asırdır. Din ile bilim, din ile siyasi idare ve din kurumunun kendi içindeki gerilimler Avrupa’nın Orta Çağ barbarlığının sebebidir. İlim, siyaset ve adalet gibi birçok alanda mükemmele ulaşmış medeni meziyetlerle ilerleyen İslam ordularının, Avrupa’nın doğu ucu Bizans ve güneybatı girişi Kuzey İspanya gibi kilit noktalarda tıkanması Orta Çağ Avrupa’sının İslam Medeniyetini tanımasını geciktirmiştir. Aynı şekilde ilk İslam ordularının Bizans’ı fethedip Avrupa’ya geçememiş olması da bunda etkilidir.
 
İslam memleketlerinden Bağdat, Kudüs ve İran’a kadar gelip Müslümanlarla ticaret yapan Avrupalı tüccarlar ve Kudüs’e gelip dini vecibelerini yerine getirdikten sonra geri dönen rahip ve dindarlar İslam bilim geleneğini Avrupa’ya taşıdılar. Haçlı Seferleri sayesinde kendi karanlık dünyalarının dışında aydınlık bir âlemin varlığından haberdar oldular. Kudüs’te kaldıkları 50 sene zarfında Arapça eserlerin birçoğunu da Latinceye tercüme ettirdiler. Bu faaliyetler Orta Çağ boyunca Avrupa’nın karanlık talihi büyük oranda bu başlangıçla aydınlanmaya doğru bir yol ayrımına girmiştir.
 
Endülüs’teki Kurtuba, Toledo, Gırnata ve Eşbiliye medreselerinin yanı sıra Sicilya’daki medreseler, aydınlık İslam Medeniyetinin karanlık Avrupa sahasına en yakın ilim ve irfan ocakları idi. Avrupa’da bu medreselerin ünü oldukça yaygındı. Hıristiyan ve Yahudilerden çokları gelip buralarda ilim tahsili yapmakta idiler. İslam Medeniyetindeki bu medreselerin mukabili üniversiteler ilk defa 13.asırda İtalya’da Salerno ve Fransa’da Boulegne ve Montpellier adı altında kurulmuştur. 
 
Doğudan ve batıdan Müslümanlar tarafından sıkıştırılan Avrupa’nın okyanuslara açılarak kendilerini zenginleştirecek ve bilimsel çalışmalarını destekleyecek coğrafi keşiflere yönelmeleri Avrupa’nın bilimle tekrar tanışmasını sağladı.
 
İSLAM EĞİTİM GELENEĞİNDE ÖĞRETMEN-ÖĞRENCİ İLİŞKİLERİ 
 
Fethedilen bölgelerde inşa edilen mescit ve camilerde mutlaka ilim halkaları teşekkül ettirilmiş, devrin en önemli âlim ve talebeleri kendi ilim meclislerini buralarda oluşturmuşlardır. Mescitlerde artan halkalara talebelerin kalabileceği zaviyeler de eklenerek mescitlerin yatılı medrese işlevi görmesi de sağlanmıştır. İslam ilim geleneğini teşekkül ettiği yerler olmaları bakımından bu halkalar son derece önemlidir. Öğretmenlik peygamber mesleği olarak görülüp âlimlere peygamberlerin varisleri olarak bakılır. Dolayısıyla, tevarüs edilen eğitim ve tebliğ misyonunu sürdüren ulemanın takva, ilim ve yetenek/gayret gibi sıfatlarla ilmin şerefini korumaları hep vurgulanmıştır.
 
Hocalar camilerde günün belli saatlerinde tertip ettikleri meclislerde farklı dersler okutmaktaydılar. Örneğin İmam Şafiî sabah namazını kıldıktan sonra kendi halkasındaki talebelere Kuran dersi veriyordu. Güneş doğduktan sonra ehl-i hadis gelip hadislerin tefsiri ve manaları ile ilgili konuları tedris ediyorlardı. Bir müddet sonra müzakere yapılıyor, kuşluk vakti olunca da dağılıyorlardı. Bu sırada Arapça, aruz, nahiv ve şiir okumak isteyenler geliyor, gün ortasına kadar okuyorlardı.
 
Talebeler ders halkalarına uzun bir süre katıldıktan sonra ancak bir kitabı okutma ve nakletme iznini alabiliyordu. Ünlü dil bilgini Halil b. Ahmed (v.175/791) bir kitabın rivayet iznini almak için yıllarca aynı ders halkasına katılmıştır.
 
İslam eğitim geleneğinde öğrencilerin tâlib ül-ilm, talebe, tilmiz, el-mübtedi, el müfîd, ve el-müntehi, öğretmenleri ise muallim, müeddib, atabey, lala, mu’id gibi geniş yelpazeli bir literatürle tavsif edilmesi konuya verilen önemi göstermektedir.
 
İslam geleneğinde hoca-talebe-ders usulü konusunda İmam Gazali (İhya-u Ulumiddin) ve İmam Nevevi (el- Mecmu’) gibi alimler ciddi eserler vermiştir. (*)
 
DURAĞANLIK VE ÇÖKÜŞ
 
Hıristiyanlık taassubuyla, İspanya'daki İslâm memleketlerine saldıran Hristiyanlar, 771 yıllında kurulan ve 15. yüzyıl başlarına kadar süren sekiz yüz yıllık büyük bir medeniyetin bütün eserleriyle eşsiz kitaplarını insafsızca yok etmişlerdir. Örneğin 10. yüzyıl başında Kurtuba`da 600.000 el yazması eserle dolu kütüphaneler tamamen imha edilmiştir. 
 
İki yüz yıl süren Haçlı Seferleri (1096-1272) esnasında İslâm memleketlerine saldıran Haçlı orduları, önlerine gelen her şeyi yıkıp yaktıkları gibi, kütüphaneleri de yok etmişlerdir. Trablus`taki kütüphanede üç milyon kitap bulunduğu, bunun elli bininin Kuran-ı Kerîm, seksen bininin tefsire ait olduğu, kütüphanede 180 müstensihin çalıştığı bildirilmektedir. Haçlılara karşı Çanakkale Savaşı`nda olduğu gibi en yetenekli beyinlerin gazalara yönlendirilmesi de ilmi faaliyetler bakımından ayrı bir zafiyet oluşturmuştur. 
 
13. yüzyıl başlarından itibaren Moğolların istilaları sırasında, İç Asya, Türkistan, Harizm, Horasan, Afganistan, Irak, Azerbaycan, Anadolu ve Suriye`deki bütün bu medeniyet eserleri yakılıp yıkılmıştır. 10.000 ciltlik kütüphane, Moğol istilâsında yağma ve tahrip edilmişti. Moğolların istilâsından önce Merv`de en az on kütüphane vardı. Moğol vahşetinin en büyük tahribatı, ilim ve kültür kurumlarına olmuştur. Kaybolan eserlerinin çoğunun Moğollar tarafından yakılan Bağdat kütüphanelerinde bulunduğu ve bu yolla yok olduğu düşünülebilir. 
 
Şiîlere karşı kurulan medreseler başta Nizamiye medreseleri olmak üzere İslam akaidini yıkıcı tesirlere karşı korumak üzere yapılandırıldı. Başta Cüveynî ve Gazalî olmak üzere bu medreselerin müfredatını hazırlayan büyük âlimler Dinî ilimlerin dışındaki bilimleri çok az programa eklediler veya tamamen dışladılar. Daha önce de İslam dünyasında felsefeye karşı düşünceler bulunurken, Batınîler meselesi, Gazalî’nin düşüncelerinin siyasî ve ilmî alandan destek bulmasını sağladı. Hatta felsefî bilimler dışlanırken bu alanda çalışan filozoflar tekfir edildi. Bununla beraber Dar`ül Hikme bir Şii propaganda merkezi olarak faaliyet gösterdiğinden, Selahaddin Eyyubî (1138-1193) tarafından kapatılmış, yerine bir Şafii okulu kurdurulmuştur. Bu zengin kütüphane, Sünnîlik-Şiîlik mezhep mücadeleleri sonunda çıkan iç savaşta talan edilmiştir.
 
Fatih Sultan Mehmet tarafından Türkistan’dan İstanbul’a davet edilen Ali Kuşçu gelişinin (1474) ve astronomi ile matematik ilimlerinin temelini atmasının üzerinden bir yıl bile geçmeden aniden ölmesiyle Osmanlı bilimi pratik çalışmalar yörüngesine giremedi.
 
İslam medeniyetinde bilimin başlangıcını risaletin başlangıcı olan 610 tarihini kabul edersek çöküşü yani geleneği kullanarak bilim yapmanın mümkün olmadığı tarih olarak Osmanlı Devleti diye bir yapının kalmadığı 30 Ekim 1918’i kabul edebiliriz.
 
BAYRAK DÜŞTÜĞÜ YERDEN KALKAR
 
Kuran’ın verdiği ilk mesajı çok iyi anlayan Müslümanlar fetihler, ticari faaliyetler ve ilmi yolculuklarla kısa sürede dillere destan gelişmeler sağlamışlardır. Tüm ön yargılardan uzak, Yunan, Hint, Kıptî, Pehlevi, Süryani vb. yabancı dillerde yazılan kitapları tercüme etmişler, sonrasında tenkid etmeyi öğrenip nihayetinde telif eserler vermeye başlamışlardır. Çok kitap okumayı, edinmeyi ve kütüphaneler oluşturmayı, kütüphaneleri dini, ilmi ve bilimsel çalışmaların merkezi yapmayı, çok çalışıp çok üretmeyi ibadet saymaları, bilimi ve bilim adamını devlet ve milletçe desteklemeleri sadece Doğu’yu değil Avrupa’yı da aydınlatarak Rönesans’ı hazırlamıştır. Denilebilir ki; bugünkü çağdaş dünyanın arkasında tüm unsurlarıyla müstesna bir kitap medeniyeti olan İslam medeniyeti vardır.
 
Türkiye’deki üniversitelerde yayınlanan uluslararası bilimsel makalelerin içler acıtıcı seviyelerde olması, dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında ilk 500 üniversite arasında Türkiye’den sadece 1, 1000 üniversite arasında ise 9 üniversitenin yer alması (**),  UNESCO’ya göre Türkiye’de okuma alışkanlığının günde 1 dakika ile %4 oranıyla dünyada 86. Sırada olması (***) elbette tevarüs ettiğimiz birikimle doğru orantılı değildir.
 
Buna paralel olarak milli eğitimimiz, milli ve üretken bir yapıya sahip olmadığından kendini yenileyememiş dolayısıyla da dünyanın gerisinde kalmıştır.
 
Buna mukadderat deyip geçmek tembellik bir yana insafsızlıktır. Tarihte bir defa başarılan yine başarılabilir. Bunun için yeniden başlamak, okumanın, yazmanın, tüm türevleriyle kitabın, kütüphanenin, bilim adamlarının, bilim talebesi olmanın ve bilimsel usullerin/derslerin önemi yeniden keşfedilmeli, devlet ve millet nezdinde hak ettiği itibarı görmelidir. Bunun için kadim medeniyetimiz bizi gölgesinde toplayacak bir bayrak olarak karşımızda durmaktadır.
 
Bayrak düştüğü yerden kalkar ve dalgalanmak için bu bayrak rüzgâr beklemektedir.
 
Kaynakça:
 
1- ALPTEKİN M. Yavuz Doç. Dr, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, Ortaçağ Müslüman Toplumlarında Tercüme Tenkid Terkib Telif Aşamalarında Toplumsal İzdüşümleri ve Bilimin Gelişmesi Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, http://busbed.bingol.edu.tr, Yıl 9, Cilt 9, Sayı Özel Sayı, Güz 2019
 
2- ATA Ramazan Yrd. Doç. Dr., Aksaray Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı, Bir İslam Bilim Tarihi Denemesi TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 4, Sayı: 13, Eylül 2017, s. 177-193 
 
3- GÜNDÜZ Mahmut İslam’da Kitap Sevgisi ve İlk Kütüphaneler http://www.tk.org.tr/index.php/TK/issue/view/164 Cilt 24,  Sayı 2 (1975)
 
4-  İslam Ansiklopedisi TDV Beytül Hikme, Ehli Sünnet ve Tantavi Maddeleri 
 
5- KORKMAZ Mehmet Doç. Dr. Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi/Erciyes Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Türk-İslam Eğitim Geleneğinde Öğretmen-Öğrenci İlişkilerinin Ahlaki Çerçevesi MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi 2020 Cilt: 9 Sayı: 1
 
*YILMAZ Harun Dr. Öğr. Üyesi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Tarihi Anabilim Dalı, Bir 7./13. Yüzyıl Âliminin Gözünden Eğitim: Nevevî’nin Hoca ve Talebe Âdâbına Dair Görüşleri Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi • Cilt-Sayı 58  Haziran 2020  
 
**https://www.hurriyet.com.tr/egitim/dunyanin-en-iyi-universiteleri-aciklandi-turkiyeden-ilk-500de-1-universite-41538857
 
***https://ceotudent.com/turkiye-kitap-okuma-aliskanligi


GENÇ'ın Yazısı.